Demagojinin, laf cambazlığının, dedikodunun, haber uydurmanın, “İmralı’yla gizli görüşmeler” sansasyonlarının zamanı değil. Üçüncü Dünya Savaşı yeni bir aşamaya tırmanıyor ve Türkiye bu savaşın en tehlikeli noktasında dümeni kırık bir gemi gibi rüzgar nereden esse, dalga nereden vursa o istikamette sürüklenme tehlikesiyle yüz yüze. Kendimizi bir anda İsrail ve ABD adına İran’la çatışmanın içinde bulabiliriz. Hele bir de savaş olursa, bilin ki kazananı da kaybedeni de bugünkü savaş teknolojisinin yarattığı akıl almaz silahlarla harabeye döner.
Bahçeli’nin el sıkması, Erdoğan’ın bunu alkışlaması, Amberin Zaman’ın anında ortaya çıkıp yaptığı İmralı haberleri, bizim cenahtan kimilerinin “bir şeyler pişiyor, ama ne pişiyor?” diye merak yaratan konuşmaları, bütün bunlara dayanarak TV ekranlarında yazılan akla hayale gelmeyen senaryolar karşı karşıya olduğumuz büyük tehlikelerin ciddiyetiyle bağdaşmıyor.
Ciddi olalım.
En çok da CHP Genel Başkanı Özgür Özel ciddi olmalı. Son grup toplantısında şöyle dedi: “Bu parti demokratik bir açılım yapmak için DEM’den çağrı beklemeyecek. Bu parti gelecek hafta genel başkanıyla yöneticileriyle Batman’da olacak, Diyarbakır’da olacak, Van’da olacak. Bu parti orada açılan yumruklar sıkılsın diye değil eller birbirine kavuşsun diye, artık daha fazla şehit gelmesin diye üstüne düşen ne varsa yapacak. Kimsenin şüphesi olmasın.”
Üzerinize ne düşüyor? “Üzerimize ne düşüyorsa onu yaparız” demekle olmuyor. Önce üzerine düşenin ne olduğunu söyleyeceksin, sonra üzerine düşeni nasıl yapacağını anlatacaksın. “Bu parti demokratik bir açılım yapmak için DEM’den çağrı beklemeyecek.” Çok güzel. Demokratik açılım yapmak için ondan bundan çağrı beklenmez zaten. Beklemeden demokratik açılım yapacaksın. Yapıyor musun? Nasıl bir açılım yapıyorsun?
Özel “Batman’da, Diyarbakır’da, Van’da olacağım” diyor. Oralarda herkes var, ordu var, korucu var, “açılımı” yasaklayan Vali var, ajan var, muhbir var, mafya var. Bir sen eksiktin, sen de ol. Ol ama orada cesaretle ne yapacaksın? “Dolmabahçe’de devrilen masayı yeniden ayakları üstüne oturtacak mısın, yeniden Öcalan’la müzakere edecek misin, TBMM’de DEM Parti’yle, çözümden ve barıştan yana kim varsa hepsiyle bu müzakerenin sonucunda ortaya çıkacak çözümü yasalaştıracak mısın? Mesela Öcalan’ın üstündeki tecridi kaldıracak mısın, çeyrek asırdır hukuksuz İmralı’dan, mesela “ev hapsine” çıkaracak mısın, ardından Mandela gibi özgürlüğünü tüm siyasi tutsaklarla birlikte tanıyacak mısın? Gerillanın Öcalan’ın işaretiyle Türkiye’de savaşa son vermesi karşılığında Kürdistan’ın her tepesindeki, her şehrindeki, her ilçesindeki ve her köyündeki kalekolları söküp, işgal kuvveti gibi yığılmış silahlı unsurları geri çekecek misin?” Bunların hepsi “yumruk”, yumruğunu açıp Kürt halkına elini uzatacak mısın?
Sahnede olanlar, Özel’inden, Bahçeli’sine, Bahçeli’den Erdoğan’ına kadar, bunların tümünün el kol hareketlerinin, konuşmalarının, “cesaretli açılım”larının önemi yok. “Bahçeli ellerini sıktı, bakalım DEM Parti ne yapacak, o bir şeyler yapınca bakalım Demirtaş ne yapacak, o da bir şey yaptığında bakalım Kandil ne yapacak, Kandil bir şey yaptığında bakalım İmralı ne yapacak?” diye eli değnekli ekranda komiklik yapan kişilerin oynadıkları oyunların da hiçbir önemi yok. Bırakın bu sayılanların ne yapacağını, siz şu soruya cevap verin:
Türkiye Cumhuriyeti ne yapacak? Türk devletinin ne yapacağına cevap verin ki, saydıklarınızın da o cevaba karşı verecekleri cevap ortaya çıksın. Kürt özgürlük hareketi Öcalan’ın ağzından bin defa ne yaptığını, ne yapacağını, ne yapmayacağını açıkladı. Bu konuda bilinmeyen hiçbir şey yok.
Kürtler ne yapacaklar? Mesela Anayasanın üçüncü maddesinde dile getirilen “devletin, milleti ve ülkesiyle bütünlüğü” konusunda ne yapacaklar? Ve aynı konuda ne yapmayacaklar? Duymadınız mı? Duymamazlıktan mı gelmektesiniz? O halde bir de ben hatırlatayım: Kürt halkı, “devleti DEMOKRATİK CUMHURİYET yapacak, o demokratik cumhuriyetin devletinin milletini, ülkede kim yaşıyorsa onların DEMOKRATİK MİLLETİ olarak yeniden inşa edecek, ülkeyi ise yalnız sizin değil, hepimizin ORTAK VATAN’ı haline getirecek. O zaman “böyle” bir devletin, “böyle” bir milletiyle ve “böyle” bir ülkesiyle BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜĞÜ’nü hepinizden çok savunacak.
Ne yapmayacak? Apaçık: Türkiye’yi bölmeyecek. Suriye’yi bölmeyecek. Irak’ı bölmeyecek. İran’ı bölmeyecek, hepsinin sınırlarının dokunulmazlığı temelinde, aradaki sınırları tıpkı Şengen sınırları gibi “silikleştirecek”, isteyen bu dört devletten her birine vizesiz seyahat edecek, sermaye de emek de bu ülkelerde serbestçe dolanacak. Böylece hem parçalanmış Kürdistan birleşmiş olacak, hem de şimdi Üçüncü Dünya Savaşı’nda birbirinin boğazına yapışmak üzere olan bu devletler Ortadoğu Ortak Evi’nde barış, huzur, güvenlik ve refah içinde birleşecek: Kürtler buna KONFEDERALİZM diyor.
Demek ki Kürtlerin ne dediği belli. Belli olmayan bu çözüme karşı devletin, bu arada Özgür Özel’in ne dediği.
Sahi ne diyorsunuz?
Ne diyeceğiniz savaşın tırmandığı şu esnada büyük önem taşıyor. Çünkü:
Türk devletinin “Misak-ı Milli” macerası Başur Kürdistan’ında hüsranla sonuçlandı. 2010 Arap Baharı’ndan istifade ile tüm Ortadoğu’da güç merkezi olma savaşı yenilgiyle sonuçlandı. Ülke tek adam rejimine ve yıkıcı bir ekonomik krize sürüklendi.
Şimdi sıra İsrail ve Amerika’da. Yani NATO’da.
Amaçları belli: Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’ye, Irak’a ve Suriye’ye verdikleri, İkinci Dünya Savaşı’nda yeniden İran’a teslim ettikleri bütün Kürdistan parçalarını verdikleri gibi geri alacaklar. Onu parçalanmış sömürge olmaktan çıkarıp, kendi bütünsel sömürgelerine dönüştürecekler. Ortadoğu halklarının tüm petrolüne, enerji hatlarına, daha önemlisi su yollarına, Fırat ve Dicle’ye el koyacaklar. Sizlerin orduları yerine İsrail’in, ABD’nin, Britanya’nın ordularını yerleştirecekler. Petrolün ve suyun vanasına nöbetçiler dikecekler. Vanayı kapattıklarında bırakalım petrolsüzlükten insanların karanlıkta kalmalarını, tarlaları kurutacaklar, insanları bir dilim ekmeğe, bir damla suya muhtaç edecekler. Yani devasa Kerbela gibi.
Sınırlar değişecek. Siz PKK’den korkarken, İsrail ve Amerika PKK’yi yok edip, ülkelerinizi küçültecek.
Neden bunları yapacaklar?
Çünkü Kürdistan’a egemen olmanın tüm Ortadoğu’ya, giderek tüm Kuzey Afrika’ya ve tüm Kafkasya’ya hakim olmanın en kestirme yolu olduğunu biliyorlar. Ve öyle bir Çin tehdidiyle karşı karşıyalar ki, öyle derin bir kriz batağındalar ki, artık Kürdistan’ın tek bir çakıl taşını bile hiçbir ülkeye vermeyecekler, kendi ceplerine atacaklar.
Bu amaçlarına ulaşabilirler mi? Orasını bilemem. Ama şu anda “çözüm mözüm” diyerek ortamı cıvıklaştıranlara şöyle diyebilirim: “Ya ulaşırlarsa?”
Durum böylesine ciddidir. Ciddi durumda ciddi olunur. Şu anda Türk devleti de, devrimci Kürdistan özgürlük hareketi de “yaklaşan tehlike” karşısında eşit haklı, tarafların onurlarına ve çıkarlarına saygılı bir çözüm ve barış temelinde “uzlaşma” ya da kaosa yuvarlanma ikilemiyle karşı karşıyadır.
Siz böyle bir uzlaşmaya Kürt tarafı hazırken, Erdoğan’ın, Bahçeli’nin hala Kürt halkını “teslim” alma ve iktidarlarını devam ettirme oyunlarına karşı çıkmalı ve Kürt halkıyla, onun örgütleriyle omuz omuza demokratik bir çözümü savunmalısınız.
Batman’da, Diyarbakır’da, Van’da milyonlarca Kürt’le el sıkışmaya ömrünüz yetmez. Yol yakın. Öcalan’ın demir parmaklıklar ardından uzattığı ele elinizi uzatın. Bu elde Türkiye’deki Türkler, Kürtler, Aleviler, bütün halklar için, bölge için, barış için bir cankurtaran simidi var çünkü.
Öcalan son çaredir.
Ciddiyetsiz gevezelikle kaybedilecek zaman yoktur.