Bugünkü Avrupa hukukuna da ilham kaynağı olan, adaletin sembolü kadın tanrıça Justitia’nın gözleri bağlıdır. Güya, gözlerin bağlı olması yargıcın hiçbir etki altında kalmadan karar vermesini sağlayacak, adaletin tesisine yardımcı olacaktır. Teorik olarak yapılan izah böyledir. Fakat uygulamada yaşanan durum tartışma konusudur. Yargıcın ‘görmeyen’ gözleri daha fazla adalet mi sağlamaktadır yoksa mevcut ‘körlüğü’ derinleştirmekte midir? Burası izaha muhtaç!
PKK Lideri Abdullah Öcalan, her daim hukukun siyasetin emrinde olduğunu söylemekte, ‘Hukuk, uzun vadeli siyasettir’ demektedir. Bilindiği üzere, son dönemlerde daha fazla gündeme giren konulardan biri, AİHM’in ‘Umut hakkı’ kapsamında sayın Öcalan ile ilgili aldığı karar oluyor. Daha da somutlaştırmak gerekirse, 2014 yılında alınan kararın AKP-MHP iktidarı tarafından uygulanmaması üzerine yapılan itirazlar- başvurular neticesinde Avrupa Konseyi Bakanlık Bakanlık Komitesi’nin (AK BK) yaptığı bir açıklama söz konusu. Tabii ki, bu açıklama on yıl sonra yapılıyor. Dolayısıyla oldukça gecikmiş bir açıklama oluyor. Bu düzeyde hayatiyet arz eden bir konuda yapılan açıklamanın bu kadar gecikmiş olması, aslında meseleye nasıl yaklaşıldığına dair önemli mesajlar veriyor.
Diğer yandan, açıklamanın içeriği de beklentilerin çok çok gerisinde ve mevcut mekanizmanın ne kadar sorunlu ve işlemez olduğunu gösteriyor. On yıl sonra açıklama yapan Bakanlar Komitesi TC’ye yeni bir tarih veriyor. Denilene göre, 1 yıl sonra yeni bir değerlendirme yapılacak, eğer gerekli görülürse, Türkiye’ye belli yaptırımlar uygulanabilecek. Şüphesiz, bu biçimde hem sürecin daha da uzamasına zemin hazırlanıyor hem de var olan durum meşrulaştırılıyor.
AK BK’nin son aldığı karar gerek Avrupa hukukunun gerekse de evrensel hukukun insanlık için bir çarelerinin kalmadığını gösteriyor. Kendisini hukukun üstünlüğü ile tarif eden ulus devletin ve onun hegemonik karakter kazanmış uluslararası sisteminin iflas ettiğine işaret ediyor. Mevcut durumda hukuk, hukukun üstünlüğü diye bir ilke yürürlükte değildir. Hukuk sembolik düzeyde bile işlemez kılınmıştır. Varsa yoksa devletler arası çıkarlar, ilişkilerdir. Hali hazırda, var olan hukuk dahi rafa kaldırılmıştır. Halbuki, Avrupa Birliği’nin en fazla övündüğü ve dünyada -görece de olsa- değer görmesini sağlayan yanı savunduğu hukuksal normlardı. Şimdi! Böylesi kararlar alınıyorsa, verili yasalar dahi işletilmiyorsa, bunun sonuçlarının olacağı kesindir. Mesela! Aynı konseyin denetimindeki kurumlar Azerbaycan ile ilgili yaptırım kararı alırken, Türkiye ile ilgili alamamaktadır. Herhalde, Azerbaycan’ın Rusya’ya yaklaşması böyle bir karar alınmasını kolaylaştırmıştır.
Demek ki, tam da PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın ifade ettiği gibi siyasal saikler ile kararlar alınmaktadır. Bağımsız bir hukuk sistemi olmadığı gibi, görece özerkliği olan, güçler ayrılığının bir parçası olan bir hukuk sistemi de söz konusu değildir. Siyasal çıkarlar neyi gerektiriyorsa hukuk da o çerçevede kararlar almakta, onun peşinden gitmektedir.
Fakat tüm bunlara rağmen, hani denir ya, denklemi bozan gelişmeler de olmaktadır. Yaşamın diğer tüm alanlarında olduğu gibi bu alanda da oyunun kurallarını değiştiren adımlar atılmakta, bunlar istenen düzeyde olmasa da sonuçlar yaratmaktadır.
Açık ki, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ni zayıf da olsa böyle bir karar almaya başta Kürt halkı olmak üzere halkların mücadelesi yol açtı. Kürt halkının, Ortadoğu halklarının en geniş anlamda Demokratik Modernite güçlerinin eylem ve etkinlikleri, baskı ve tazyiki olmasa AB’den bu tarzda bir karar da çıkmayacaktı. Eğer bu karar çıktıysa, nedeni gelişen mücadeledir. O halde, mücadeleyi daha da büyüterek, daha örgütlü kılarak, daha yeterli, daha sonuç alıcı kararlar aldırmak mümkündür. Bunun koşulları her zamankinden fazladır.
İşte! Dünyanın dört bir yanından halklar, kadınlar, sisteme muhalif çevreler bugün dünden daha gür bir biçimde ‘Abdullah Öcalan’a Özgürlük’ demekte, İmralı işkence ve soykırım sistemine karşı öfkesini dile getirmektedir. Avrupa’da 21 Eylül’de gerçekleşen Kürt Kültür Festivali’nden yansıyan görüntüler bu talebin ne kadar canlı olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Belli ki, uluslararası komplonun yaklaşan yeni yıldönümü her anlamda geçmiş yılları aşan protestolar ile karşılanacak ve bu yıl ‘Önderliğe Özgürlük’ talebi zirvede seyredecektir. Elbette, bu talebin merkezileşeceği alan Amed olacaktır. Kürt halkı ve dostları 13 Ekim’de Amed’de hem Abdullah Öcalan’a bağlılığını yenileyecek hem de bu hukuksal örtü altında verilen siyasi kararları teşhir ederek görmeyen gözlere bu halkın hakikatini gösterecektir.