Türkiye’nin saldırılarının Kuzey ve Doğu Suriye’de aynı zamanda ekolojik bir tahribat yarattığını ifade eden Berivan Ömer, en sık karşılaşılan sorunun hava kirliliği olduğuna dikkati çekti
Dünya nüfusu son 50 yılda iki katına çıktı. Nüfusun 2050 yılında 11 milyara ulaşacağı öngörülüyor. Bu artış beraberinde ekolojik krizlere de neden oluyor. Bu krizlerin başında suya erişememe ve birçok bitkinin yok olması geliyor.
UNESCO’nun BM-Su adına 22 Mart 2024’te yayınladığı rapora göre; bugüne kadar 2,2 milyar insan güvenli içme suyuna, 3,5 milyar insan ise güvenli ve temiz suya erişemiyor. Rapora göre, Birleşmiş Milletler’in 2030 yılına kadar bu hizmetlere evrensel erişimi sağlama hedefi henüz gerçekleştirilmiş değil.
Dünyada yaşanan “su krizi” Kuzey ve Doğu Suriye’de de yaşanırken, Cizîr Kantonu Belediyeleri Mahalli İdareler Kurulu Eşbaşkan Yardımcısı ve ziraat mühendisi Berivan Ömer, konu hakkında NÛJINHA’ya konuştu.
‘En büyük sorun savaş ve ekolojik kriz’
Türkiye’nin saldırıları sonucu son 10 yılda Kuzey ve Doğu Suriye’de birçok ekolojik tahribatın yaşandığını belirten Berivan Ömer, “Bölgemizde en sık karşılaşılan sorunlardan biri, savaşta şehirlerin tahrip edilmesi ve sonrasında yaşanan hava kirliliği. Yapıların çoğu çimentoyla inşa edildiği için yıkım sırasında salınan gaz iklim üzerinde olumsuz etkilere neden oluyor. Bölgemizde en büyük sorun savaş ve ekolojik krizler. Savaşta kimyasal silahların kullanımı insan varlığını ve tüm çevreyi tehdit ediyor. Toprak zarar görüyor, insanların, hayvanların, bitkilerin hayatı söz konusu. Bu nedenle bugün dünyanın doğayı koruması gerekiyor. Günümüzde ormanların yüzde 20’si yanmış durumda. Tamamen yanarsa artık insanlar yeryüzünde yaşayamayacak” dedi.
‘Çevre sorunu coğrafi ve siyasi sınır tanımıyor’
Çevre sorununun coğrafi ve siyasi sınır tanımadığını söyleyen Berivan Ömer, sözlerini şu şekilde sürdürdü:
“O gün geldiğinde doğaya verilen zarar tüm dünyayı etkileyecektir, dolayısıyla 2024 Temmuz ayı, bundan önceki en sıcak Temmuz olacak. Tüm dünyanın sıcaklıkla karşı karşıya kalması, insanların ölümüne neden olması anlamına geliyor. Suyun ve toprağın kurumasıyla birlikte küresel gıda güvenliği de etkileniyor. İklim değişikliği nedeniyle artık eskisi gibi üretim yapılmıyor ve bu da ekmek arzını etkiliyor. Dolayısıyla bu sorun tüm dünyayı ilgilendiriyor. Nehirlerden suların kesilmesi nedeniyle insanlar yer altı sularına yöneliyor. Artık kuyuların açılması yeraltı suyunu da bitirecek.”
3 ülke arasındaki su anlaşması
Irak, Suriye ve Türkiye arasında Fırat Nehri’ne ilişkin su anlaşmalarına dikkat çeken Berivan Ömer, üzerinde mutabakata varılan ve sonra değişen hususlara değindi. Berivan Ömer, “1987 yılında Suriye, Türkiye ile ‘Fırat su paylaşımı anlaşmasını’ imzaladı. Anlaşmada Ankara, Suriye’ye yıllık saniyede 500 metreküp verme sözü vermişti, ancak bu miktar geçtiğimiz yıllarda yarıdan fazla azalarak bazı zamanlarda saniyede 200 metreküpe düştü” ifadelerine yer verdi.
‘Şu ana kadar Türkiye’den hesap sorulmadı’
Suriye’nin enerji kaynağının Fırat Nehri’nden karşılandığını sözlerine ekleyen Berivan Ömer, “Su azaldığında jeneratör kullanmak zorunda kalıyor, bu da yine hava kirliliğine neden oluyor. Şu ana kadar Türk devletinden uluslararası alanda hesap sorulmadı, bu sorun sadece Kuzey ve Doğu Suriye ile ilgili değil, küresel bir sorun. Bunun dışında evleri dere kenarlarında olan insanlar yer değiştirmek zorunda kalıyor ve göçler yaşanıyor. Bunlar insani sorunlardır ki, uluslararası standartlarda siyasi sorunlar olsa bile bir devletin suyu başka bir devlete karşı silah olarak kullanması mümkün değildir” diye belirtti.
‘Fırat Nehri her zaman siyasi amaçlarla kullanıldı’
Fırat Nehri’nin suyunun her zaman siyasi amaçlarla kullanıldığını hatırlatan Berivan Ömer, Türk devletinin nehrin üzerine baraj yapımının suyu kirlettiğini ve azalttığını söyledi. Baraj yapımı ile birçok yerleşim yerinin yok olduğunu, bunun yanında tarihi yerlerinde sular altında kalkığını ifade eden Berivan Ömer, Fırat suyunun temiz kalması ve su akışının engellenmemesi için birçok uluslararası kuruma rapor gönderdiklerini ve göndermeye devam edeceklerini söyledi. Berivan Ömer, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Suyun kesilmesi halkın yaşamını etkiliyor. Su olmayınca insanlar göç etmek zorunda kalıyor. Elektrik kesintileri oluşuyor. Hastane ve fırın gibi temel hizmet alanları kullanılamaz hale geliyor. Elektrik olmayınca kullanılan jeneratörler hava ve ses kirliliğine neden oluyor. Türk devletinin ve DAİŞ çetelerinin ve Türk devletinin saldırıları ile bölgemizdeki doğa da zarar gördü. Ayrıca su kesintisi ile de karşı karşıya kaldık. Doğamızı yeşillendirmek üzerine projelerimiz var. Doğamızı korumalıyız. Bu herkesin sorumluluğudur.”
‘Türkiye işgal ettiği yerlerde ekolojik kıyım yapıyor’
Serêkaniyê, Girê Spî ve Efrîn işgalleri sırasında büyük bir ekolojik kıyım ve doğa katliamı yaşandığına vurgu yapan Berivan Ömer, “İşgalci Türk devleti, soykırım yapıyor. Onlarca ağaç kesiyor ve kestiği ağaçları başka ülkelere satıyor. Bu başlı başına bir suçtur. Efrîn’de yarım milyon ağacın kesildiği belirtiliyor. Bu ağaçlar Türk kentlerine götürüldü. Bu da bir suçtur. Türk devletinin ayıbıdır,” dedi ve doğaya verilen zaralar karşısında deprem, sel gibi olayların oluştuğunu hatırlatarak, “Doğaya zarar verirseniz, kendi çıkarınıza göre tasarlarsanız, doğa da size karşılık verir” sözlerini ekledi.
‘Kadın Devrimi ekolojik devrimdir de aynı zamanda’
Kuzey ve Doğu Suriye’de gerçekleşen Kadın Devrimi’nin aynı zamanda ekolojik bir devrim olduğunu da söyleyen Berivan Ömer, konuşmasını şöyle tamamladı: “Ekoloji, yönetimimizin temel ilkesidir. Bizim sistemimizde halk kendi doğasını korumakla sorumludur. İnsan doğanın bir parçası olarak görülür. Kuzey ve Doğu Suriye’de doğanın ve canlıların insanlardan farklı olmadığını, insanın doğanın merkezi değil, her şeyi onun için kullanması gerektiğini her zaman belirtiyoruz. İnsanların doğanın bir parçası olduğunu ve diğer canlılarla birbirini tamamladığını göstermek için bunu yapıyoruz.”
Haber: Sorgul Şêxo / NÛJINHA