Öcalan’ın paradigması bölge halklarının kendi sorunlarını kendi arasında çözmesi gerektiği tezine dayanıyor. Öcalan meseleye “dar milliyetçi” bir çerçeveden yaklaşmıyor, Kürt meselesinin adil bir çözüme kavuşturulmasını ülkenin ve bölgenin demokratikleştirilmesinin ilk adımı olarak görüyor ve kalıcı barış için Kürtleri yapay sınırlarla birbirinden ayıran 20. yüzyıl statükosunun aşılması gerektiğini savunuyor
Hasan Basri Karabey
Türkiye’yi yönetenler Kürt meselesini Ortadoğu’da savaş çıkması gibi olağanüstü gelişmeler olduğunda hatırlıyor.
Birinci Körfez Savaşı döneminde Cumhurbaşkanı Özal, Abdullah Öcalan’ı “federasyon dahil her şeyi konuşmak için” masaya davet etmişti. Ancak Özal’ın kuşkulu ölümü bu “ilk çözüm süreci girişimini” akamete uğrattı.
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın “uluslararası komplo” ile Türkiye’ye teslim edilmesi İkinci Körfez Savaşı’na hazırlık sürecinin adımlarından biriydi. ABD başından beri destek verdiği 28 Şubat rejiminin aynı zamanda çözüm süreci başlatmasını da istiyordu. Lakin “post-modern” darbecilerin çapı çözüme yetmedi ve “bin yıl sürecek” dedikleri rejimleri paldır küldür yıkıldı.
Tayyip Erdoğan’ın birinci, Öcalan’ın üçüncü çözüm süreci girişimi ise Erdoğan’ın “Suriye’de Kürtlerin statü kazanmasını kabul edemem” diyerek masayı devirmesi sebebiyle akim kaldı.
Bugün Suriye iç savaşının çatışma evresini tamamladığı bir aşamada “dördüncü çözüm süreci” gündeme geliyor.
Geçen yıllar boyunca köprülerin altından çok sular aktı. Kürt halkı direnişçi tutumundan milim ödün vermedi, Öcalan Kürtlerin çözüm önerisini düşünsel temelleri güçlü bir “paradigmaya” dönüştürdü, Türkiye boş yere zaman kaybederken Kürt halkı mevzi üstüne mevzi kazandı. Örneğin Erdoğan’ın son süreci bitirmesine neden olan “statü tartışması” fiilen tarih oldu.
Öyleyse “bu çözüm sürecinde inisiyatif artık Kürt halkına ve baş müzakereci Abdullah Öcalan’a geçmiştir” denebilir ve bu yanlış olmaz.
Ömrünü Kürt düşmanlığı ile geçirmiş Devlet Bahçeli Öcalan’ı TBMM’de konuşma yapmaya davet ediyor ve aftan söz ediyor.
Bunun ilk ve asıl sebebi Öcalan’ın elinin güçlü olmasıdır. Ona bu gücü veren ise halkının birleşik ve kararlı duruşu ve başta Rojava olmak üzere çetin mücadeleler verilerek kazanılmış olan mevzilerdir.
Bir diğer sebebin ne olabileceğine ilişkin ipucunu ise, İmralı Notları’nda okuduğumuz bir anekdottan çıkarabiliriz. Devlet İmralı’da Öcalan için “konforlu bir daire” inşa ediyor ve görevliler “sürprizi” ona gösteriyorlar. Öcalan biraz da şaşırarak, “benim böyle şeylere önem vereceğimi mi düşündünüz” diye soruyor. Belli ki Bahçeli hala aynı kafada. Öcalan’ı kişisel jestlerle etkileyebileceğini sanıyor.
Bahçeli’nin çıkışları ezberleri bozmak yönünde olumlu bir işlev üstlense de bu “jestlerin” İmralı’da onun umduğu ölçüde bir karşılığı yok.
Abdullah Öcalan Ortadoğu’nun en deneyimli siyasetçilerinden biri ve çözüm için ciltler dolusu kitap yazdı.
Öcalan’ın paradigması bölge halklarının kendi sorunlarını kendi arasında çözmesi gerektiği tezine dayanıyor. Öcalan meseleye “dar milliyetçi” bir çerçeveden yaklaşmıyor, Kürt meselesinin adil bir çözüme kavuşturulmasını ülkenin ve bölgenin demokratikleştirilmesinin ilk adımı olarak görüyor ve kalıcı barış için Kürtleri yapay sınırlarla birbirinden ayıran 20. yüzyıl statükosunun aşılması gerektiğini savunuyor.
Öcalan’ın tezleri biraz da ezen ulus kibrinin etkisiyle gerekli ölçüde tartışılmadı ama gelişmeler paradigmanın gayet realist bir çözüm önerdiğini doğruluyor.
“Baş müzakereci” sayın Öcalan ne istediğini tam olarak biliyor. İnisiyatifin ona geçmiş olmasında bunun da payı bulunuyor.
Bir diğer gerçek ise Erdoğan’ın masayı dağıtma şansının artık tükenmiş olmasıdır. Güvercinden şahine, şahinden güvercine “u dönüşleri” yapmak sürdürülebilir bir siyaset yöntemi değil.
“Tarihi fırsat” tespiti doğru ve bu süreç başarısız olursa Erdoğan en basitinden “tarihi bir fırsatı harcamış bir siyasetçi” olarak anılacak.
Özetle koşullar olgunlaşmış, masa kurulmuş ve tecrit kırılmıştır. Bu kez inisiyatif Öcalan’dadır ve Erdoğan’ın minderden kaçma şansı yoktur.
Kürt halkının inkar, imha ve zorla asimilasyon siyasetine karşı bir asırdır sürdürdüğü destansı direniş barışla taçlanacak ve bu barış yeni bir Türkiye’nin müjdecisi olacak. Bunu görebiliyoruz.
Öyleyse bu son düzlükteki görev, Öcalan’ın araladığı kapıyı sonuna kadar açmak için Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkesi, Alevisi ve Sünnisi ile bütün demokrasi güçlerinin omuz omuza vermesidir.
*Sosyalist Alternatif dergisi editörü