Ve durumumuz ortada. Liyakatsizliğin sonucu ortada. Çetecilik almış başını gidiyor. Genç bir kadın bile çok rahatlıkla çete kurup, gençleri uyuşturucu, fuhuş batağına çekebiliyor
Sibel Sütpak
Gazeteci tutuklamakla ülkedeki toplumsal çürüme önlenemez. Nasrettin hoca gibi yapmayın, anahtarsız kalırsınız.
Rivayet edilir ki:
“Hoca bir gün evinin anahtarını kaybeder. Kapısının önündeki küçük bahçede anahtarı ararken yoldan geçen arkadaşları da ona yardımcı olmak üzere anahtarı arama sürecine katılırlar. Saatler geçer ama anahtarı bulamazlar. Arkadaşlarından biri Hoca’ya sorar: “Hocam anahtarı bahçede kaybettiğine emin misin?”
Hoca cevap verir: “Hayır, samanlıkta kaybettim.”
Arkadaşı: “Peki o zaman niye orada aramıyoruz?”
Hoca’nın sesi titrek, yanıtı üzücüdür: “Çünkü orada bulmam imkânsız!”
Evet, gazeteci gerçekleri yazdı diye, toplumsal çürümenin önünü alasınız diye, iğrenç bir gerçeğin haberini yaptı diye evini basıp, dağıtıp, sonrasında gözaltına almakla çözümün anahtarı bulunmaz. Bilakis çözümsüzlük derinleşip, içinden çıkılmaz bir hal alır. Yani samanlıkta kaybolan anahtarı sokakta arayıp bulmak gibi imkansız hale gelir.
Yapmayın!
Bırakın suçlar rahatlıkla teşhir edilsin.
Bırakın suçlular cezalandırılsın.
Bırakın sucuklu mangal yapmayı da, caydırıcı yasalar çıkarıp, suçların önüne geçin.
Anahtarı, kaybettiğiniz yerde arayın.
Çözümü, çözümün merkezi olan mecliste, şapkaları önünüze koyarak arayın. Yirmi iki yılın muhasebesini yaparak arayın.
Gerçek yerde arayın ki bulasınız.
Bir aydır, çocuk Narin’in paramparça edilmiş, cansız bedeni şahsında, Türkiye’de çürümüşlüğün filmini izliyoruz resmen. Ve bu süre zarfında akla hayale gelmeyecek düzeyde, ülkenin dört bir yanından gelen, birbirinden iğrenç haberler ile tekrar tekrar şaşırıyoruz.
Bir devletin en prestijli kurumlarından en iğrenç olayları okuyoruz, duyuyoruz, görüyoruz işini layıkıyla yapan basın sayesinde.
Diyeceksiniz ki, işini layıkıyla yapmayan basın da mı var? Evet, var.
“Yandaş Medya” ya da “Besleme Basın” olarak tabir edilen, sözde basından, zerre gerçek haber duymak mümkün değildir.
Ancak cesurca bu görevi yerine getiren, kalemin ve kameranın ehli emekçiler sayesinde, öğreniyoruz ülkemizde olup bitenleri.
Mesela Narin’in çocuk bedenine yapılan işkenceyi bizler cesur kalemler sayesinde öğrendik.
En prestijli kurumlar arasında yer alan Diyanet mensubu imam ile yine en prestijli kurum olan askeriye personelinin imam ile para karşılığı ilişki yaşadığını da özgür kalemler sayesinde öğrendik.
Emniyet mensubu bir personelin, yani bir polisin üniforma, kimlik ve silahını kullanıp, on iki yaşındaki öğrenci bir kız çocuğunu arabasına alıp, taciz ettiğini de basından öğrendik. Gelecek nesilleri yetiştiren, çocuklarımızı gözümüz kapalı teslim ettiğimiz okul müdürünün, kız çocuklarının saçıyla uğraştığı, yine aynı müdürün, kadın müdür muavininin kapısını tekmelediğini de cesur kalemler sayesinde öğreniyoruz.
Aslında okuduğumuz, duyduğumuz bu haberlerin hiçbiri de “Marifet” değil.
Peki yaklaşık iki jenerasyondur ülkeyi yönetenler, hakkını veriyor mu diyeceksiniz?
Yukarıda basın aracılığıyla öğrendiğimiz ve ülkenin en saygın kurumlarının yaptığı rezillikler, aslında her şeyi ayna gibi net şekilde gösteriyor bizlere.
Ve haklı isyanın sesi yankılanıyor kulaklarda.
Nerede din iman, nerede ahlak vicdan?
Çürümüşlüğün dibini, en dibini yaşıyoruz AKP sayesinde.
AKP sayesinde diyorum, çünkü 22 yıldır (yazı ile yirmi iki) bu ülkeyi AKP yönetiyor.
Neredeyse bir buçuk jenerasyonluk bir süreç bu.
Yani bir ülkeyi yoktan var etmek, vardan da yok etmek için, ziyadesiyle yeterli bir süreç.
Ve durumumuz ortada. Liyakatsizliğin sonucu ortada. Çetecilik almış başını gidiyor. Genç bir kadın bile çok rahatlıkla çete kurup, gençleri uyuşturucu, fuhuş batağına çekebiliyor. Ve her ne hikmetse hem yasada hem toplumda suç olan bu ahlaksızlığı yapan değil de, bu durumu haber yapan cesur kalemin sahiplerinden biri olan Rabia Önver gözaltına alınıyor.
Bir gazeteci; ülkede yaşanan toplumsal bir suçu teşhir edip, yetkilileri göreve çağırdı diye evi basılıp, gözaltına alınıyorsa o ülke hızla çürüyor, demektir.
Tüm bunlar olunca, ülkenin yasama kurumu olan mecliste ne oluyor, dersiniz?
Tabii ki de “Sucuklu Mangal Keyfi” yapılıyordur.
İşte tam da mangalcılar yüzünden ülke bu haldedir.
Ülke yanarken; mecliste yangın söndürme önerileri yerine, yangına duyarsız kalıp, mangal yakmaya devam ettikçe onlar, ne yazık ki sucuk kokusu yerine, leş kokusu sarmaya devam edecektir ülkeyi.