AKP iktidarı, yerel seçimlerde birinci parti olma vasfını kaybetti. Bu nedenle belediyelerin ciddi yatırım yapmalarının da önüne geçti. CHP’li belediyeler, para kaynağına ulaşabilirken, bizim belediyeler ancak çalışanların maaşını ödeyebiliyor. Özetle belediyelerimizin kasasında para yok, pere tune! En az masrafla çok iş yapmak şart
Hüseyin Aykol / Amed
Normalde bugün Ankara’ya geri dönmem gerekirdi. Ancak hazır Amed’e gelmişken, yeni çıkan “Özgür Basın Tarihi” isimli kitabımız için bir imza günü yapalım, diye planlamıştık. Ben aslında imza günü olayını pek sevmiyorum. Amacım kitap vesilesiyle, buradaki basın kurumlarımızda çalışan arkadaşların çoğunu görmek, merhabalaşmak. Her kurumumuzu ayrı ayrı ziyaret edip, oradaki arkadaşları görmek, baya zaman alan bir uğraş oluyor çünkü.
İmza günü-töreni akşamüstü. Sabahı da değerlendirmek gerekir. Böylece Amed Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanları Serra Bucak ve Doğan Hatun ile kahvaltı sofrasında bir araya geldik ve güzel bir sohbet oldu. Buluştuğumuz yer olan İskender Paşa Konağı’nı daha önce görmemiştim. Bir kısmı müze olarak korunan bu binayı turizmciler biliyor ve şimdiye kadar epeyce haberi yapılmış ama belediyemizin de daha sık etkinliklerinde kullanması ve tanıtımına yardımcı olmasında büyük yarar var.
Eşbaşkanların gerçekten yoğun programları arasında bana-basınımıza zaman ayırması-ayırabilmesi güzel bir şey. Zaten Amed’deki tüm basın kurumlarıyla ikinci kez, burada bir araya geleceklermiş. 23 Eylül Pazartesi günkü basın buluşmasındaki slayt gösterisinin nerede nasıl yapılacağı, ses düzenindeki ve hatta menüyle ilgili ayrıntılar da konuşulmuş oldu. Sohbete dönecek olursak:
1990 sonrası Amed belediye başkanlarımızdan Feridun Çelik ile hiç tanışıklığım-sohbetim olmadı. Onun ardından belediye başkanlığı yapan Osman Baydemir’i, İHD yöneticiliğinden itibaren tanımaya başlamıştım. Gültan Kışanak’la tanışıklığımız ise Özgür Basın Geleneği yürüyüşümüzün neredeyse en başından beri sürüyor. Serra hanım ve Doğan Hatun’u ilk kez görmüş ve tanımış oldum.
Serra Bucak sıcak-samimi bir kişiliğe sahip görünüyor. Aldığı eğitim ve Kayapınar Belediyesi’nden kaynaklı Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyeliği yapması ve Gültan Kışanak ile yakın çalışmış olması sayesinde belediyeciliğe aşina biri. Yapılması gerekenler ve yapılabilecekler konusunda vizyonu açık. Sorunlarını dinlediği kişilerin sözünü sık sık kestiği için eleştiri alıyormuş. Çünkü dert sahibi insanlar, sözünün sonuna kadar sabırla dinlenmesini bekler-umar.
Doğan Hatun’un mühendis olması işinde önemli bir katkı verecek. Kişilik olarak ise güven veren görüntüsü var. Benim kısa süreli bir sohbetten çıkardığım bu izlenimlerden çok, halkın onları nasıl değerlendirdiği önemli. Zaten ön seçimle geldiklerine göre, halkta bir karşılıkları olmalı. Aslolan da bu!
Belediyelere devlet engeli
AKP iktidarı, yerel seçimlerde birinci parti olma vasfını kaybetti. Zaten seçim öncesinde ‘vaat ettiği’ gibi, muhalefetin belediye başkanlarını çalıştırmama düşüncesinden hareketle kendi bıraktığı SGK borçlarının peşine düştü. Dahası kamuya getirdiği tasarruf tedbirleriyle belediyelerin ciddi yatırım yapmalarının da önüne geçti. Tasarruf tedbirleri CHP’li belediyeleri çalışamaz hale getirmeyi hedeflese de, bundan en çok zarar görecek olan Kürtlerin yönetiminde bulunduğu belediyeler olacak.
CHP’li belediyeler, sahip oldukları iştiraklerle para kaynağı yaratabilirken, bizim belediyeler mevcut çalışanlarının maaşlarını ancak ödeyebiliyor. Özetle belediyelerimizin kasasında para yok, pere tune! En az masrafla, belki daha da ötesi gönüllü çalışanlarla bir şeyler yapılması gerekiyor. Belediye eşbaşkanlarımızla bunları konuştuk.
Gençlerimizin uyuşturucu bataklığından kurtarılması için Sümerpark’ta açılmaya başlanan kimi atölyelerin daha nasıl arttırılabileceği konusunda yoğunlaştık. Bu arada, yine başlatılan tiyatro, film ve konserler gibi kültür-sanat faaliyetlerinin öneminde birleştik. Başkanlar, elbette şehri benden iyi tanıyorlar; dahası yapılması gerekenler konusunda da çok netler. O nedenle, ben kendi adıma sohbetten memnun ayrıldım. Ama basın ya da artık daha doğru deyişle medya olarak, eleştiri ve önerilerimizle dördüncü kuvvet olduğumuzu hep göstereceğiz kendilerine…
Amed’e yağmur getirdim!
Amed’e geldiğim andan bu yana yağmur yağıyor. Buraya serinlik getirdim, bereket getirdim. Ancak aylardır sıcaktan bunalmış Amedlileri sevindirdi sevindirmesine ama herkes memnun değil. Örneğin pamuk tarlası olanların yüzü bir karış asık olmalı. Bu sabah kahvaltıya giderken, caddelerin bazılarını sular basmış. İçimden diyorum ki, şehir yeni belediye eş başkanlarımızı her gün, her saat sınava tabi tutuyor.
Onlar da kahvaltıya gelirken su biriken yerlere özellikle dikkat etmişler; caddenin eğimi, rögarlara doğru olmayan yerlerde yağmur birikiyor. Daha yapılırken, dikkat edilmeyen bir mühendislik hatası. Rögarların yıllık bakımının yapılıp, yapılmadığını da bilmiyorlar henüz; yani yeni işbaşı yaptıkları için ve kayyım yönetimi doğru dürüst çalışmadığı için.
Hewş Cafe’nin önemi
Bugün cumartesi ya, konser var, tiyatro var; dahası ve en önemlisi Amedspor maçı var şehirde. Kendi sahasında oynuyor yani. İmza günü yapmak için aslında yanlış bir gün olmuş:) Neyse, neredeyse iki milyonluk bir şehirde bize de pay düşer herhalde. İmza törenini yaptığımız yer, Sur içinde.
Buraya gelirken, eski başbakanlardan Ahmet Davutoğlu’nun ‘Toledo’sunu gördük, içim sızladı. Sur’da yıkılan tarihi binaların karikatür halini yaptılar. Yıkılan evlerin sahiplerine 100 bin lira verip, yapılan binayı onlara 800 bin liraya satmaya çalıştılar. Elbette neredeyse hiçbiri ev alamadılar. Böylece oranın yerli halkı da sürgün edilmiş oldu oradan. Şimdi boş kalan evlerin yeni satış fiyatı birkaç milyona çıkmış ama yine de satılmayan çok yer olmalı ki, satılık ev ilanlarını gördüm geçerken, bir de ne gereği varsa, bir bayrak asmışlar:(
Sur içindeki bahçeli binaları 1990’lı yılların başlarından bu yana bilirim. Seçimler öncesi, birçok milletvekili adayının tanıtım çekimlerini buralarda yaptık. Çok güzel ve özel çekim planı olan yerler. Dahası birkaç kez de buralarda faaliyette bulunan cafelere uğramışlığım vardır. Hewş Cafe de böylesi bir yer. Aslında baya küçük bir bahçeye sahip. Ama Amed’in en otantik, en eski tarihine sahip bir yer olarak insanı hemen içine alıyor. Kendi evine gelmiş gibi hissediyorsun kendini.
Selefi gruplara dikkat!
Burası iki kez saldırıya uğradı. Saldırganları kamuoyu hemen Hüda-par olarak etiketledi. Ancak saldırganların selefi bir grup olduğu söyleniyor. Hani şu Suriye’de Esad rejimine karşı savaşmaya gönderilip, geri gelenlerden. Suriçi’nde örgütleniyorlar, burayı bir nevi kurtarılmış bölge haline getirmek istiyorlar. Bu nedenle, başta kapalı giyim olmak üzere kendi yaşam tarzlarını burada yaşayanlara dayatmak istiyorlar.
Buraya getirilmeye çalışılan boğucu havadan korkup, taşınanlar da olmuş ama buranın sahibi-yöneticisi olan öğretmen arkadaş, burada kalmakta kararlı görünüyor. Zaten bu cafenin haricinde, bir de sinema atölyesi varmış buranın yakınlarında. Burada faaliyet gösteren kurum ve kuruluşlarımıza sadece belediyemizin değil, halkımızın da sahip çıkması gerekiyor. Suriçi, Amed’in odak noktasıdır ve burayı Hizbul-kontra artıklarına ya da selefi gruplara bırakamayız!
Geçen hafta Gültan Kışanak, “Hüdapar’a falan pek takılmayalım; bu konudaki asıl muhatabımız AKP iktidarıdır” diye doğru bir söz söylemiş ama Suriçi’ndeki Selefi örgütlenmesi konusunda, kendi duruşumuz haricinde AKP iktidarını da uyarmakta yarar var; çünkü bu gruplar, Türkiye’yi de İslam ülkesi olarak görmedikleri için, buradaki iktidara karşı da savaş halinde olduklarını söylüyorlar. Burada kendilerini başka isimlerle zikretseler bile IŞİD artığı bu selefi gruplarda çok uyuyan hücre var ve buldukları her fırsatta AKP iktidarına karşı eylemler yapacaklar.
İmza etkinliğinde kısa bir konuşma yaparak, “Özgür Basın Tarihi” isimli kitabımızın niçin önemli olduğunu kısaca anlattım. Bu kitabı, sadece ben değil, yaklaşık üç bin gazeteci arkadaşımın yazdığını hatırlattım. Gazetecilik yapmakta olan ve yapacak olan her birimizin elinin altında olması gerekiyor bir kitap. 35. yılına giren gazetecilik faaliyetimizde çıkardığımız gazeteler, kurduğumuz ajanslar ve yayınına başladığımız televizyonları mümkün olduğunca ayrıntılı yazmaya çalıştık çünkü…
Gelebilen gazeteci arkadaşlarımla ve cafeye imza gününden habersiz gelen genç arkadaşlarla hoş bir zaman geçirdik. Kısa sohbetlerimiz oldu; birlikte fotoğraf çektirdik. Benim için güzel bir anı oldu; umarım onlar da mutlu olmuşlardır, aldıkları kitaplarını imzaladığım için. Kitapta anlattıklarımız, kısa ya da uzun bir süre bizimle gazetecilik yapan arkadaşlarımızın yaşamındaki en onurlu dönemlerden biridir. Çocuklarına ve torunlarına o yılları anlatırken, bu kitabı da göstereceklerdir herhalde…
Dönüş yolunda
22 Eylül Pazar, sabah saatlerinde havaalanındayım. Daha dünden uçaktaki yerim için check-in yaptırmışım. Uzun kuyruklarda bekliyoruz güvenlik kontrolünden geçeceğiz diye. Ankara’daki x-ray kapısında ötmeyen kıyafetim, burada ötüyor ve görevliler büyük bir şevkle dokunarak üst araması yapıyorlar. Yolcular bölüm bölüm uçağa alınıyor. Sıra bana geldiğinde, barkod okuyucuda yeşil ışık yerine kırmızı ışık yanıyor! İşte diyorum, beklediğim-umduğum aksilik başıma geldi.
Yargıtay’da bekleyen dosyalarımdan biri onaylanmış olmalı ve burada tutuklanacağım diye düşünüyorum. Ancak soğukkanlılığımı da koruyorum bir yandan. Hani kaçsan, nereye gidebileceksin ki. Bana diyorlar ki, “Beyefendi, siz şurada oturun. Sizi en son alacağız!” Oturup bekliyorum. Yolcuların hepsi uçağa geçti. Benim durumum soruluyor, ilgili yerlere ve ‘müjde’ geliyor. Meğerse koltuk numaram değişmiş. Yeni koltuk numaram veriliyor ve uçağa geçiyorum…
Sürpriz: Uçakta yine rötar yok ve zamanında kalkıyoruz.
Uçak havalanıyor ve Ankara’ya doğru yol alıyor.
Aklım geride kalıyor; çünkü Amed davet ederse, gitmemek olmaz…
Bitti