Tarihsel süreç boyunca geleneksel ve modern iktidar biçimleri rıza ve zor aygıtlarını kullanarak icra ettikleri gösterilerle kitlelere boyun eğdirmeyi hedeflediler. İnsanlık tarihi bir yönüyle iktidarların gösteri mezarlığıdır. Gösterilerle toplumda “başka seçeneğiniz yok” hissiyatı yaratmak ve kitleleri çaresiz bırakmak istediler. İnsan aklını satın alıp, aklın sınırlarını zorlayan bu tip teknikler özellikle son yüzyılda şaşırtıcı ve dehşet verici bir hal almasına rağmen sürekli güncelleniyor.
Gösteri nereye doğru gidiyor? Antik dönemden ortaçağa, modern-postmodern döneme kadar mekan ve meta inşası iktidarın gösterilerini yapabileceği ve gücünü her defasında konsolide edebileceği şekilde dizayn edildi. Antikçağın, ortaçağın ve modern-postmodern dönemlerin kent mimarisi; sokaklar, caddeler, diğer mekan ve araçlar (saraylar, surlar, ordular) gösterinin sergileneceği şekilde yapılandırıldı. Her mekan ve araç gösterinin uzantısı gibi; her gösteri, mekan ve araç ile bütünleşmişçesine inşa edildi.
Cezalandırma biçimlerinin halka açık alanlarda yapılması en bilindik iktidar gösterisidir. Fuco’nun ‘Hapishanenin Doğuşu’ adlı kitabı, Damiens adlı yurttaşa verilen cezanın nasıl bir gösteriye dönüştüğünü anlatan, devlet arşivlerinde kayda geçmiş bir hikaye ile başlıyor. Damiens’a verilen ceza halkın toplandığı Greva meydanında korkunç bir işkence tekniğiyle icra ediliyor. Mahkum seyirlik bir nesneye dönüştürülüyor. Önce sahnede suçunu halka itiraf ediyor, daha sonra cezalandırma başlıyor. Bedeninin bazı kısımları kızgın kerpetenle çekiliyor ve devamında mahkumun bedeni dört ata bağlanarak parçalatılıyor. Bu gösteride iktidarın beden üzerinden ürettiği korku halka enjekte ediliyor. Dehşet verici olan bu cezalandırma gösterisi insanı derin bir sorgulamaya itiyor.
Tamamen benzer olmasa da tarih her dönemde birbirinden farklı iktidarların (düşman-mış gibi görünen) çarpıcı gösterilerine tanıklık etti. Mesela 2001’de İkiz Kuleler’e yapılan saldırıyı ele alalım. Gündelik hayatın ortasında, dünyanın merkezine jetler kamikaze dalışı yapmıştı. İnsanlar bir taraftan dehşete düşmüş, diğer taraftan tekniğin, cesaretin ve aklın kullanılma biçimi karşısında şaşkınlık yaşamış, saldırıya yer yer hayranlık duymuştu. Yine tüm dünya Irak’ın işgalini ekranlardan çekirdek çitleterek izlemişti. Savaş gösterisi artık canlı yayınlarla tüm hanelerin içine taşınmıştı. Hizaya gelmeyenlerin başı canlı yayında eziliyordu.
İktidar gösterilerine birçok örnek gösterilebilir ancak yakın zamana gelelim. Hamas 7 Ekim’de bir müzik konserine katılan İsrailli savunmasız genç topluluğun içine paraşütlerle dalarak bir kısmını katletti, bir kısmını ise esir aldı. Saldırı tarzı sıradışıydı. Ve yine kimi insanlarda hayranlık uyandırmıştı. Hemen sonrasında İsrail başka bir güç gösterisi yaptı. İnsanlar gündelik yaşamını sürdürürken siber bir saldırıya maruz kaldılar. Atılan bir mesajla ellerindeki telefonlar, evlerindeki cihazlar patlamaya başladı. Bir ilk olan bu siber saldırı tekniği tüm insanlığı teknolojinin kullanımı konusunda büyük bir endişeye sürükledi. Milyonlarca insan patlamaya hazır bombalarla içli dışlı mı yaşıyordu? Son zamanların en korkunç sorusu bu. Kimi insanlarda hayranlık kimisinde dehşet uyandıran bu son saldırı belli ki daha çok konuşulacak.
Yukarıda bahsedilen gösterilerin çoğunda hepimiz en az bir kere “Wawwww!” demişizdir. Bu tip saldırılarla esasen insanlığın hayret etme yetisi manipüle ediliyor ve insanların içine korku salıyorlar. İktidarlar bu sofistike gösterilerle hayatımızın kurucusu olmayı, zihnimizi teslim alarak bizleri seçeneksiz bırakmayı hedefliyor. Devasa sorunların çözümü bu şekilde erteleniyor, acil toplumsal gündemler başka baharlara kalıyor. Ancak tarih her zaman böyle ilerlemedi. İnsanlar birçok kere kendi baharlarını yarattılar.
Kurucu anları hatırlayalım; bu hikaye bizim.
İnsanlık tarihi, egemenlerin gösterilerine karşı hakikati omuzlayan direnişlerle doludur. Çok geriye gitmeden bakarsak; 1848 işçi ihtilalleri, 1917 Ekim devrimi, 1968 öğrenci direnişleri, ezilen ulus hareketleri, kadın-emek ve ekoloji hareketleri, Avrupa ve Dünya forumları, İran devrimi, İran yeşil hareketi, Atina halk direnişleri ve “Hürriya, Adale İçtimaiye, Karama” (Hürriyet, Toplumsal Adalet, Haysiyet) sloganlarıyla dünyayı sarsan Arap Baharı…
Araplardan bir şey çıkmaz denildiği bir zamanda Mübarek, Bin Ali ve Kaddafi’nin sonunu hatırlayalım. Kaddafi’nin Arap çölüne doğru kaçışı bir dönemin sonunu sembolize eden trajik bir andı. Halkın düşlerini yanlış yorumlayanlar günün sonunda kaybetmişti. Hakeza Amerika’daki Occupy Wall Street hareketi, Fransa’daki Sarı Yelekliler, DAEŞ barbarlığına haddini bildiren Rojava’yı, yeni bir dünya, adil bir yaşam isteyen Gezi’yi, Jin Jiyan Azadî sloganının Perslerin sokaklarında yankılanışını… Bu hareketlerin çoğu umudun onarılmasını ve umut jeopolitiğinin genişlemesini sağlayan gösterilerdi.
Tüm hareketlere bir şekilde müdahale edildi. Müdahalelerin esas sebebi ise devrimci potansiyeli boğmaktı. 1979 İran devrimine yapılan müdahalede olduğu gibi Arap Baharı ve Rojava devriminin bölgesel potansiyeli egemenlerde büyük bir endişe yarattı ve her iki devrime de müdahale edildi. Fakat müdahaleler devrimci gerçekliği bir süreliğine ertelemekten öteye gitmeyecek. Her şeye rağmen olan oldu… Devrimci hareketlere daha radikal müdahalelerde bulunmanın, daha büyük riskleri tetikleyebileceği anlaşılınca sistem devrimci dinamiklerle çeşitli uzlaşı ve diplomatik ilişkiler geliştirmeye başladı. Mesela İran uzun süreden beri toplumsal hareketleri kontrol ederek ve zaman zaman kimi tavizler vererek bu süreci yönetiyor. Arap Baharı’nda postkolonyal rejimlerin bir kısmı yıkıldı, geriye kalanlar büyük darbeler alarak zayıfladı. Arabistan başta olmak üzere yıkılmayan rejimlerin neredeyse tümü geri adım atarak zorunlu reform sürecine girdiler. Rojava ise çoklu dinamikler tarafından kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Kuşatmaya rağmen tahayyül edilen demokratik toplum inşası kesintisiz bir şekilde sürüyor.
Sol siyasete, kadın gücüne, ekolojinin ruhuna ve en nihayetinde yeni bir insanlık merceğine ihtiyacımız var. Herkesi kutuplaştıran, ırksallaştıran, mafyalaştıran, toplumsal dinamikleri birbirine karşı güvensiz hale getiren, suçlulaştıran, ama kendine dokunmayan sistemik anlayışın adım adım nasıl örüldüğünü görmeliyiz. Dünyada ve Ortadoğu’da hala iki kutuplu çirkefliğin şiddetine maruz kalıyoruz, buradan çıkmalıyız. “Başka bir dünya mümkün” demekten vazgeçmemeliyiz. Herkesi yaşadığı yerde teslim almaya, herkesi yaşadığı delikte nefessiz bırakmaya çalışan biyo-iktidar biçimlerine karşı biyo-direniş biçimlerini geliştirmeliyiz.
Yaşam hakkının ortadan kaldırıldığı, toplumların yargısız infaza maruz bırakıldığı yeni dünya düzensizliğinin gösterilerini her zamankinden daha fazla ciddiye almalıyız. Sistemin yaşadığı kriz büyük. Gösterilerle krizi erteliyor ve yaşanan tıkanma aşılamıyor. Korkuyu estetize ederek iktidarı yeniden inşa ediyorlar. Fillerin gösterisinde çimen olmaktan çıkmalıyız. Binlerce deneyim var. İnsan aklı özgür kalabildiği oranda binlerce krizle baş edebilmiş ve yeni yollar bularak ilerlemiştir. Fransız ihtilalinden sonra toplum muhafazakarlarla liberaller arasında kıskaca alınırken, bataklığın ortasından sıyrılıp topluma üçüncü bir seçenek sunan Marksizm’i hatırlayalım. Hakikat ile arasına mesafe koymayan, yeni bir dünyayı kurmaya kararlı üçüncü bir yola ihtiyacımız var.