Armağan Tunaboylu’nun ‘İnci Küpeli Kadınlar’ adlı romanı Oğlak Yayınları etiketiyle yayımlandı. Yazar bir önceki Polisiye Yazarın Ölümü romanına ilmiklemiş. Elbette polisiye türün gereği olarak ilk başlarda anlamak pek mümkün değil; yazar okuyucuya kolay bir metin (kurgu) teslim etmiyor; hafıza egzersizi yaptırarak ilerliyor. Aynı zamanda önceki romanı okumayanlara da lokasyon atıyor.
İnci Küpeli Kadınlar’ı okumak ve anlamak için bir önceki romanı hatmetmiş olmanız yeterli değil elbette. Bilgisayar oyunlarındaki gibi birkaç level atlamanız gerekiyor. Bu arada hiç bilgisayar oyunu oynamamış olmam o lügatten bihaber olduğum anlamına gelmez. Neyse konumuz ben olmadığına göre romana geri dönelim. İnci Küpeli Kadınlar romanını anlamak için klasik batı müziğine aşina olmanız gerekir, kapalı mekân bitkilerinin (çiçekler) ruhunu incitmeyecek bir kişiliğe yatkın olmanız gerekir. Ve en önemlisi Johannes Vermeer’in kim olduğuna dair ortalama bir bilgiye sahip olmanız gerekir. Hayır efendim, Peter Webber’in yönettiği 2004 yapımı İnci Küpeli Kız filmini izlemiş olmanız yeterli değil. O filmi sanat aşkı ile yanıp tutuştuğunuz için izlemediğinizi biliyorum, dünyalar güzeli Scarlett Johansson için, evet, hemcins olmanız bu gerçekliği değiştirmez. Neyse konu yine dağıldı. Konu Scarlett olunca kim konu bütünlüğünü elinde tutabilir ki? Ne diyordum, Wermeer kimdir, ne zaman yaşamıştır, gözü neden hep dışarıdadır, sanatını hangi amaçlar için icra etmiştir, kimler kimler hayranıdır vs. Yani İnci Küpeli Kadınlar romanına yan okumalar yapmak zorunda bırakıyor yazar okuyucuyu.
Polisiye eleştirmek zordur
Kitabın kapağında beş adet inci küpenin sallanması romanın göbeğinden, merkezinden alınmıştır; en azından bu kadar spoiler vereyim. Zira bilen bilir polisiye roman hakkında konuşmak, yazmak, eleştirmek oldukça zordur. Herkesin polisiye okuma gerekçeleri farklı olmakla birlikte kimisi ve belki de çoğu katilin kim olduğunu öğrenmek için okuyabilir benim aksime. Yeri gelmişken belirteyim, polisiye iyi edebiyat olduğu için okuyorum. Kurgu, gizem, gerilim, entrika, cinayet lezzetli bir dille yazılmadıkça okuyucu başka türe yönelebilir. Ki bunu hiçbir polisiye yazarı istemez. Aslında ister ama istemez. Peki İnci Küpeli Kadınlar romanının yazarı bu lezzeti oluşturmuş mu, yakalamış mı? Tereddüt etmeden evet diyebilirim.
Her sabah ayrı bir gündemle uyanmak
Roman hiç gündemimizden düşmeyen kadına şiddet konusunu etraflıca kurguya dâhil ederken, durun bakalım burası kuzey ülkelerinde bir yer değil. Burası her sabah başka bir gündemle uyandığınız, gündem sarhoşu olduğunuz bir coğrafya. El alemin bir yılda gördüğü, şahit olduğu olayları sen bir haftada yalayıp yutuyorsun. Bu da sende toksik etkisi yapıyor, dolayısıyla öyle kuru kuruya bir tek kadına şiddet deyip geçemezsin. Buraya gelene kadar ve buradan çıkana kadar ortada çok ciddi bir adaleti satın alma olayı var, çetelerin fink attığı bir ülke var, pedofili var, ensest ilişki var, basının ve medyanın olayları örtmesi, dezenforme etmesi var, sağlık sektörünün nasıl ticarileştiği var. Gördüğünüz gibi, var evladı var. Peki, bunlardan azade kadına şiddeti işlemek mümkün mü? Yazar buna kalın harflerle kocaman bir HAYIR demiş olay örgüsünde.
Vicdanlı karakterler
Aslında roman bir tek soru soruyor: Polislik vicdandan azade olmak mı demek? Adaletin ve hukukun yetersiz kaldığı, yanlış gördüğü ve yorumladığı yerde insan olmamızın en büyük erdemlerinin devreye girmesi yanlış mı? Görevin kutsallığı ne anlama geliyor? Gazeteciliğin ilk sorusunu bu mesleğe uyarlıyor yazar. Polis olabilirsin ama ya gördüklerin, bile bile izleyecek misin? Sen seyirci değilsin diyerek bazen Komiser Berkun İstanbullu bazen Semra karakteri üzerinden okuyucunun yüreğine su serpiyor. Bu da romanı heyecanlı kıldığı gibi mutlu son filmlerinin mantığını daha iyi anlamamızı sağlıyor.
Öncelikleri, incelikleri olan, temizlik ve hijyen takıntılı Berkun İstanbullu’nun omzunda salya sümük ağlayan meslektaşı Ercan’dan rahatsız olmaması karakteri sahici kıldığı gibi Devrim’e sahip çıkması da ne kadar vicdanlı olduğuna işaret ediyor. Karakter davranışlarında bir tutarsızlık olmaması o karakteri kanlı canlı karşımıza oturtuyor. Aynı durum Semra karakteri için de geçerli; feminist olduğunu anladığımız Semra’nın şiddet gören kadınlar karşısında empati kurarak polis olduğunu unutması… Ercan’ın amiri Berkun İstanbullu’nun arkasında konuşması, hakkında hiç iyi şeyler düşünmemesi ve sevmemesine rağmen kızgınlığını bir tarafa bırakıp aksiyonun ortasındaki amirine el uzatması… Kısacası İnci Küpeli Kadınlar romanının başrollerinde vicdanlı insanlar var. Fakat eski solcu, türlü türlü badireler atlatmış, cezaevinde yatmış, yokluk, yoksulluk görmüş ve bir şekilde bunlarla baş etmiş, direnerek bugünlere gelmiş Uğur Bosnalı’nın başına gelenler, direnmeyi kendine bir hayat tarzı olarak seçmiş biri için yanlış bir son olduğu kanaatindeyim.
Ülkeyi aslında kim yönetiyor?
Romanın alt sorularından biri: Bakan değiştikçe çete liderlerinin saygınlığının da değiştiği, çakarlı lüks araçlarla trafiğe takılmadan yaşayan çeteler acaba çakarlı aracı sadece trafiğe takılmamak için mi kullanıyorlar yoksa başka nimetlerden de yararlanıyorlar mı? Bir diğeri de, dürüst ve cesur gazeteci her zaman vardır. Bir gün biri çıkar kurumlar içinde, hükümetin kademelerinde dönen pazarlıkları, kirli oyunları mutlaka yazar, yazar da peki bu cesur ve dürüst gazeteciye layık görülen sefil bir hayat mı olur her zaman, bunun karşılığı bu mudur?
Yan hikâyelerle okuyucunun dikkatini karıştırıp başka yöne çekerek hep tetikte tutan yazarın İnci Küpeli Kadınlar romanı, devletin çeteler tarafından nasıl parsel parsel branşlara, türlere ayrılarak iş bölümü yapıldığını, paraya boğularak yönetildiğini gösteren türünün iyi bir örneği.