Türkiye’nin Kuzey ve Doğu kentlerinde dönük saldırılarını ‘savaş suçu’ olarak değerlendiren YPJ komutanlarından Rohilat Efrîn, saldırıların aksine ‘Barış için bir adım atıldığında; tüm bölgede huzur oluşur’ diye belirtti
Türkiye, 23 Ekim’de Kuzey ve Doğu Suriye kentlerine dönük yeni bir saldırı dalgası başlattı. Saldırılar nedeniyle şu ana kadar aralarında çocukların da olduğu 27 kişi hayatını kaybetti ve çok sayıda kişi yaralandı. Saldırılarda fabrika, petrol rafinerleri, buğday depoları, sağlık ve eğitim merkezleri, elektrik ve gaz istasyonları ile telefon şebekeleri de hedef alındı. Ankara’daki TUSAŞ eylemi bahane edilerek yapılan saldırılar halen devam ediyor.
Mezopotamya Ajansı’ndan Fırat Can Aslan, Yekîneyên Parastina Jin (YPJ) Genel Komutanlığı üyesi Rohilat Efrîn, Türkiye’nin devam eden saldırılarını değerlendirdi.
- Türkiye sık sık farklı eylemleri gerekçe göstererek, Kuzey ve Doğu Suriye kentlerini hedef alıyor. QSD’nin açıklamalarına rağmen yapılan bu saldırıların nedeni nedir?
Türkiye’de bir kriz ve kaos süreci yaşanıyor. Türkiye, içte ve dışta derin krizler yaşıyor. Savaşı birçok yönüyle sürdürerek Kürtleri yok etmeye çalışıyor. Sürekli bölgedeki kazanımlara saldırı gerçekleştiriyor. Türkiye öyle bir noktaya geldi ki mevcut yükü taşıyacak durumda değil. Hem siyasi hem de ekonomik olarak yıkılmayla karşı karşıya. Bu yüzden Kürtlere yönelik savaşı devam ettirerek, yıkımını önlemeye çalışıyor. Ancak Kürtlerle yürüttüğü savaş Türkiye’yi kurtarmayacaktır. Hem siyaset meydanında hem de saldırılarda Türkiye devleti yıkıma doğru gidiyor.
Kürtler açısından baktığımızda; dünyanın yeni düzeninde ve Ortadoğu’da önemli bir noktada duruyorlar. Türkiye’nin temel korkusu bu. Savaş zihniyetiyle hareket eden devlet, bir yandan yıkıma sürüklendiğini görürken, diğer yandan Kürtlerin statüsünün yükseldiğini fark ediyor. Türkiye bundan korkuyor, Kürtlerin statü sahibi olmasından korkuyor. Bundan dolayı Kürtleri tasfiye etmek istiyor. Türkiye’nin en büyük korkusu, Kürtlerin hak ettikleri yerde olmalarıdır. Kürtler, kendi öz güçleri ve verdikleri bedellerle kazanımlarını koruyor. Kürtlerin mücadelesi yeni Osmanlıcılık hedeflerini engelliyor. Ankara’daki saldırı buraya dönük saldırılara bir bahane olarak görülüyor. Ancak herkes biliyor ki saldırıların sebebi Ankara saldırısı değil, buradaki siyasi, askeri ve toplumsal kazanımlardır. Herkes biliyor ki Rojava’dan Ankara’ya bir saldırı olmamıştır.
Bu kazanımlarını yok etmek için bahane üretiyorlar. Bu durumu doğru temelde değerlendirmek lazım. Efrîn ve Girê Spî’nin işgal edilmesinden bu yana saldırılar durmadı. Zihniyetlerinde işgal var. Eğer toprakları işgal edemiyorlarsa saldırılarla bir tıkanıklık yaratmak istiyorlar. Sınırsız ve ahlaksız bir şekilde, çocuklara ve sivillere yönelik saldırılar oluyor. Savaşın da ahlak kuralları vardır ancak Türkiye’nin saldırılarında bu yok. Şu an saldırı altındaki yerlerde halkımız, bütün kazanımlardan mahrum bırakılması amaçlanıyor. Devam eden saldırılarda halkın temel ihtiyaçları olan buğday, su ve elektrik istasyonları hedef alındı. Halkımızın kendi topraklarında huzur bulması istenmiyor. Saldırılarda hedef alınmayan sivil alan kalmadı. Bu, halkımızın topyekûn yerinden edilmek istenmesidir.
- Bir yandan İsrail’in Gazze’deki saldırılarına tepki gösteren, diğer yandan Kuzey ve Doğu Suriye’de benzer saldırılar gerçekleştiren bir iktidar var. Siz de saldırılarla halkın yerinden edilmek istendiğini söylediniz. Bu ikili yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu esas olarak özel savaş yöntemidir. Saldırılar ile halkımızın göçe zorlanması hedefleniyor. Bu süreçte hem maddi hem de manevi zarar oldu. Gazze’de, Filistin’de katledilen çocuklar için Türkiye her gün eleştirilerde bulunuyor. Ancak son 3 gündür yapılan saldırılarda, Kuzey ve Doğu Suriye’deki sivil halkımız, özellikle Tel Rıfat’taki insanlar hedef alındı. Kurumlarımızda çalışanlar hedef alındı. Halkı korkutup özgürce nefes almalarını engellemek istiyorlar. Bu anlamıyla biz savunma güçleri olarak her yönüyle saldırılara karşılık verdik ve bundan sonra da bu saldırıları cevapsız bırakmayacağız. Bu açıdan kendimize ve halkımıza güvenimiz var. Kazanımlarımızı koruyacağız. Özel savaş yöntemlerini sürdüren Türkiye, var olan bütün gerçeklikleri ters yüz ediyor. Yürüttüğü özel savaş yöntemlerini maskeleyerek yapıyor. Bu saldırılarla maskeleri bir kez daha düştü. Özel savaş yürüten güçlerin maskesi bir kez daha düşmüştür.
- Saldırılara karşı koalisyon güçlerinin tutumu nedir?
Türk devleti her gün Rojava’da savaş suçu işliyor. Uluslararası kurum ve kuruluşların Türk devletinin saldırılarına ses çıkarması lazım. Bu anlamdaki sessizlik, Türkiye’yi cesaretlendiriyor. Türkiye’nin Kürdistan’daki savaş suçlarından dolayı uluslararası bir mahkemede yargılanmasının zamanı geldi. Artık cezasını çekmeli. Sadece Kuzey ve Doğu Suriye’ye bile baktığımızda işgal altındaki tüm bölgelerde demografik bir değişim söz konusu. Her gün hırsızlık yapılıyor, tutuklama ve işkenceler yaşanıyor. Türk devleti, işgali altındaki bölgelerde katliam, yok etme, kimlik ve kültürü değiştirme siyaseti yürütüyor. Yıllardır ortak iş (koalisyon güçleriyle) yapıyoruz. Bu ortaklık kararında yürümeli. Ama buna karşı sessizlik hali Türk devletine saldırılarını sürdürmesi için kapı aralıyor. Bu sessizlik aynı zamanda farklı saldırı kapılarını da açıyor. Hiçbir şey Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırıların gerekçesi olamaz. Koalisyonun “meşru müdafa” açıklamasını da talihsizlik bir açıklama olarak görüyoruz. Neye karşı meşru hak? Yapılan eylemin (TUSAŞ) Kuzey ve Doğu Suriye’yle ilgisi yok.
- Saldırılar sonrası Kuzey ve Doğu Suriye yönetiminden “meşru savunma” açıklamaları ve uyarıları yapıldı…
Üçüncü Dünya Savaşı sadece bizim bölgemizde değil, tüm dünyada yıllardan bu yana sürüyor. Daha da sürecek. Bu savaş sonuçlanmayacak. Onun için devam eden ve ileride yaşanacak saldırılara karşı kendimizi savunacağız, mücadeleyi yükselteceğiz. Savunma birliklerini büyüterek, halkımızla birlikte topraklarımızı ve devrimin kazanımlarını savunacağız. Son 8-9 yıldır Efrîn, Gri Spî, Serêkaniyê işgaliyle birlikte halkımız saldırı altında. Türk devletinin saldırıları, esasında devrimin kazanımlarına karşı. Devrimin felsefesini, kültürünü, iradesini yok etmeyi amaçlıyor. Buna karşı elbette savunma güçleri olarak doğru öncülüğü yürütüp, kazanımları ve topraklarımızı savunacağız. Bugüne kadar hazırlık yapmamış olsaydık ya da halk savunması olmasaydı kazanımlarımız kısa sürede sonlanırdı. Hiçbir saldırı bizi korkutamayacak. Hiçbir saldırı bizi topraklarımızdan da çıkaramaz. Bu anlamda, bu günden sonra da tedbirlerimizi alacağız. Zamanında yanıtlar vereceğiz. Bu hazırlıklarımız tüm yönleriyle sürecek.
- Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırıların sürdüğü bir dönemde Türkiye’de “yeni süreç” tartışmaları yürütülüyor. Söz konusu tartışmalar ile saldırıları bir arada ele aldığınızda neler söylersiniz?
Yapılan açıklamaları, tartışmaları bizler de basından öğreniyoruz. Yorumlaması ve eleştirilmesi için henüz erken. Kürtler, yıllardır özgürlük ve irade için mücadele ediyor. Bu mücadele, büyük savaş ve bedellerle yürütüldü. En başında mücadeleyi sürdüren ve savunan elbette ki Önder Apo’nun fikir ve felsefesidir. Önder Apo, yeni paradigma ve fikirlerle devrime öncülük etti. Bu anlamda ne halkımız ne de demokrasi ve özgürlük isteyen halklar bundan kaçmaz. Böyle bir sürecin başlatılması, demokrasi ve barış yolunda yürütülmesi herkes için çözüm olur. Eğer barış ve demokrasi kanunlarla yürütülürse elbette barış adımları tüm halklar için değerlidir.
Barış için bir adım atıldığında; tüm bölgede huzur oluşur. İster kriz ve tıkanmışlıkla karşı karşıya olan Türk devleti olsun, ister İran olsun, ister Irak ya da Suriye olsun. Daha iyi bir sonuç çıkaracaktır. Böylesi adımlar, tüm dünyadaki ülkelerde sorunlara tartışma cesareti de verecektir. Suriye’yi kurtaran da bu olacak. Suriye’yi kurtaran da temel demokratik kanunlar olacak. Demokratik bir Suriye’nin oluşması da bu adımla olur.
Halkımıza dönük saldırılar ağır. Ancak ısrar ve iddiamızı sürdürüyoruz; bölgemiz ve tüm Kürdistan’da saldırılar ne olursa olsun savunma güçleriyle halkımızı ve kazanımlarımızı savunabiliriz. Bedeli ne olursa olsun savunmaya devam edeceğiz. Ne özel savaş ne de saldırılar bizi korkutamaz. Kuzey ve Doğu Suriye’de ağır bedeller verdik. Bu bedellerle halkımız bugün ayakta. Bu bedeller, Türk devletinin korkmasına yaradı. Verdiğimiz bedeller ve kazanımların çözüm ve barış için temel çare olmasını umuyoruz.
HABER MERKEZİ