“Mesele Şili halkının oylarıyla verecekleri karara terk edilemeyecek kadar önemli. Yanı başımızdaki bir ülkenin halkının sorumsuzluğu yüzünden komünizme kaymasını elimiz kolumuz bağlı izlemek anlamsız.”
ABD dış politikasının mimarlarından Henry Kissinger’ın 1970’lerde söylediği bu sözlerden Şili ibaresini çıkarıp herhangi bir ülkenin adını koyun, durum değişmez. Geçen yüzyıldan beri adına “sandık demokrasisi” denilen düzenin dünyanın efendilerinin gözündeki değeri bundan ibarettir. Bugün bile örneğin Türkiye’de açıkça ortaya koyulan tez basittir: Halkın kaderi halka bırakılamaz!
Kasaplar toplantısı
1975 yılında, Şili’nin başkenti Santiago’da bir araya gelen çete reisleri de tam böyle düşünüyorlardı işte. Kadro muhteşemdi doğrusu: Şili diktatörü Augusto Pinochet başta olmak üzere Güney Amerika’nın bütün kasapları oradaydı! Sırasıyla Paraguay’da 1954, Brezilya’da 1964, Arjantin’de 1966-1976, Uruguay’da 1971, Bolivya ve Şili’de 1973 yıllarında hepsi de CIA denetiminde askeri darbeler gerçekleşmişti; hepsinde de katliamlar ve işkenceler birbirini izlemekteydi. Bu koşullarda ortaya çıkan kirli ittifak ilişkisinin mimarı da tabii ki, Kissinger başta olmak üzere ABD yönetimiydi.
Aslında ABD ve cunta gizli servisleri arasındaki işbirliği zaten baştan beri hep vardı; daha doğrusu zaten Latin Amerika’daki birçok ülkenin ordusu, polisi ve istihbarat teşkilatları CIA tarafından örgütlenmişti. 1970’lerde Fort Bening’deki Savunma Bakanlığı’na bağlı çalışan işkence okulu ‘School of the Americas’tan mezun olmayan bir darbe generaline rastlamak neredeyse imkânsızdı. Ancak, 1960’lar, 70’ler itibarıyla ortaya çıkan tabloda, artık yeni bir unsur vardı: Küba! Kıtadaki devrimci hareketleri tetikleyen, onların gelişimi için her türlü enternasyonalist çabayı gösteren Küba’nın yaydığı enerji karşısında eski usul “işbirliği” biçimleri yetersiz kalıyordu.
İnsan hakları? O da ne?
İlk adımlar 3 Eylül 1973’te Caracas’ta düzenlenen Amerikan Orduları Konferansı sırasında atıldı. Mart 1974’te ise Şili, Uruguay ve Bolivya’nın polis kuvvetlerinin temsilcileri, Arjantin’in ev sahipliğinde bir araya geldi. Nihayet 25 Kasım 1975’te Arjantin, Brezilya, Bolivya, Şili, Paraguay ve Uruguay’ın askeri istihbarat şefleri, Santiago’da Plan Condor’u (Akbaba Operasyonu) resmen yarattılar.
5 Ekim 1976’da, “Ne kadar hızlı olunursa o kadar başarılı olunur” diyordu Kissinger. Plan aslında tek bir maddeden oluşuyordu. Kıtanın neresinde olursa olsun, bütün sosyalistleri, devrimci hareketleri ve her türlü muhalif kişi ve kurumları ezmek, herkesi susturmak. Anlaşmaya göre, her faşist rejim, sadece kendi sınırları içindeki muhalif güçlerle uğraşmakla yetinmeyecek, toplam olarak tüm devrimci hareketlere savaş ilan ederek kıta çapında, hatta dünyanın başka yerlerinde de operasyonlar yapacaktı. Süreç boyunca, her ülkedeki faili meçhul cinayet, kontra faaliyeti ve kayıpların yanında, Condor’un mimarları, çeşitli ülkelerde onlarca suikast gerçekleştirdiler.
Daha sonraları, Clinton döneminde yayınlanan belgelerde, CIA’nın bütün bu cinayetlerin arkasında olduğu açıkça kanıtlandı. 1992’de Paraguay’lı muhalif avukat Martin Almada’nın başkentin dış mahallelerinden birinde bulduğu 5 ton ağırlığındaki gizli belgelere göre operasyon, bölge ülkelerinde toplam 50 bin kişinin ölümüne, 30 bininin kaybolmasına yol açmıştı.
Yargılamalar neyi değiştirdi?
Bilanço, aslında bundan daha ağırdı. Sadece Arjantin’de 30 binden fazla kayıp vardı. Şili’deki kurban sayısı son olarak 40 bin olarak açıklanacaktı. Uruguay’da korkunç işkencelerden geçirilen Tupamaroların çoğu öldürüldü ya da zindanlarda çürütüldü. Bolivya’daki işkence kurbanları hala yakınlarını arıyor. Paraguay iç savaşta nüfusunun neredeyse yüzde yirmisini (300 bin kişi) yitirirken, Peru, Kolombiya ve Venezuela’da yaralar hala sarılamadı.
Sonraları, bütün bu ülkelerde diktatörlük dönemi görevlileri kısmen yargılandılar; hatta 2016’da özel olarak Condor Planı yargılandı ve mahkûm edildi ama katledilen binlerce insan geri gelmedi.
Bütün bu olup bitenlerin Güney Amerika dışındaki ayağı ise hiç söz konusu bile edilmedi. Örneğin, Türkiye’de 1970’lerde yıldızı parlayan faşist örgütler ve 90’larda kurulan kontr-gerilla çetelerinin hangi operasyonun parçası olduğunu soran bile olmadı. Hesap sormaya çalışanlar ise her Cumartesi lacivert bir duvarla karşılaşıyor.