Abdullah Öcalan’ın demokratik modernite sistemiyle komplonun teorik anlamda boşa çıkarıldığını söyleyen Av. Emran Emekçi, Öcalan’ı sahiplenmenin kendi özgürlüğümüzü sahiplenmek olduğunu belirterek, ‘İmralı demek hepimizin kurtuluşu demektir’ dedi
Büyük Ortadoğu Projesi’yle (BOP) Ortadoğu’ya müdahaleye girişen küresel güçler, engel olarak gördükleri PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük imha ve tasfiye planlarını 9 Ekim 1998’de devreye koydu. Suriye’den çıkmak zorunda kalan Öcalan’ın Avrupa’ya gitmesiyle başlayan bu süreç, 130 gün boyunca devam etti ve son olarak özel dizayn edilen İmralı Ada Cezaevi’ne getirilerek tecrit altına alındı.
PKK Lideri Öcalan’ın avukatı olan Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Emran Emekçi, 26’ncı yılında uluslararası komplonun hedefleri, İmralı’da yürütülen tecrit sistemi ve Abdullah Öcalan’ın buna karşı geliştirdiği paradigmanın etkilerini değerlendirdi.
‘Bağımsız özgür iradeli Kürdü hazmedemiyorlardı’
Abdullah Öcalan’a dönük uluslararası komplonun temellerinin 90’ların başından itibaren atılmaya başlandığını söyleyen Emran Emekçi, “1990’lar aynı zamanda reel sosyalizmin çözüldüğü, tek kutuplu dünya düzenine geçişe tekabül ediyor. Bu anlamda Ortadoğu tek kutuplu dünyanın başını çeken ABD için bu açıdan önemli bir sahaydı. Kürtler ise 5 bin yıllık devletli sınıflar tarihinde hep nesne konumunda sömürü malzemesi olarak tutuldular. Kendi öz çıkarları için bir irade gösteremediler. Özgürlük için her yola çıkan kişi bir şekilde komplo ve iç ihanetlerle etkisizleştirip tekrar çembere alındı. Sayın Öcalan bunu ‘çember teorisiyle’ izah ederek, ‘Ortadoğu ve dünya devletleri binlerce yıldır piyon Kürdü esas alıyorlardı ama karşılarında hegemonyadan bağımsız özgür iradeli Kürdü hazmedemiyorlardı. En dost geçinen ülkeler bile en fazla istihbarat ölçütünde yaklaşıp yasallık tanımaya yanaşmıyorlardı’ diyordu” diye belirtti.
‘Özgürlük çizgisinden vazgeçilmesi dayatılıyordu’
Abdullah Öcalan’la beraber Ortadoğu’da dengelerin tekrardan değişmeye başladığını ve Abdullah Öcalan’ın liderliğini yaptığı hareketin Ortadoğu’da halklar lehine büyük bir gelişme gösterdiğini ifade eden Emekçi, bu durumun küresel güçler açısından adım adım bir tehdit olarak görülmeye başlandığına dikkat çekti.
Emekçi, “Sayın Öcalan’ın Demokratik Ortadoğu Projesi karşısında ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi vardı ve sayın Öcalan’ı da bu projeye çekmek istiyorlardı. ‘Yani halklar lehine özgürlük duruşundan vazgeç, bizim projemize gel’ diyorlardı ama Sayın Öcalan buna karşılık ilkeli tutumuyla; ‘ben özgürlük savaşçıyım, onun bunun savaşçısı olmam’ diyordu. Öcalan’ı kontrollerine alamayacaklarını anlayınca öncesinde zaten bir takım iç sızmalarla bir etkisizleştirme operasyonu başlatılmıştı. İlk olarak 6 Mayıs 1996’da Şam’da bombalı suikast ile fiziki olarak imha etmek istediler. İçeriden ve dışarıdan planlamalarla adım adım bu komplolar geliştirildi. Sayın Öcalan’ın hem içerden hem dışarıdan alanı giderek daraltılarak özgürlük çizgisinden vazgeçilmesi dayatılıyordu” dedi.
‘Birçok devletin parmağı vardı’
Abdullah Öcalan’ın kendisine dönük tüm baskılara rağmen Kürt sorununun çözümü konusundaki ısrarından vazgeçmediğini ve devamındaki süreçte Suriye’den çıkarılmasıyla beraber bu çabasını devam ettirmek için Avrupa yolunu tercih ettiğini söyleyen Emekçi, Abdullah Öcalan’ın çözüm için gittiği Avrupa’da ki 130 günlük süreç boyunca “istenmeyen adam” ilan edildiğini vurguladı. Emekçi, o süreçte yaşananları şöyle aktardı:
“Neden uluslararası komplo diyoruz? Çünkü birçok devletin parmağı vardır. Yunanistan’ın, Rusya’nın, İtalya’nın, ABD’nin, İngiltere’nin, İsrail’in, Arabistan’ın, İran’ın ve Mısır’ın. Sayın Öcalan Suriye’den çıktıktan sonra ilk olarak gittiği Yunanistan’da iltica hakkı verilmedi. Ardından gittiği Rusya’da iltica hakkı tanınmadı, İtalya ise sürüncemede bıraktı. İngiltere istenmeyen kişi ilan etti. Fransa, gelirse tutuklayacağına dair soruşturma başlattı. Almanya ‘ülkeme gelme’ mesajı gönderdi. Sonrasında havaalanlarını kapatarak Kenya’ya sürüklediler. Gerçekten her şey önceden planlanmış şekilde yönlendirdiler. Örneğin Sayın Öcalan, ‘ben kendi irademle hareket edemiyordum çünkü izin vermiyorlardı. Rusya’dan Ermenistan üzeri Kurdistan’a geçmek istedim ama önce kabul edip sonra vazgeçtiler’ diyordu. Son olarak bilinçli olarak Yunanistan üzerinden Kenya’ya sürüklediler ki Kenya Kürt halkının olmadığı ABD kontrolünde tecrit edilmiş bir bölge. Türkiye’ye teslim edilme o şekilde gerçekleşti.”
‘İstisna hukuk rejimi Öcalan ile başladı’
Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye, hukuk dışı bir kaçırma yöntemiyle teslim edildiğini ifade eden Emekçi, “11 Eylül saldırısından sonra ABD dünya çapında yeni bir istisna hukuk rejimi geliştirdi diyoruz. Aslında bu ilk Öcalan’la uygulandı. 2002-2005 AİHM kararına bakıldığında kararda, ‘Her ne kadar iade sözleşmesi vs. yoksa da Kenya hükümeti tepki göstermedi. ‘Abdullah Öcalan tüm dünya devletlerini tehdit eden tehlikeli bir kişidir dolayısıyla zimmi anlaşmalarla kaçırılabilir’ denildi. Yani istisna hukuk dediğimiz şey budur. Çünkü Avrupa da kendi hukuk sisteminin dışına çıktı. AİHM de burada korsanca kaçırmayı örtbas etti. Politik bir karardı. Hukuki güvenirliği ve insan haklarını esas almak yerine devletlerin hukuk çizgisine göre bir karar verdi. Ki bu karardan sonra Guantanamo örneğinde olduğu gibi insan kaçırmalar oldu” diye konuştu.
‘Hukuk baypas edildi’
Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişinin ardından yapılan kısa süreli yargılamalarla idam cezasına çarptırılmasını “hukukun baypas edilmesi” şeklinde yorumlayan Emekçi, “Abdullah Öcalan İmralı bir tiyatro’ demişti. İmralı’da yapılan yargılamalarda 80 klasörlük binlerce sayfadan oluşan dosyaya rağmen 1 ay gibi kısa bir sürede yapılan hızlı yargılamalarla idam cezası verildi. Bu sürede Sayın Öcalan’a savunma hakkı dahi tanınmadı. Yani her şey önceden planlanmıştı ve aslında hukuk da göstermelik oldu. Komplo Kürt ve Türk savaşını derinleştirme üzerine inşa edilmişti ve bunun üzerine çeşitli hesaplar yapılmıştı. Öcalan onların oyunlarını bozduğu için bu karar ona verdikleri bir yanıt oldu. Sayın Öcalan bu süreci, ‘Bu komploya alet olmak da bu komplonun devamıdır. Ben şuanda adil yargılanmayan, yargısız infaz altındaki kişi konumundayım’ dedi. Bu da yetmiyormuş gibi adım adım tecridi ağırlaştırıp günümüzde mutlak tecrit düzeyine ulaştırdılar” diye belirtti.
‘İmralı 3 ayaklı bir sistemdir’
İmralı Cezaevi’nin de komplonun bir parçası olduğunu ve Abdullah Öcalan’ın yaptığı görüşmelerde İmralı’nın ABD, Avrupa ve Türkiye’den oluşmak üzere 3 ayaklı bir sistemle yönetildiğini belirttiğini aktaran Emekçi, “Abdullah Öcalan’ın oradaki statüsü siyasi bir rehine statüsüydü. Sayın Öcalan İmralı dönemi için, ’Üçüncü yaşam dönemi’ der. Öcalan’a kaba bir direniş gösterip idam edilir beklentisiyle bu kararı verdiler. Bu olmayınca zamana yayıp çürütme siyasetini devreye koydular. Ama orada savunmalarıyla, demokratik modernite sistemini inşa ederek daha güçlü bir yanıt verdi. İmralı’yla öngörülen amaç da gerçekleşmeyince dış dünyayla bağını kesmek amacıyla mutlak tecridi devreye koydular” dedi.
‘Komplo hukuki boyutta devam ediyor’
İmralı’da ki mutlak tecridin uluslararası kurumların kararlarıyla da doğrulandığını söyleyen Emekçi, gelinen aşamada söz konusu kurumların mevcut tutumunun da uluslararası komplodan bağımsız ele alınmayacağına işaret etti. Emekçi, “Örneğin AİHM 2014 tarihli kararında Öcalan’a biçilen ‘ölünceye kadar hapis cezası rejimini ve İmralı sisteminin’ işkence hali olduğunu tespit etti ve kanıtlamış oldu. Ama burada ilginç olan nokta bu karar 10 yıldır sürüncemededir. AİHM’de açtığımız davalar karara bağlanmıyor. Bakanlar Komitesi yıllardır zamana yayıyor ve yine AYM’ye yaptığımız başvurular zamana yayıyor. CPT yine aynı şekilde. Yani komplonun hukuki boyutu da zamana yayma şeklinde devam ediyor. Erdoğan 2011’de yaptığı bir açıklamasında, ‘Biz bu konuda Avrupa ile uzlaştık’ dedi. Arka plan da bir uzlaşma var. AİHM, AYM, Bakanlar Komitesi, CPT hepsi zamana yayıyor. Yani birlikte kararlaştırdılar, birlikte uyguluyorlar” şeklinde konuştu.
‘İmralı’da da çözüm girişimlerini sürdürdü’
Abdullah Öcalan’ın tecride rağmen rağmen Kürt sorunu başta olmak üzere sorunların çözümü noktasındaki çabasını İmralı’da da devam ettirdiğini söyleyen Emekçi, şunları kaydetti:
“2011’lerden itibaren demokratik ulus bloku diye bir partileşmeyle Üçüncü Yol tezini geliştirdi. Üçüncü Yol teziyle biçtiği misyon şuydu; ‘Ortada bu sorunu çözme noktasında bir siyasi irade, muhatap yok. Üçüncü Yol tüm toplumsal demokrat kesimi bünyesine alarak iktidara gelsin, anayasaları değiştirsin. İmralı kapılar açılsın bu sorunu çözelim.’ Yine 2013-2015 sürecini takip edenler Öcalan’ın çabalarını hatırlıyordur. Ekoloji, kadın özgürlükçü, ekonomi, hukuk k, anayasa, demokratik siyaset, sivil toplum komisyonları gibi komisyonlar kuruldu. Bu 10 komisyonunun 10’u da mevcut yaşadığımız sorunlara çözümün getiren, Türkiye’deki şu anda çoklu kriz dediğiniz bütün krizlere yanıt veren komisyonlardı. Sayın Öcalan Ağustos 2019 tarihli son avukat görüşmesinde ‘Bu sorunu bir haftada çözerim’ derken bunu söylüyordu. Bu her zaman gündemdedir yani devlet ve hükümetler irade gösterirse çözülür, göstermezlerse orta vadede Üçüncü Yol’un iktidara gelmesiyle çözülür. Uzun vadede ise demokratik modernite sisteminin genel bölgesel küresel çapta inşa görevlerinin başarılmasıyla çözülür. Bu üçü de iç içedir ve birbirini destekleyen şeylerdir.”
‘Komplo teoride boşa düşürüldü’
Abdullah Öcalan’ın İmralı’da ortaya koyduğu duruş ve geliştirdiği paradigmayla komployu teorik anlamda boşa çıkardığını ifade eden Emekçi, komplonun tamamen sona ermesinin ise toplumsal mücadeleyle doğrudan bağlantılı olduğunun altını çizdi. Emekçi, “Sayın Öcalan açısından komplo teorik olarak boşa çıkarılmıştır. Yani savunmalarını okuyan bunu anlar. Pratikte tümüyle boşa çıkması da halkların demokratik modernite sisteminin yerel, bölgesel ve evrensel çapta inşa etme görevlerini yerine getirmesiyle ilgilidir. Komploda yer alan güçler ikna edilirse sorun çözülür. Mandela örneğinde olduğu gibi Apartheid rejimini İsrail, ABD ve İngiltere destekliyordu ama uluslararası ve iç kampanyalar bu ülkelerdeki hükümetlerin Apartheid rejiminden desteğini çekmesine yol açtı ve rejimin yürütücüsü De Klark çark etti. Mandela da sorunu çözdü. Öcalan’ın konumu da aynıdır. Bizde 10 yıl boyunca AİHM’in yaptırım uygulaması için kavga verdik ve yaptırım uyguladılar ama şunu da kabul etmek lazım; Bu yaptırım kararı uluslararası alanda Kürt halkı ve dostlarının yürüttüğü kampanyaların ürünüdür. Nobel ödüllü yazarlardan tutalım, hukuk çevreleri ve çeşitli kesimlerden CPT ve diğer uluslararası kurumlara giden mektuplar etkili olmuştur. Örneğin bunun sonucunda son olarak Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nde bu konuda yapılan son toplantıda Sayın Öcalan konusunda ara karar hazırlamayla yaptırıma giden yolu açtı ve Türkiye’ye bu konuda zaman tanıdı” dedi.
‘Öcalan’ı sahiplenmek özgürlüğü sahiplenmektir’
Emekçi, son olarak şunları söyledi:
“Gündemden düşürme, unutturma, zamana yayma taktiği izliyorlarsa bizde duyarlı şekilde gündemden düşürmeyeceğiz. Çünkü İmralı demek hepimizin kurtuluşu demektir. Sadece Kürdün değil ağacın, kurdun, denizin, suyun da kurtuluşu demektir. Ekonomik krizden çıkış, savaşın durması, savaşa giden paranın eğitime sağlığa ve gitmesi demektir. Türkiye’nin bu kapitalist hegemon tanrılara bağımlılığının son bulması ve giderek kendi ayakları üzerinde duran bir ülke konumuna gelmesi demektir. İmralı’nın kapılarının açılıp kapandığı dönemler karşılaştırıldığında dahi bu gerçekler görülebilir. O yüzden Öcalan’ı sahiplenmek ve özgürlüğünü savunmak kendi özgürlüğünü sahiplenmektir. Öcalan’ın çözüm süreçlerini hangi el sabote ettiyse o eli tanımamız lazım. O ele mahkum olup bu kriz, yozlaşma ve çürüme devam mı etsin? Yoksa artık bu ele dur mu diyelim?”
Haber: İbrahim Irmak\MA