Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi’nin gerçekleştirdiği ‘Sansür ve otosansür’ buluşmasında Yazar Fırat Can, İmralı Cezaevi’nde tecrit altında tutulan Abdullah Öcalan’a dünyada eşi benzeri olmayan bir sansürün uygulandığına dikkati çekti
Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi’nin “Sansür ve otosansür baskısında kültürel kapan” konu başlığıyla Şişli ilçesindeki Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Evi’nde gerçekleştirdiği buluşma “Kültür sanatta ihlal ve direniş biçimleri” başlığıyla forum şeklinde ikinci gününde devam etti.
Buluşmanın açılış konuşmasını gerçekleştiren Akademisyen Füsun Çataltaş Üstel, 1980 sonrası neoliberalizmin kültür politikasını tahrip ettiğine dikkat çekerek, “Sosyal devlet anlayışında kültür politikalarına ayrıcalık tanınıyordu. Ama bugün bu artık ortadan kaldırılmış durumda. Neoliberalizmle birlikte yeni bir toplum anlayışı ortaya çıktı. Artık devletler de dahil kültür ve sanat alanındaki herkes bir işletmeci olarak düşünüyor. Kamusal alan fikirleri bir tarafa atıldı” dedi.
Forumun ilk oturumu Gazeteci Reyhan Hacıoğlu’nun moderatörlüğünde “Tutsak edilen sesler” başlığıyla gerçekleştirildi. Bu oturumda Hukukçu Fikret İlkiz “Hukuk ve Sansür”, Yazar Fırat Can ise “Hapishanelerde üretim zorlukları ve sansür” başlığıyla sunum yaptı.
İfade hürriyeti yok
İlk olarak söz alan hukukçu Fikret İlkiz, Türkiye’de ifade hürriyetinin olmadığını vurgulayarak, “İfade özgürlüğü herhangi bir habere herhangi bir belgesele ulaşmaktır. İsterseniz bunun üzerine bir yorum yaparsınız. Eğer hukuk insan hakları üretmezse hiçbir kıymeti yoktur. Anayasa’nın 27’nci maddesinde herkes bilim sanat ve bilim hürriyeti maddesinden herkes sanat yapma ve yayma hakkına sahiptir. Ama 5224’üncü maddesine baktığımızda Kültür ve Turizm Bakanlığı bir engel koyuyor. Bu kanun meşru değil. Denetlemek değil destekleme diye bir kanun olmalıdır” diye konuştu.
Dünyada eşi benzeri olmayan bir sansür
Ardından konuşan Yazar Fırat Can, sansürün en yoğun uygulandığı yerin İmralı Cezaevi olduğunu ve bu bağlamda PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 43 aydır mutlak tecrit altında tutulduğunu vurgulayarak, “İki gün boyunca sansür-otosansürü konuştuk, tartıştık ama bir hakikate de vurgu yapmamak körlük olur. Dünyada eşi benzeri olmayan bir sansür 26 yıldır bir ada hapishanesinde Abdullah Öcalan’a karşı yapılıyor. Öcalan bugün toplumdan kaçırılıyor. Kimse onu görmesin, duymasın isteniyor. Bunu Öcalan’a yapmak ne kadar sansürse bu gerçeği görmezden gelmek ve dikkat çekmemek o kadar oto-sansürdür. Uzun yıllardır tüm hak gasplarının yaşandığı merkez İmralı olunca sanatçılara dayatılan sansür-otosansür kıskacına karşı çıkmak da tecrit politikalarına karşı çıkmakla başlar. Tecride karşı çıkmadan sansür ve oto-sansüre karşı çıkmak sonuç alıcı olmaz” dedi.
Cezaevindeki sansür
Can, “Hep mavi kal” adlı ilk kitabını yazdığı dönemde cezaevinde yaşadıkları sansürü şöyle aktardı: “İlk kitabımı yazarken ranza sayısı 14 kişiydi biz 38 kişiydik. Aynı yatakta dönüşümlü yatan, sırt sırta yatan arkadaşlar vardı. Üç kitap sınırı vardı. O anlamda ciddi olarak sansür var. Arkadaşıma mektup yazdım. Mektupta bazı yerleri karartmışlardı. Gazetelerde görmemizi istemedikleri haberleri kesiyorlar. Bazen gazeteleri açtığımızda karşıdaki arkadaşımızı görüyorduk. Hapishanelerde yazmak zordur. Yazdığınızı korumak zor oluyor. Aramalar oluyor. İlk kitabım ‘Hep mavi kal’ kitabımı ilk olarak 40 sayfa yazmıştım. Kürtçe yazmıştım. Hapishane yönetimi kitabı incelmek için aldı ve bir ay geçti cevap yok, iki ay geçti cevap yok, üç ay sonra kayboldu diye cevap geldi. Sonra Türkçe yazmaya başladım. Herkes yattıktan sonra gece 12’den sabah 5’e kadar yazıyordum. Bir arkadaş tahliye oldu kitabımı ona verdim. Yayınevi bir eksik var mı yok mu diye cevap da yazmadı. Orada ölsem de gam yemem diyecek insanlarla tanışıyoruz. Ben orada nice eserler gördüm cezaevinde o yazdıkları çıksa belki bir devrime neden olur.”
Forumun ikinci oturumunda Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi üyesi Sevinç Koçak’ın moderatörlüğünde Akademisyen Hülya Uğur Tanrıöver, “Sanat ve kültürde temsil dolayımıyla uygulanan sansür”, Kültür-sanat yazarı Ayşen Güven “Bağımsız sanat ve popüler kültürde kadın temsili” ve Editör Aylime Aslı Demir, “Quuer yaratıcılıkta iktidarın çoklu sureti” başlığıyla sunumlar gerçekleştirdi.
Kadın ve LGBT sansürü
İkinci oturumda ilk olarak konuşan Akademisyen Hülya Uğur Tanrıöver, şunları söyledi: “Sigara demek yasak, içki adı vermek yasak, kan demek yasak. Örtük sansür var ama açık açık sansürle karşılaşıyorsunuz. Yasakların tek başına siyasi iktidardan gelmediğini biliyoruz. İktidarlarla ufak tefek iş birliği temsil bize makbul olan budur denilerek bizim bunun dışında bir şey üretmemiz engelleniyor.”
Daha sonra söz alan Kültür-Sanat yazarı Ayşen Güven ise “Yıllardır onlarca sanatçıyla konuştum. Temsiliyetlerde kadın sorularını sormak hafife alınıyor. Birçok kurumun temsiliyeti hala erkeklerde. Birçok şiddetten kültür sanat alanı revize ediliyor. Görünürlükten öte eşitlik istemek gerekiyor” dedi.
Son olarak konuşan Editör Aylime Aslı Demir, iktidar aygıtının sadece merkezi bir şey olmadığını söyleyerek toplumsal ilişkilerde görünür olduğunu vurguladı. Demir, LGBTİ+’ların sansürlendiğinin altını çizerek, “LGBT bireylerinin dört beş yaşında beri ebeveynlerine karşı oto sansürle karşılaşıyoruz. 2015 yılından sonra özellikle Kürtler tutuklanıyor LGBT bireyler sansürleniyor” diye ifade etti.
İki günlük buluşma programının sonuç bildirgesi ise ilerleyen günlerde kamuoyuyla paylaşılacak.
Kaynak: MA