Öncelikle Dersim-kırım politikaları ekseninde bir kanunla şehrin isminin resmiyette “Tunceli” olarak değiştirilmesine ve bu kanun eşliğinde Dersimlilere büyük bir katliam yaşatılmasına rağmen, yaklaşık 90 yıldır Dersimlilerin kalp ve beyinlerinden hala Dersim isminin sökülüp atılamadığını hatırlatmak gerekiyor
Asil Benler
Horasan ismi “güneş ülkesi, güneşin yükseldiği yer” gibi anlamlar içermekte. Hilafet ordularının Mezopotamya halklarına yönelik seferlerinin başlamasıyla beraber çok çeşitli muhalif çevrelerin sığındığı ve buradan çeşitli direniş yöntemleri örgütleme uğraşına giriştiği bir coğrafya. Kültürel ve idari hegemonya kurmaya yönelik gelişen fetih saldırılarına karşı, tek direniş merkezi olmasa dahi, dönemin Aryenik inanç toplumsallıkları ve derviş ve erenlerin bu bölgede konumlanarak düşünsel, teolojik, kültürel ve pratik açıdan direniş örgütlediklerini tarihsel okumalarda görmek mümkün. Kürt kökenli Ebu Müslim Horasanî öncülüğünde gelişen isyan, yoğunlaşan zihinsel ve eylemsel örgütlenme faaliyetlerinin zirve hali olarak ortaya çıkar. Bu alanda gelişen yoğunlaşmalar ile birlikte Horasan’da eski ve yeni inançlar arasında sentezleme yöntemleri açığa çıktığı gibi, köklü batıni düşünce ekolü yaratabilmiş bir tarihsel gelenek de oluşturulabilmiştir. Bu açıdan mistik bir çekim merkezi haline geldiğini de söyleyebiliriz.
“Güneş ülkesi” Horasan tüm bu dikkat çeken tarihsel arka planına rağmen yaklaşık bir asırdan fazladır, bir halkın tarih-şimdi-gelecek üçgenindeki kaderinin karartılması sürecinde aleyhte bir araç haline getirilmiştir. Rêya/Raa Heq Kürt Alevilerine yönelik gelişen bu kimlik karartma hamleleri her dönem yeniden üretilerek tekrar tekrar hortlatılmakta. İttihat ve Terakki’nin Turancı ideolojik fideliğinde yetişen kimlik karartma hamleleri, Sümerlerden başlayarak her kültürel gelişmeyi kendi hanesine yazmakla meşhur olan Türk Tarih Kurumu’nun laboratuvarlarında pekiştirilir. Bu çarpıtmanın Baha Said’den Hasan Reşit Tankut’a, Fuat Köprülü’den günümüze kadar uzanan uzunca bir tarihi var.
Bilindiği üzere günümüz Türkiye’sinin ulus devletleşme süreci teklikler üzerine kurgulanmış ve halklar ve inançlar mozaiği olan Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında kanlı süreçlerin yaşanmasına sebebiyet vermişti. Egemenliğin kimliksel zemini olarak esas alınıp araçsallaştırılan Türk ve İslam (Hanefi) kimlikleri ile ötekileştirilen her toplumsal gruba tek tipleşme dayatılmıştı. Başta Ermeniler, Rumlar, Süryaniler ve Kürtler olmak üzere, kadimden beri bir arada yaşayan birçok halk için ortak tarihsel yaşam alanları tam bir kültürler ‘mezarlığına’ çevrilmiştir.
Dersim, Rêya/Raa Heq süreğine bağlı Kürt Alevilerin ikrarbendlik açısından bağlı oldukları en önemli merkezdir. Hiyerarşik bir bağlanım olmanın ötesinde el ele, el Hakka düsturunun döngüselliği ile çeper Dersim diyebileceğimiz birçok Kürt Alevi yerleşkesiyle aşiret ilişkileri ve Ocak sistemi aracılığıyla güçlü toplumsal bağları vardır.
Farklılıkları demokratik bir algılayışla zenginlik görmenin yerine tehdit olarak algılayan ve farklılıkların tarihsel yaşam alanlarını kolonyal bir hevesle egemenliğinin yayılma alanı olarak hedefleyen ulus-devletleşme süreci, Dersim’i, taşıdığı kimliklerden ve yukarıda belirttiğimiz stratejik öneminden kaynaklı hedef haline getirmiştir. Kayıtlara geçen 108 askeri sefer ile ‘zapt edilemeyen’ Dersim, 1937-38 süreçlerin de ağır bir fiziki soykırım saldırısına maruz kalmıştır. On binlerce Dersimli acımasızca katledilmiş, binlercesi de sürgüne gönderilmişti. Geride bir şekilde sağ kalanları “kılıç artıkları” olarak kayda geçen devletçi akıl, asimilasyon politikalarını sistematik bir şekilde işleterek Dersim’in “Türkleştirilmesi ve İslamlaştırılması” sürecini nihai zafere götürmek istemiştir.
Yatılı bölge okulları, asker kökenli şahıslara evlatlık verilen Dersimli çocuklar, zorunlu iskan politikası ekseninde Dersimlileri çeşitli yerlere asla çoğunluk olmayacak şekilde serpiştirme, bölgeye Türkçe konuşan memurların atanması ve Alevilik ve Kürtlüğün yasaklanarak “medeniyet dışı” gösterilmesi gibi birçok yöntem uygulanmıştır. Asimilasyon politikalarına ideolojik zemin oluşturmak adına da tarihi gerçekler alt-üst edilerek ‘avcının aslanların tarihini yazma’ durumu en ileri düzeyde devreye koyulmuştur.
Horasan gerçeğinin tersyüz edilmesi ve Dersim
Horasan tarih çarpıtması bu girişimlerden en çok revaçta olanı olarak önümüze çıkmaktadır. Avcı hikayesi aslana, “Horasan’ın bir Türk yurdu olduğunu, Dersimlilerin de Horasan’dan gelen öz be öz Türkler olduğunu” uzuncadır anlatmaktadır. Bu hikayenin dinleyicisinin bir hayli fazla olduğunu da inkar etmemek gerekir. Çünkü resmi ideoloji ekseninde üretilen bu anlatı aynı zamanda bir şekilde işbirliğine çekilen birçok ‘inanç öncüsü’ tarafından da hakikatmişcesine savunuldu.
Horasan girişte vurguladığımız üzere, güçlü bir batıni ekolün tarihsel olarak ortaya çıktığı önemli bir alandır. Dersimli evliyalar, dervişler ve talip topluluğu Horasan’ı bu öneminden kaynaklı önemli bir motive merkezi olarak görmüştür. Tarihsel vurguların ve değer atfetmenin alt zemininde bu önemli özelliği yatmaktadır. Her düşünsel ekolden farklı farklı halklar ve inançların yararlanabileceği gerçeği gibi, Horasan ekolü de tek teolojik-felsefik bilgi üretim yeri olmasa dahi halkların, inançların beslenebildiği bir alan ve çekim merkezlerinden biri olmuştur. Horasan’ın bu misyonu, Batı İran bölgesinden başlayan fetih ve işgal saldırıları karşısında, Kuzeydoğu İran mevkiinde bulunmasından kaynaklı görece denetim ve ulaşımın zayıf olmasından ötürü güvenilir bir alan olarak algılanmasıyla da doğru orantılı bir durumdur. Tahakkümünü kurumsallaştıran Hilafet dönemi için de aynı gerçeklikler dile getirilebilir.
Daha erken dönemde ise bu kez Safevilerin, Özbek ve Türkmen akınları karşısında merkeze olan mesafe uzaklığı ve farklı cephelerde savaşa girmesinin getirdiği asker kıtlığı faktörlerinden kaynaklı kontrolde tutmakta zorlandığı bir bölge haline gelmiştir Horasan. Safevilerin Çemişgezek beyliği ile kurduğu ilişkiler aracılığıyla Dersimli kimi aşiretlerin sınır bekçiliği yapması için Horasan’a gönderildiği, belli bir süre orada kaldıktan sonra birçoğunun geri geldiği ve ayrıca o alanda kalmaya devam edenlerin güncele kadar yansıyan varlığı da birçok belge ve araştırmayla gün yüzüne çıktı. Yani bir gitme, kalma ve geri dönüş hikayesi söz konusu. Ayrıca tarihsel araştırmalar çok daha önceleri de Horasan alanında Gor Kürtlerinin varlığını teyit edebilmektedir.(1)
Bu gerçeklere rağmen Horasan tarih çarpıtması kimlik erozyonu yaratma maksadıyla her defasında yeniden tekrarlanmakta ve bir öğütme makinesi misali Dersim’e dair tüm kültürel, inançsal ve ulusal değerleri yok etmek üzere gündemde tutulmaktadır. Yaklaşık bir senedir Dersim şehir girişine “Anadolu’nun Horasan’ı Tunceli” yazılaması yapıldı. 16-17 Ekim’de ise Aleviliğe atanmak istenen bir kayyum misyonuyla oluşturulan Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı, Diyanet, Valilik ve Munzur Üniversitesi işbirliği ile aynı tanımlama ile bir sempozyum gerçekleştirildi.
“İtalya’yı kurduk, şimdi sıra İtalyanları yaratmakta” cümlesinde ortaya çıkan ulus-devletçi zihnin sosyal Darwinci toplum mühendisliği, başta Kürtler olmak üzere bu coğrafyada yaşayan birçok farklı halkın üzerinde homojenleştirme siyaseti olarak yürütülmektedir. Dersim’e de bu tekçi akıl ekseninde yeni tanımlar yapılmak isteniyor ve Dersim’e bu tanımlar üzerinden bir asimilasyon stratejisi ile yaklaşılıyor. Aynı zihin dünyası Dersim’i, “37-38 sürecinde Tunceli’yi kurduk, şimdi sıra Tuncelilileri yaratmakta” bağlamıyla ele almakta ve tekrardan Dersim’e bir kimlik dayatmasında bulunmaktadır.
Hedeflenen “Tunceli’yi ve Tuncelileri yaratma” stratejisi dahilinde son on yıl içerisinde şehrin seçilmiş iradesine el konulmuş, doğa katliamı projelerine alan açılmış, şehrin çevresi aynı strateji ekseninde restore edilmek istenmiş, bazı cadde-sokak-park-meydan isimleri yeniden adlandırılmış, inceltilmiş bir göç ettirme politikası ile şehir özellikle genç nüfustan arındırılmış, dışardan çok sayıda “yabancı” şehre davet edilmiş ve ekonomi demografi bozumu ile birlikte yeniden kurgulanmıştır.
Dersimli günümüzde kendi topraklarında azınlık hale getirilmek, şehir merkezinde küçük bir çarşıya sıkıştırılmak ve burada boğulmak istenmektedir. Dikkatli bir gözlemle Sihenk (Atatürk) mahallesinin başta demografik yapısı olmak üzere her alanda yeniden kurgulanışının, Dersim kent merkezi olarak bilinen çarşı ve yakın yerleşim yerlerini kendi içinde hızlıca gettolaştırdığını görmek ve hissetmek mümkün.
Tüm bu politikaların ideolojik varyantında üniversite ve zaptedilen merkez Cemevi stratejik roller üstlenmiştir. Üniversite bünyesinde Dersim’e sürekli olarak sonu -loji’lerle biten alanlarda araştırmalar yapıldığının şaşaalı vurgusuyla bilimsellik örtüsü ile süslenen toplumsal secereler çıkarılmak istenmekte ve Cemevi ve etrafında kümelenen şahıslar aracılığıyla bu secereler topluma enjekte edilmeye çalışılmaktadır. Gerçekleşen sempozyumun hedefleri ve basına yansıyan içeriği bu çabayı çok net bir şekilde dışavurmaktadır.
Dersim kendi hakikatiyle var olmaya devam edecektir
Genel olarak Alevisizleştirme ve Kürtsüzleştirme denklemleriyle özetleyebileceğimiz politikalar ile Dersim’e yönelik “sel harekatlarının” aralıksız bir şekilde sürdürüldüğünü görmekteyiz. Sel, bir su baskını olayı olarak nasıl ki önüne kattığı her şeyi kendisiyle beraber sürükleyip götürüyorsa, asimilasyon politikalarına da böylesi bir anlam biçilmektedir. Tertele dönemindeki askeri seferlere “sel” isminin verilmesi bu açıdan tesadüf değil. Dersim’in dili, kültürü, inancı, sosyalitesi ve toplumsal hakikatine dair her şeyini “sel” harekatları ile sürükleyip önce Dersim’den dışarı atmayı, daha sonrasında tamamen ortadan kaldırmayı amaçlamaktadırlar.
Öncelikle Dersim-kırım politikaları ekseninde bir kanunla şehrin isminin resmiyette “Tunceli” olarak değiştirilmesine ve bu kanun eşliğinde Dersimlilere büyük bir katliam yaşatılmasına rağmen, yaklaşık 90 yıldır Dersimlilerin kalp ve beyinlerinden hala Dersim isminin sökülüp atılamadığını hatırlatmak gerekiyor. Güncelde de kültürel soykırımı hedefleyerek yapılan benzer tanımlamaları Dersimlilerin kabul etmeyeceği ve coğrafyalarına dair kendi hafıza ve kalplerinde var olan gerçekliği yaşatmaya devam edecekleri şüphesizdir. Dersim, “Anadolu’nun Horasan’ı” tanımlamaları gibi dışardan kendisine yüklenmeye çalışılan misyonlara sığmayacak kadar berrak bir tarihe sahiptir.
Dersim sayısız dervişe sırr-ı mekan olmuş bir yer; Hardê Dewreş, Axa Pîroz’dur. Doğa, inanç ve etnisite ikrarlaşmasıyla manaya kavuşmuş ruhu olan bir coğrafya; Jar û Diyar, Kirmanciye’dir. Rêya/Raa Heq süreğine bağlı Kürt Alevilerin serçeşmesi, yaşam pınarıdır.
Önemli bir direniş geleneğine sahiptir. Tarihsel kodlarında zulmün önünde diz çökmeyi ret eden güçlü bir kültürel damar vardır. Zulüm ve asimilasyon politikaları nasıl ki aralıksız bir şekilde sürdürülüyorsa, Dersim’de varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama refleksleriyle direniş geleneği de her daim devriye halinde ve diridir. Beseler, Sey Rızalar, Cive Kejîler, Şahan Ağalar, Alişer ve Zarifeler bu mirası en güçlü temsil eden öncülerdendir.
Dersimlinin kendine ait tanımları var. Dersimli kendini ve coğrafyasını tanıyor. Özgün varoluşsal gerçekliğini değiştirmeye yönelik her hamleyi ağır yaralar almasına rağmen bugüne kadar boşa çıkarmayı nasıl başardıysa, son süreçte karşı karşıya kaldığı politikaların kıskacından sıyrılıp, toplumsal doğasına uygun şekilde yaşamaya devam etmesini de bilecektir. Çünkü Dersimli tüm zihin bulandırma çabalarına rağmen kendi toplumsal seceresini bilmekte ve resmi mühürlü yapay soy secerelerine iltimat etmeyecektir.
Elbette ki tarihsel direniş damarına yaptığımız vurguları rehavette bekleyen bir kadercilikle ele almamalıyız. Kuşku yok ki bu durum biz Dersimlileri büyük kaybedişe sürükleyecek yanılgılı gaflet durumlarını ortaya çıkarır. Yönelimler oldukça kapsamlı ve sistematiktir. Gelenek eğer mirasa doğru ölçülerle sahip çıkılıyorsa yaşar. Dersim’e, Dersimliler olarak her birimizin sahip çıkması gerekmektedir.
Bu gerçeği gören bir yerden bir an önce demokratik siyasetin yöntem ve araçlarını en güçlü şekilde kullanarak asimilasyon politikaları ile mücadele etmek üzere bir araya gelmeli, örgütlülük ve ittifak düzeyimizi güçlendirerek yönümüzü coğrafyamıza dönüp büyük resme bakmalı ve Dersim’in tüm yaralarını sarma hedefini önümüze koyarak tahrip edilen bütün değerlerimizi yeniden inşa etme cüretini gösterebilmeliyiz.
Pir Seyid Rıza ve yoldaşlarının dar ağacında katledilmelerinin yıldönümü olan 15 Kasım süreci yaklaşmakta. Bu süreci her sene yapılanların çok daha ötesinde güçlü karşılamak ve Dersim’in karakteristik diz çökmeyen tavrının bir kez daha diri olduğunu göstermek, kültürel soykırım politikalarına karşı geliştirilecek önemli bir tutum olacaktır.
Dersîm bê wayîr niyo!
Dersîm bê xwedî nîne!
Bknz:
1-https://demokratikmodernite.org/kurtlerin-horasan-gocleri/