Sri Lanka’daki seçim sonuçlarını ‘Marksist başkanın zaferi’ olarak hızlıca selamlamak birçoğumuza iyi geliyor belki ama pek de aceleci olmamak lazım. Dissanayake ve JVP’nin lekeli tarihi ve bugünü pek iç açıcı değil
M. Ender Öndeş
“Onların mücadeleleri bizimkiyle aynı değil” diyor Sasikumar Ranjanidevi, “Onların istediği ekonomik rahatlama, biz ise daha değerli bir şey istiyoruz: İnsan hayatı!”
Şimdi 44 yaşında olan Ranjanidevi, 18 Mayıs 2022’de başkent Colombo’da Gotabaya Rajapaksa’nın istifasını isteyen kitlesel protestolar sürerken, Sri Lanka rejimi tarafından kaybedilmiş eşinin fotoğrafını göstererek bunları söylüyordu. Kimse pek hatırlamıyordu artık ama 18 Mayıs aynı zamanda Soykırım Günü’ydü. Sri Lanka’nın 27 yıllık kanlı savaşı 2009’da ağır bir Tamil soykırımıyla sona erdiğinde, Sinhala-Budist çoğunluklu bir ülkede Tamil etnik azınlığından olan Ranjanidevi, bir bebek, kayıp bir eş, iki kayıp erkek kardeş ve ağır bir travma ile hayatta kalmıştı.
O günlerde onbinlerce Sri Lankalı ülkelerinin gördüğü en kötü ekonomik kriz nedeniyle büyük protesto eylemlerinde buluşmuştu. Protestocuların hedefinde özellikle, iç savaşın sona ermesinden bu yana ülkeyi çoğunlukla yöneten güçlü ve varlıklı Rajapaksa ailesi vardı. Gotabaya Rajapaksa, artık “Tamil sorununu tek darbede çözen bir savaş kahramanı” değildi; hırsızlık ve yolsuzluk herkesi çok kızdırmıştı çünkü. Sonunda Rajapaksa defoldu gitti ülkeden. Yalnızca kendisi gitti ama. Sinhala milliyetçiliği onunla birlikte ülkeyi terk etmiş değildi. O yüzden olsa gerek, ülkenin en çok zulme uğrayan topluluğu olan Tamiller, protesto eylemlerinde çok fazla görünmüyordu. Ülkedeki 3 milyon Tamil’in Rajapaksa çetesini protesto etmek için her türlü nedeni olmasına rağmen durum böyleydi. Buna karşın, başkentte sesleri duyulmasa da Tamil kadınları yıllardır sevdikleri için eylemler düzenliyor, “Kayıp Anneleri” hareketi, küresel olarak tanınıyordu.
Tamiller ve ‘Kayıp Anneleri’ tabii ki çektikleri acıların sorumlusu olan Gotabaya Rajapaksa ve aile çetesinin zor duruma düşmesinden, hatta defolup gitmesinden memnunlardı ama yeni tablodan da endişelilerdi. Özellikle ayaklanmanın son günlerinde Sri Lanka’nın kötü şöhretli 57. Tümeninin komutanı olan emekli Tümgeneral Nisshyanka Ranawana ve 3. Birlik komutanı emekli General Aruna Jayasekara’nın da muhalefet saflarına katılması, bu endişeleri artırıyordu.
‘Marksist’ adayın zaferi
Ayaklanmadan iki yıl sonra yapılan seçimlerde Janatha Vimukthi Peramuna (JVP-Halk Kurtuluş Cephesi) lideri Anura Kumara Dissanayake’nin NPP (Ulusal Halk Gücü) ittifakıyla zafer kazanması, Batılı sol kamuoyunda anlaşılır bir sevinç yarattı. Türkiye dahil birçok ülkenin basınında haber “Marksist aday kazandı” başlığıyla verilirken, hırsız ve katil Rajapaksa’dan sonra Sri Lanka’nın nihayet özgür bir ülke olacağına olan umutlar yeşerdi. Şüphesiz bu, çok önemli bir gelişmeydi ama olguların arka planına bakmadan yapılan yorumlar biraz da aşırı iyimserlik anlamına geliyordu. Örneğin seçimler öncesinde Tamil Guardian’da yayınlanan bir yazıda “Sri Lanka seçimleri Tamil halkına hiçbir zaman fazla bir şey getirmedi. Sri Lanka’daki seçim sistemi her zaman Tamil halkına karşı kurulmuştur ve bağımsızlıktan bu yana bir Sinhala etnokrasisi sağlayacak şekilde yapılandırılmıştır” deniliyordu. Yazı, “Bu bizim devletimiz değil. Ve bunlar bizim sandıklarımız değil” cümleleriyle bitiyordu.
Tek ulus-tek devlet
Tamil cenahındaki bu tepkinin aşırı olup olmadığı tartışılır elbette. Ama JVP ve Dissanayake’nin ‘marksist’ tarihine bakılınca bu endişelere hak vermemek elde değil. Tamil Ulusal Halk Cephesi bu yılın başlarında, “Tamil halkına kalan tek seçenek başkanlık seçimini reddetmektir,” diyerek boykot tavrını açıklamıştı. Bir diğer güç olan Tamil Ulusal İttifakı ise sembolik bir Tamil başkan adayı çıkarmıştı. İki gücün de seçimlerden umudu yoktu; çünkü adayların hiçbiri Tamilleri ilgilendiren konularda laf bile etmemiş, kitlesel vahşetin hesabının sorulmasına hiç değinmemiş ve üstelik savaş suçlularını da kadrolarına almışlardı.
Geçtiğimiz günlerde tamil.net’te “Sinhala solcularının Lenin’in Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı tanımını dikkatlice okumaları gerekiyor” başlıklı yazıda, NPP’nin programında da, “yüksek düzeyde ulusal güvenlik” ve “birleşik Sri Lanka ulusu” adı altında üniter “tek ulus-tek devlet” politikasını ima edildiği belirtiliyor ve JVP ile Dissanayake’nin ayrıntılı özgeçmişleri veriliyordu.
Kör bir bakış
Aynı sitede yayınlanan antropolog Dr. Athithan Jayapalan’ın yazısında JVP’nin 1965’teki kuruluşu ve 1971’deki silahlı isyanı sırasında da aslında Eelam-Tamil devrimcileriyle etkileşiminin sınırlı olduğu, esas olarak çoğunluk Sinhala yoksullarının hareketi olduğu anlatılıyor ve Tamillerin federalizm talebinin o dönemde de JVP liderliğinde karşılık bulmadığı belirtiliyor. Verilen cevap, daha çok olası JVP iktidarında komün tabanlı bir sistemle siyasal çözüm getirileceğiydi. Tamil ülkesinin sömürgeleştirilmesi açıkça gözardı ediliyor ve kaba saba bir ‘sınıf savaşı’ çağrısı yapılıyordu. Bu konuda farklı tutum alarak Tamillerin kendi kaderini tayin hakkına sahip olduğu görüşünü savunan JVP merkezi lideri Lionel Bopage ise JVP’den ihraç ediliyordu. Bopage, JVP’nin 1982 seçimlerinden sonra şovenist güçlere nasıl yenik düştüğünü açıklarken, şöyle diyordu: “Bu politikayı (Tamil haklarını tanıma)1982’ye kadar sürdürdük, seçimden sonra durum değişti, yoldaş Rohana’nın aldığı oy sayısı çok kötüydü. JVP içinde, bu yenilgiyi, kendi kaderini tayin hakkını kabul ederek benimsediğimiz ulusal sorun politikamıza bağlayan bir eğilim vardı. Sinhala halkının JVP’ye oy vermemesini buna bağladılar.”
JVP’nin bundan sonraki tarihi ise çok açıkça ‘askeri çözüm’ destekçiliğinden, Tamillerin her türlü özyönetim hakkının reddine kadar bir dizi anti-marksist tutumu ve politikayı içeriyor. Dahası parti, savaş suçlarıyla ilgili uluslararası soruşturmalara, Tamillere yetki devri verilmesine sürekli karşı çıktı ve Sri Lanka ordusunun soykırım kampanyası sırasında onu destekledi.
Devletlû bir tutum
Dr. Jayapalan, yazısında şunları da söylüyor: “JVP, Eelam-Tamillerin karşı karşıya kaldığı ulusal baskı ve soykırımın tarihsel yörüngesine hiçbir durumda itiraz etmemiştir. Kendi kaderini tayin hakkı için mücadele eden ezilen bir ulusla dayanışma içinde olmaktan bahsetmiyorum bile. Dahası, Lenin ve Marx’a ritüelistik yakarışlarına rağmen, JVP, Lenin’in özellikle ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkı hakkındaki temel tezini sürekli olarak bilerek veya bilmeyerek ihmal etmiştir. Yeraltından çıkıp 1994’te siyasi parti olarak kaydolduklarından ve o zamanki Başkan Chandrika Kumaratunga’nın LTTE’ye karşı savaşını desteklediklerinden beri, Sinhala şovenist güçleriyle aynı çizgide olurken, emperyalizmin hizmetindeki baskıcı devletin parlamento politikalarına sürekli olarak katıldılar.”
‘Ayrılıkçı terör’e karşı!
JVP’nin yeni kuşak siyasetçilerinden olan Dissanayake de aynı politikaların savunucusu durumunda. 2000 yılında milliyetçi liste sistemi aracılığıyla parlamentoya giren Dissanayake ve JVP, LTTE ile 2002 barış görüşmelerine karşı çıkan katı Sinhala milliyetçileriyle aynı çizgideydi. Parti 2004’te açıkça ateşkes karşıtı bir platformda kampanya yürüterek ve Mahinda Rajapaksa ile Birleşik Halk Özgürlük İttifakı (UPFA) olarak bilinen bir ittifak kurarak öne çıktı.
2004 yılında iktidardaki Birleşik Halk Özgürlük İttifakı (UPFA) koalisyonunun bir parçası olan JVP, Tamil soykırımıyla sonuçlanacak askeri çözümü tam olarak destekledi ve devam eden barış müzakerelerine karşı çıktı. Tamil Elam Kurtuluş Kaplanları (LTTE) ile Sri Lanka hükümeti arasında 2002 yılında ateşkes anlaşması ilk imzalandığında da, anlaşmaya karşı çıkan parlamenterler arasında Dissanayake vardı ve “LTTE’nin adada ayrı bir devlet kurmak için temel attığını” söylüyordu. Anlaşmaya karşı defalarca protesto gösterileri düzenledi ve 2003’te 116 kilometrelik yürüyüş gibi JVP mitinglerine öncülük etti. 2004’te 35 bin kişinin ölümüne neden olan tsunamiden sonra Sri Lanka hükümeti tsunamiyi bir savaş silahı olarak kullanmak ve Tamillere yardım etmeyi reddetmekle suçlanırken, Dissanayake yine iktidarı destekliyordu. Daha sonra ise Dissanayake ve diğer birkaç JVP’li parlamenter barış sürecinden memnun olmadıkları için hükümetten istifa etti ve ateşkese karşı kampanya yürüttü. Sri Lanka hükümeti Tamil bağımsızlık hareketine karşı büyük bir askeri saldırı başlattığında, JVP sık sık devleti desteklemek için mitingler düzenliyordu.
Suçları aklamak
Soykırımlar tarihine ‘Sri Lanka Çözümü’ gibi lanetli bir adla geçen katliam döneminde işlenen suçlar açısından da durum aynıydı. Sri Lanka ordusunun Tamil soykırımı, bir savaş suçu olarak BM’de araştırılır ve rejimin yargılanması istenirken, Sinhala çoğunluğunun milliyetçiliğinden kopamayan Dissanayake ve JVP böyle bir girişime de karşı çıktı. Dissanayake, geçtiğimiz ay da “hak ihlalleri ve savaş suçlarıyla suçlanan hiç kimseyi cezalandırmayacağını” açıkça ilan etti. Aynı zamanda JVP, emekli general Aruna Jayasekara gibi savaş suçlarına karışmış askeri yetkilileri açıkça kucakladı ve savunma politikalarını ona emanet ettiğini belirtti.
ABD: ‘Sanırım iyi anlaşıyoruz’
Sri Lanka’nın İngilizler tarafından kodlanmış tarihini sürdüren ABD, Sri Lanka üniter devletinin en büyük destekçilerinden biri. Dissanayake’nin manifestosunda da, “Ülkenin toprak bütünlüğü ve egemenliğini tavizsiz bir şekilde güvence altına alacakları” yazılı. Bu paralellik, ilişkilerde de sürüyor. 14 Mayıs 2022’de, henüz ayaklanma sürerken, Sri Lanka’daki ABD büyükelçisi Julie Chung, Dissanayake ile bir araya geldi ve “ülkedeki mevcut siyasi ve ekonomik durumu görüştü.” 8 Temmuz 2022’de ise Chung, “Bana göre JVP önemli bir parti. Büyüyen bir varlığa sahipler. Son zamanlarda halkta yankı buluyorlar” diyordu. Chung, “Muhtemelen her şeye katılmıyoruz, ancak ABD politikası, yatırım projeleri veya buradaki herhangi bir program hakkında herhangi bir endişeleri varsa doğrudan bizimle konuşmalarını söyledim. Sanırım iyi anlaşıyoruz” ifadelerini de kullanmıştı.
IMF ile ilişkiler
Öte yandan JVP, IMF ile “iyi ilişkiler” kurma konusunda da istekli görünüyor. 18 Ocak 2024’te NPP yetkilileri ile IMF heyeti bir araya gelirken, toplantıdan birkaç gün sonra JVP ekonomik işler sözcüsü Sunil Handunneththi, Sunday Times’a, Sri Lanka’ya IMF kredi paketlerinin biçimiyle ilgili bazı farklılıklar olmasına rağmen, “IMF heyetine, gelecekte aramızda farklılıklar olsa bile bizimle görüşmelerini söyledik” diyordu. Dissanayake de, mevcut ekonomide istikrar ve güvenin sağlanmasının önemli olduğunu vurgulayarak IMF’yle görüşmelere başlayacaklarını açıkladı. ‘Genişletilmiş kredi kolaylığına’ ilişkin çalışacaklarını söyleyen Dissanayake, borçların yeniden yapılandırılmasında ilerleme planları olduğunu belirtti. Dissanayake, ilgili makamlarla görüşerek gerekli ‘borç hafifletmesi’ için çalışmalar yapacaklarını ve ‘gerekli anayasal, ekonomik ve politik reformları yapmaktan çekinmeyeceklerini’ ifade etti.
18 Mayıs trajedisi
18 Mayıs gününün Sri Lanka’da iki anlamı var. Bu tarih, Rajapaksa hükümeti tarafından yıllardır “Zafer Bayramı” veya “Ulusal Savaş Kahramanları Günü” olarak kutlanıyor. Tamil coğrafyasında ise aynı gün, 2009’daki korkunç katliamı hatırlamak için “Soykırım Günü” olarak anılıyor. 18 Mayıs’ta gerçekleştirilen, Mullivaikkal Katliamı, Sri Lanka iç savaşının sona erdiği gün olarak belleklerde yer etmiş durumda. Sri Lanka hükümeti, mayıs ayının başından itibaren Tamil Kaplanları’nın (LTTE) son mevzisi olarak bilinen Mullivaikkal’ı “yasak bölge” ilan etmiş ve bütün ağır silahlarıyla 3 kilometre karelik bu küçük toprak parçasını kuşatmıştı. 300 bin ila 330 bin arasında sivilin bulunduğu bölge tamamen ablukaya alındıktan sonra ordu, hava bombardımanı, uzun menzilli toplar, obüsler ve küçük havanlar, RPG’ler ve diğer ağır silahlarla saldırıya geçerek BM verilerine göre bir haftada 40 bin ila 70 bin arasında sivili öldürdü. Öyle ki, çoğu çocuk ve kadınlara ait olan cesetlerin çoğu tanınmaz halde birbirine karışmış, parçalanmış uzuvların kan ve çamura bulanarak ayırt edilemediği korkunç ölüm tarlaları oluşmuştu.
Beyaz Minibüsler
Hem iç savaş sırasında, hem de 1980’lerin JVP ayaklanması sırasında kaybedilen insanların çoğunun hikâyesinde mutlaka bir ‘Beyaz Minibüs’ var. Kaçırmaların kurbanları ağırlıklı olarak Jaffna ve Colombo’da yaşayan Tamillerdi. “Beyaz Minibüs” kaçırmaları Jaffna’da hayatın bir parçasıydı ve hepsi cezasız kaldı.
O dönem cumhurbaşkanı olan Mahinda Rajapaksa’nın kardeşi ve savunma bakanı Gotabaya Rajapaksa, istihbarat örgütünün de başıydı ve “beyaz minibüs kaçırmalarının mimarı” olmakla suçlandı. 1980’lerden bu yana Sri Lanka’da binlerce insan kaybedildi ve tam olarak sayıları da bilinmiyor. Tam bir soykırım gerçekleştiren ordu ve polis LTTE üyesi olsun olmasın binlerce insanı alıp götürdü ve bir daha geri dönmediler.
*
Sonuç olarak Dissanayake ve “özel mülkiyetin kaldırılması” gibi şeyleri bile çoktan programından çıkarmış olan JVP’nin ‘Marksistliği’ epey tartışmalı görünüyor. Sosyal şoven, soykırım destekçisi bir partiye bu onuru bahşeden anaakım burjuva medyası, böylece bize “olacaksanız böyle marksist olun” diyor olabilir ama dünya solu, artık bütün bunları yutmayacak kadar deneyimlidir sanıyorum.
Sasikumar Ranjanidevi’ye gelince… O ve kaybedilmiş çocuklarını, eşlerini arayan diğer kadınlar hâlâ yollarda. Başkentte çevrilen dolaplar onları ilgilendirmiyor.