Kürt müziğinin sevilen sesi Mehmet Atlı ile 30. sanat yılını konuştuk:
İçimden geçip de yapamadığım şey daha özgür, daha barışçı ilişkilerin olduğu, daha demokratik bir ülkede şenlik dolu, festival dolu bir 30 yıl yaşamaktı ki bu bildiğiniz nedenlerden ötürü gerçekleşmedi. Herkes için müzik ve sanat, istediğim kadar ve istediğim biçimlerde birincil gündemler arasına girmedi
Ahmet Güneş
Bizim gibi coğrafyalarda zamanın değeri ve akışı hep bir farklı olur. Bir gün bazen bir günden fazladır ve yıllar bazen de bir asrı dolduracak denli yoğun geçer. Mevzu Kürtler ve Kürt müziği olunca elbette farklı etkenler de devreye giriyor. Yasaklar ve inatlar peş peşe bir şeyler bırakıyor geride. Kolay değil çünkü sömürgeleştirilmiş ve asimilasyona uğramış bir halkın dilinde müzik yapmak, edebiyat yapmak yani üretmek ve hep bir taşı bir başka taşın üstüne koymak.
Kürt müzisyen Mehmet Atlı da sanat hayatında çokça üretimler gerçekleştirdi. Kendisini ilkin memleketim Derik’te bir Newroz kutlamasında sahnede görmüştüm. Sanırım aradan 15 yıla yakın bir zaman geçti. Geçti ama söyledikleri ve yazdıkları kaldı geride ve hâlâ da bırakmaya devam ediyor.
Biz de Kürt müziğinin sevilen sesi Mehmet Atlı ile 30. sanat yılını konuşmak istedik. Geçmişte müzik gruplarıyla şarkılar seslendiren ve tanınan Atlı, yıllardır ürettikleriyle kendi kitlesini oluşturmuş durumda. Şairlerden besteler yapan, kendini yenileyen ve geniş bir dinleyici kitlesine ulaşan Atlı’nın 30. sanat yılı yönetmenler tarafından çekildi ve bir belgesele dönüşecek. Ayrıca bu yıla özel albümler de dinleyicilerle buluşacak ve bir şarkı kitabı da okurla buluşacak. Mehmet Atlı, gazetemizin sorularını yanıtlayarak sanattaki 30 yılını ve Kürt müziğini değerlendirdi.
- Öncelikle 30. sanat yılınız kutlu olsun ve niceleri olsun. Nasıl geçtiğinden bahsedebilir misiniz?
Teşekkür ederim; hem kutlamanız hem de bu söyleşi daveti için. Yoğun geçiyor. İlkbahar aylarında bölgemiz kent ve kasabalarında konserlerimiz olmuştu. Diyarbakır, Dersim, Mardin, Kulp, Nusaybin, Batman, Tatvan, Varto ve Şırnak’ta. Bu turnemiz ve sahne arkası, sinemacılar Ali Kemal Çınar, Fatma Çelik ve Azad Doğru tarafından filme alındı; bunlar bir belgesele dönüşecek. Yaz aylarında elliden fazla solist arkadaşımızla iletişim halinde, üç plaktan oluşacak 30. Yıl Özel Albümümüzün kayıtları gerçekleşti ve ilkini 1 Eylül’de yayımladık, diğer ikisi de yakında dinleyicilerle buluşacak. Bu ay ve gelecek ay bazı Avrupa kentlerinde konserlerim olacak ve sonra bazı metropollerde bu yılın final konserlerini düşünüyoruz. Bir de şarkı kitabı yolda.
- Birçok sanatçıyla ortak etkinlik de yaptınız ve yapıyorsunuz. Nasıl gidiyor etkinlikler?
Ciddi bir sorun yaşamadık şimdiye kadar; keyifli konserler oldu ve özellikle müzisyen Mirady’nin direktörlüğünde gerçekleşen kayıt süreci beklediğimden hızlı ve koordineli gelişti. Şimdilik programımıza sadık şekilde devam ediyoruz.
- Kürt müzisyenler arasında dayanışmanın önemi nasıl ve yeterli mi sizce?
Biz iyi bir örnek yaşadık, gururlu ve mutluyum. Yalnız ellinin üzerinde solist değil, işin mutfağında emek veren aranjör, enstrümanist ve teknisyen arkadaşları da düşündüğümüzde yüzlerce kişinin emeği geçti 30. Yıl çalışmalarıma; böylesi bir sahiplenme ve dayanışma herkese nasip olmaz. Özellikle pandemi sürecinde ne kadar donanımsız bir toplumsal kesim olduğumuz bir kez daha çarpıldı yüzümüze. Konu Kürt müziği olunca başka sorun ve engellemelerin söz konusu olduğu da herkesin malûmu. Her şeye rağmen böylesi dayanışma örnekleri ile takdir görmek, bana, albümüme verdiğim isim gibi; “Na, Ne Tenê Me” (Hayır, Yalnız Değilim) dedirtiyor. Bu gibi örnekleri çoğaltmamız şart, çünkü genel koşullar zaten aleyhimize.
- Geçen 30 yıllık sanat hayatınızda içinizden geçip yapamadığınız bir şey var mı? Tersinden de soralım; iyi ki yaptım dediğiniz ne oldu, anlatabilir misiniz?
İçimden geçip de yapamadığım şey daha özgür, daha barışçı ilişkilerin olduğu, daha demokratik bir ülkede şenlik dolu, festival dolu bir 30 yıl yaşamaktı ki bu bildiğiniz nedenlerden ötürü gerçekleşmedi. Herkes için müzik ve sanat, istediğim kadar ve istediğim biçimlerde birincil gündemler arasına girmedi. Hep daha acı, daha acil gündemlerimiz oldu; ülke ve kimliğimiz bir türlü “normalleşemedi”.
“İyi ki yaptım” dediğim şey ise tüm olumsuzluklara rağmen müzikte ve Kürtçe müzikte ısrarla, sabırla üretmeye devam etmek oldu. Bu benim seçimim, yolumdu; kendi seçtiğiniz yolda yürümekten güzel ne olabilir?
- Bildiğiniz gibi 30 yıl az bir zaman değil bir sanatçı için. Dinleyicilerinizde bir fark görüyor musunuz? Varsa bizimle paylaşabilir misiniz?
Elbette ciddi değişimler oldu. Kalabalıklarla, salonlar, meydanlar, sizi izleyen, çalışmalarınızı takip eden kitlelerle olmak sanatçıyı da bir tür amatör sosyolog yapar gibidir; ya da en azından bende durum böyle. Ben müzik okuyup da kendimi müziğe mecbur hissetmedim; entelektüel ve toplumsal, siyasal ilgilerim beni müziğe yöneltti ve orada tuttu. Dolayısıyla yaşadığımız toplumsal değişimler başlıca ilgi alanlarım arasında.
Toplumların değişimi yıllık, onar yıllık süreçlerle incelenirken 30 yıl az değil, dediğiniz gibi. Giderek artan bir sahiplenme, çoğalan ve çeşitlenen bir dinleyici kitlesinden bahsedebilirim Kürt müziği için. Bir ölü toprağı vardı sanki üzerimizde, o atıldı ve şimdi dünya sahnelerinde yer bulmaya talibiz. Olumsuzluklar da var ama övünülecek gelişmeler de oldu. Kürtler ve Kürtçenin kırsallıktan kentselliğe evrildiği, temaların ve türlerin çeşitlendiği, folklorumuzun başka türlerle melezlendiği yaratıcı bir süreç görüyorum son otuz yılda. Önceleri daha politize bir kesim sahiplenip katılırken, bugün biraz daha apolitik ya da sivil diyebileceğim bir genişliğe doğru da yayıldı müziklerimiz. Ancak bu durum bizleri “piyasa” ya da “kültür endüstrisi” denen ve tuzaklarla dolu bir ortamla da hemhal etti ve yüzleştirdi. Bu, kimileri için fırsata dönüşürken kimileri için de travmatik bir deneyim demek.
- Yeni kuşak Kürt müzisyenlerini nasıl görüyorsunuz? Üretimleri veya konserleri nasıl sizce?
Bardağın dolu ve boş kısımları var. Olumlu çok örnek ve gelişme de sıralayabiliriz, bazı olumsuzlukların altını da çizebiliriz ki bence objektif bir bakış ikisini de yapmak durumunda. Biz bir kimlik, hak ve özgürlük mücadeleleri tarihi içinden tecrübe ettik, ediyoruz müzik hayatını. Ancak bir anda “piyasa” denen bir gerçeklikle de karşılaşıp yüzleşmek durumunda kaldık, dediğim gibi. Bu gibi sınavlardan iyi geçenler de var, notları kırık olanlarımız da var. “Apolitik” ya da kimlik temelli talepkâr olmayan diyebileceğim bir Kürtlük, folklorik olanı tüketme biçiminde kendini dışa vuruyor son zamanlarda. Hem müzisyenlerde hem dinleyicilerde gözlüyorum bunu. Bu olurken iyi müzikal örnekler de var, biraz tatsız olanlar da.
Bazı noktaları özellikle vurgulamak isterim; teknolojinin getirdiği imkanlar hem olumlu hem olumsuz sonuçlar üretebiliyor. Yaratıcılığın ve özgünlüğün yerini, giderek daha çok “görünürlük” ve reklam aldı. Sponsorluk destekleri konusunda hala çok gerilerde bir toplumuz. Aldığınız ya da almadığınız her biletle, internetteki her tıklamanızla dinleyici de bu süreçlerin bir parçasıdır ve sorumluluğu vardır. Sanattan ve sanatçıdan bir şeyler beklerken, “acaba benim rolüm nedir?” diye kendimize de sormamız lazım.
- Geçmişte siz de şairlerden şiirler bestelediniz. Kürt müzisyenler Kürt edebiyatından yeteri kadar beslenebiliyor mu sizce?
Pek yeterli bulduğumu söyleyemem. Yukarıda da işaret ettiğim gibi yaratıcılık ve özgünlük biraz geri plana düşünce edebiyatla ilişki de zayıf görünüyor gözüme. Geleneksel müziğimize yönelik, bazen de hoyratça diyebileceğim bir tüketicilik gözlüyorum. Buna karşılık şiir besteleme pratiği nadir.
Ben Arjen Arî şiirlerinden albüm yaptım. Berken Bereh, Evdila Pêşew, Cegerxwîn, Kamîran Elî Bedirxan, Kemal Burkay, Mazhar Kara ve Lorîn Doğan gibi şair ve yazarlardan şiirler besteledim. Kamkarların, Ciwan Haco’nun külliyatına bakın; muazzam bir edebî zenginlik, çeşitlilik görürsünüz. Yeni nesil biraz daha ilgisiz sanki.
- Bunca yılda Kürt müziğinin yaşadıkları ve geldiği yeri nasıl tarif edebilirsiniz?
Mücadele dolu ama onurlu bir yol derim. Yasaklamalar, engellemeler, sansür ve sahipsizlik… Her şeye rağmen bunun karşısında onurla dik duran bir sahiplenme ve destek de var tabii. Sanatın üretimi de tüketimi de toplumsaldır. Kimliğe, tarihe ve coğrafyaya dairdir. Geldiğimiz yer de mücadeleye devam edilmesi gereken ama yaşadıklarımızdan da dersler çıkarmamız gereken bir yer.
- Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz? Yeni eserler, albümler var mı?
30. yıl albümleri, filmi ve kitabını çıkarıp önümüzdeki turneleri tamamlamak istiyorum önce. Sonra yeni şarkılar, belki müziğimde yeni bir soluk getireceğim, yeni bir pencere açacağım bir dönem bekliyor beni. 30 yılım sahnelerde, stüdyolarda geçtiyse bile ben sanata erken başladığım için hala genç sayıyorum kendimi; hemen emekli olmaya niyetim yok.
- Kürt müziğine yeni başlayan sanatçılar için nasıl önerilerde bulunmak istersiniz?
Müzik, en genelde de sanat, bir düşünme ve iletişim biçimidir. İfade özgürlüğüdür, hissediş ve akıldır. Ayaklarını bastıkları zemini, ki bu, coğrafya, tarih ve kimliktir, iyi tanımalarını, çok okumalarını ve bizi izleyen kitlelerle iyi iletişimler kurmalarını öneririm. Alkış hem iyidir hem de yanıltıcı da olabilir. Kültürümüzün dünyada hak ettiği yerlere daha kaliteli, daha bir rafinmana kavuşmuş üretimlerle ulaşmasını hedeflemelerini dilerim.
- Son olarak gazetemiz aracılığıyla ne söylemek istersiniz?
30. yıl kutlamalarımda ve çalışmalarımda beni yalnız bırakmayan meslektaşlarıma, dostlarıma, kurumlara ve bana mikrofon uzatan, söz hakkı tanıyan sizin gibi mecralara teşekkür etmek isterim. Şarkılarıma bunca yıldır gösterdikleri ilgi ve teveccüh için dinleyicilerimi selamlamak ve teşekkür etmek isterim. İyi ki varsınız.