Son bir hafta içinde yaşananlar bile hükümetin istifasını gerektirir ama bu ülkede istifanın “i”si söz konusu değil. Siyasi çürümüşlüğün getirdiği toplumsal olaylar o kadar çoğaldı ki, yakında sokağa dahi çıkamayacağız. En önemlisi de medyanın tek elden yöneltilmesi. Hiçbir zaman medya bu kadar manipüle edilmemişti. Teknolojinin getirdiği imkânlarla haberleri takip edebiliyoruz. Araştırmacı gazetecilerin verdikleri bilgilerle yolsuzluk, hukuksuzluk ve mafyalaşan insanlar hakkında bilgi sahibi olabiliyoruz. Hafta içindeki olayların başlıklarını aktarmakla yetinmek zorundayım, detaylı yazılsa bir kitap çıkar herhalde.
“Erciş’te hastane basıldı, ölüler var. Gazeteciler Dinçer Gökçe ve Nilay Can gözaltına alındılar. Av. İrem ev hapsinde. Esenyurt belediyesine kayyum olan kişi bir gecede İstanbul vali yardımcısı oldu ve kayyum olarak atandı. Av.Dilek serbest bırakıldı ama tekrar gözaltına alındı. İsrail Gazze’yi bombalamaya devam ederken Rojava’ya Türkiye bomba yağdırdı. Bir yandan Öcalan’ı mecliste konuşmaya çağıracaksın sonrada disiplin cezası vereceksin. Cengiz Holding 1 milyon ağaç kesecek Çanakkale’de İngiliz sermayesi için. Haydarpaşa limanındaki sevkiyat gemisi içinde ne var, hangi ülkeye gidiyor.” Ve bu liste uzar da gider.
Uzun sorunlu yıllar nasıl çözüme kavuşur? İşte bu sorunun cevabını öğrenmek için beklememiz gerekecek. Peki, beklemeye zamanımız var mı? Bu sorunun cevabını da muhalefet partileri versin bir zahmet. Seçim tarihini Bahçeli değil de ana muhalefet partisi belirlesin. Gerçekten neyi bekliyorsunuz merak ediyoruz? Bu ülkenin en önemli problemlerinden biri de iyi bir muhalefetin olmamasıdır. İyi bir muhalefet aşırılıklarda fren görevi görür. Yıllardır son hızda giden ve hiçbir kuralı olmayan iktidarı izleyen, susan ve çoğu zaman destekleyen bir muhalefet var karşımızda. Mecliste verilen bütün önergeler AKP ve MHP oyları ile arşivden öteye gitmedi. Böyle bir muhalefetliğin otoriter rejimin her istediğini yapmak anlamına geldiğini görmüyor musunuz?
Ortadoğu’da savaş ateşi gün geçtikçe genişliyor. ABD yeniden Rojava’ya askeri sevkiyat yapmaya başladı. İsrail ile İran savaşı kapıda. Savaş olmadan bir çözüm olabilir mi? ABD’de yapılacak seçim sonrası durum değişir mi? Savaş başlarsa 3. Dünya Savaşı olur mu? Türkiye bu durum karşısında taraf olacak mı? Kürtler ABD yanında savaşa girer mi? Bu soruların cevabını ABD seçimlerinden sonra alabilir miyiz acaba?
Türkiye Kürt sorununu çözmek için girişimlerde bulunuyor ama kullandığı dil çözüme değil de itaat etme diline daha yakın. Esenyurt’taki son seçimlerde iktidar “kent uzlaşısı’’ ile kaybedince kendisi için tehlikeli olan bileşenlere gözdağı vermek için kayyum atadı. CHP’den aday olarak kazanan Prof. Ahmet Özer bir Kürt aydınıdır. Ahmet Özer bu iktidarın formatına uymuyor. Birincisi Erdoğan’ın Kürt kardeşi tanımına uymuyor, ikincisi Özer bilim insanı ve üniversite öğretim üyesi, üçüncüsü kent uzlaşısı ile CHP adayı olması ve kazanması. Burada Özer şahsında kent uzlaşısı hedef alındı. Otoriter iktidarlarda dediğim dedik mantığı ön plandadır. Erdoğan, demokratik talepleri, kendi uygulamaları kendi demokrasisi çerçevesinde kabul ediyor. Bu da çözümü değil çözümsüzlüğü dayatıyor. Milli ve dini duyguları ön plana çıkartarak, üstenci bir dil kullanarak, karşı tarafı şartlı kabul ederek nasıl bir çözüm masası oluşturacaksınız?
Çözüm masası herkes tarafından konuşulmaya başlandı. Artık halkların konuşmaya değil gerçek bir çözüme ihtiyacı var. Örneğin Özgür Özel’in ‘’eşit yurttaşlık’’ söyleminin içinde Kürtlerin gerçek ve kalıcı çözüm talepleri yer alacak mı? Bu talepleri Kürtler söylemekten yoruldu.
Bu yazıyı yazarken Mardin, Batman ve Halfeti’ye kayyım atandığını haberlerden öğrendim. Erdoğan elini uzattı ama bu kayyımlardan sonra kim elini tutar? Halk iradesine karşı gelmek, demokrasiye ve insan haklarına karşı gelmek demektir. Bundan evvel ki kayyımların yolsuzluklarını ve halkın imkanlarını nasıl gasp ettiklerini dünya alem biliyor. İnsanların cebine göz diken iktidardan her şey beklenir. Yazıklar olsun bu anlayışa.