Vazgeçmenin cürmü kiminle ve neyle kıyaslanabilir, diye bir soru dolaşıyor. Kalpten beyne giden tüm yollarda çukurlar açılmış. Bir uğultu bedenden ruha doğru yükseliyor. Birileri yön tayin eder, birileri de yollarını gizler. Hayat sorularla başlıyor, cevaplarla devam etme mecalini buluyor.
Şarkılara kan bulaşmış, şiirlere ölüm, resimlere mezar. Biz bu kadar kırmızı ve her yer yeşilden bozma nereye? Mahcup edilmiş izahlar, hüzne gömülmüş ayrıntılar ve ömür biçilmiş mutluluklar peş peşe düşüyor ve bir daha hatırlanmıyor. Kaygıların ölüme sürüklediği suçların hesabı yok, ederi yok. Heder ediyor, derbeder ediyor, derdin kendisi oluyor.
Bazı acılara adresler lazım, bir gün tekrar dönmek için. İnsan hatalarını da taşıyarak yürür ve her an karşı karşıya gelebilir. Bazı ayrılıklara zamanlar lazım, insan ağrılarını da taşıyarak yürür ve bir zaman gelir her şeyi unutabilir. Biraz mevsimler değişsin, ağrılar yer değiştirsin, sık sık yoklamak için.
Boşluğunda bir dünyanın ve içindeyiz. Biz zaten en başından beri içindeydik ve içerideydik. Kışkırtılmış anlamlar gittikçe kısırlaştı. Yetişememek bir çağa, yetmemek ya da, kabullenmiş bir nizam. Sert bir serüven lazım bu çağa, bu zavallı hayata. Düşlerde kalan bir mevzu sanki ve yaşanmıyor eskisi kadar.
Beklentilerin hüsranı, belirsizliğin kuşatması, belkilerin yenilmesi birdenbire ve art arda yağabilir. Mevsimler de şaşar bazen, yılları yollara kavuşturur. Gitmek, gitmemek, her biri kendi masalında devam eder. İnsan istilacıdır, zamanı da mekanı da istila edebilir. İnsan her şeydir, her şey de beklenir.
Yanlış başlangıçların laneti hüküm sürüyor. Sonlara gitmeliyiz diye bir imdat fişeği, sonlara inanmalıyız diye bir feryat ya da sonlardan da vazgeçmeliyiz diye bir cüret. Belki de yaşadıklarımız yaşanmıyor sanılıyor ve öyle sayılıyor. Kayıp bir çağa rast gelmenin bedbahtlığıdır yaşadıklarımız. Kabus gibi, uyanmak için ve uyandırmak için biraz da.
Cesaretin ve esaretin aynı cümlede kurulduğu bir zamanda yaşamanın ağırlığı var. Cennetlere cinnet karışmış bir dünyada kalmanın travması var. Düşlemek bazen düşürür bir yerlerden, düş kurmak dağıtır bazen. Somutla soyut aynı aynada birbirine bakıp kahkaha atar. Tarih ilk bakışta karnaval. Coğrafya bir bakışta izdiham ve isyan. Hayat arada kalmış, hep arada kalan.
Gidenlerin izleri, kalanların mahcubiyeti, sırların kendini faş etmesi yakışıyor artık, hem de herkese. Suçlara ortak olmak, cezalara kaçamak bakışlar her yeri gözlüyor. Bakmanın ve görmenin yokuşlu yollarında herkes yorgun. Akşamüstleri, gündoğumları, kuşluk vakitleri, alacakaranlıklar, birer yurt olur birileri için ve bir ev.
Bize iyi gelen ne varsa gelsin artık. Bize utanç gerek, o da gelsin. Bize inat gerek, o da yetişsin. Vardığımız burası, bizi bir yere götürmüyor. Kaybettiklerimiz, vazgeçtiklerimiz, bizim olan ne varsa, yine ve yeniden bizimdir. İstikrarlı kabahatler, ısrarlı benzetmeler, ispat edilen hezeyanlar gördüğümüzdür. Her şeyin bir ötesi, herkesin de bir berisi var.
Aynılaştığımız, ayrıldığımız, aldandığımız ne çok şey var. Her birine bir anı ve bir mezar yeri aramak lazım. Aşka ve isyana ayırdığımız zamanlarımız var, son ana kadar bizimdir ve bizimledir. Öznesini kaybeden cümleler, yüklemini yitirmiş cümleler ve noktasını düşürmüş cümleler her yerimizde, bizi tanımlar. Eksik kaldık, eski kalmayalım.
Haftanın kitap önerisi: Mihail Mihailoviç Bahtin, Karnavaldan Romana-Edebiyat Teorisinden Dil Felsefesine Seçme Yazılar / Çeviren: Cem Soydemir, Ayrıntı Yayınları