Hızla değişiyor ölümler ve ölümlerden ölüm beğenmeler. Biçimler, sesler, çağırmalar, çağrışımlar, bakışlar ve görmeler de değişiyor. Hayat ıstıraplı bir yoldur denilmiş, ardından fısıldamışlar; yaşamak güzel. Sonra güzele bedel, yaşamaya engel bulmuşlar. Güzeli yaşamak veya yaşamayı güzellemek, güzelleştirmiyor ölümü ve dünyayı.
Gelmişliğimiz, geçmişimiz, geleceğimiz ve geçecek oluşumuz buradan, bizi buralı yapmıyor. Alışmak, ehlileşmek, evcilleşmek peş peşe patlayan tabancalar gibi. Dünya ölülerden geçilmiyor. Ama insan ölümlerden geçiyor, ölümleri peşinde bırakıyor. İnsan yaşadıkça her şey arkadan geliyor ve bu bir yazısız kanun.
Renklerimizi bile boyadılar. Öyle bir zamana denk geldik. Birilerinin sesi duyulmadı, birileri hor görüldü, birileri onları vurdu. Dünya böyle değişti. Kelimelerimizi bile yeniden yazıp, harf düşürdüler ve harp çıkardılar. Anlamları çalıp taklitler ürettiler. Dünya böyle okundu ve yanlış yaşandı.
Eskiyen şeyler var ama eskide kalamayan şeyler de var, insanlar gibi. Yollar ve yıllar geçer, bir an bir anımsama ile her şey yeniden yazılır, tekrar edilir ve rüyası görülür. İnsan bir karnaval, geçmişte olanlar şimdi bir arada ve hem yas var hem de şenlik var. İnsan dünyadadır, dünyada olandır.
Her şeyin bir ağırlığı var, bir başkası taşıyamaz, biri de taşımaya değmez bulur. Karşılaşmalar, yaşanmışlıklar ayrı ayrı birleşiyor insanla ve zamanla. Gitmek bir efsane, kalmak bir masal, dönmek bir kehanet gibi gelir insana. Durmaya inanır birileri, bir başkası sağır olur duyduklarından ve dünya artık sessiz bir akıştır.
Bir şeyler hep hüzne benzer, aurası yeterdir. Eşyanın tabiatı, insanın maneviyatı birbirine bakıyor ve her yerde yansıyor. Aralıksız birbirine benziyor her şey. Abartılı taklitler, naylondan heyecanlar, sırıtan maskeler, hesaplı yanaşmalar, sınırlı varışlar ve hepsi herkesleşiyor.
Umutlar bir şemsiye olur bir yerde, bir başka yerde ise mayın tarlası. Her adım bir son adım olma ihtimalini yanında taşır. Zaten biz her şeyde bir sır ararken birer mateme gömüldük. Kırılmak, kanıksamak, kahrolmak hep aynı cümlede kuruluyor, sadece özneler değişiyor. Ötesi berisi hep gördüğümüz ve bıraktığımız gibi.
Eşi benzeri görülmemiş vaatler, beklenmeyen sözler, herkesi kendi zindanında yakaladı. İnsan yakalandığı yerinden vurulurmuş, bundan böyle herkes yarasını taşıyarak yol ve rol alırmış. Geçmişten gelen bir kehanet değil, baştan oynanan bir oyun ve alkışlarla tezahüratlar yükseliyor yine herkesten.
Sakin bir dünya, sevgi dolu bir yeryüzü tahayyülüne karabasanlar çöktü. Kendi dünyasında yalnız yaşayanlar, başkasının dünyasına el atanlar, yeni başlangıçlara gebe kalanlar, bir hizada. Sıra sıra gidenler, tek tek gelenler bir istatistik karalaması. Oysa başlangıçlar yepyeni sonlar içindi ve herkes bunun içindi.
Başka çağlar devrilmeli, bu çağ da devrilmeli ve sonra belki devrimler çağı gelir. Anların sıcaklığı, hasret kalmanın soğukluğu mevsimleri dinlemiyor. Zaman geçen bir şeydir, insan getiren birileridir. Haller ve ahvaller geçidi yapılıyor durmadan. Ta eskilerden beridir biz en önce düşlerimize sığınırız, sonra sığmayız ve kovuluruz. Olsun, yeni yollar yeniden gitmekle başlar.
Haftanın kitap önerisi: Toni Morrison, Sula / Çeviren: Yeşim Seber, Sel Yayıncılık