İçinde baharlar ve belalar olan yıllarda, sırılsıklam akşamlarda dolaşıyoruz. Oysa ki her şey yerinden bıkmış, saatinden sıkılmış. Birbirine karışan cümleler bir şeyler anlatıyor; utanç çağı diyor, vahşet çağı, tekrarlar zamanı. Tarihin olmadığı burası, yeniden ve yine kıskacında, tüm sarkaçlardan sonra da devam.
Avuntuların girdabında kimler ve neler sürüklendi de buralara kadar savrulduk. Burası köhne, burası tenha, burası bir arena. Metruk hayaller, mekruh umutlar karnavalında herkes artık maskesiyle. Hırpalanan dünlere deva, tırpanlanan yarınlara mana arayışı, umursanmayan bir yara ve yalan.
Mevsimler hava devrediyor, su ve rüzgâr. Aylar havaya göre giyindiriyor, serin ve sıcak. Yıllar aklar ekiyor, sığ ve seyrek. Sonra başka yerlerde başkalaşımlar oluyor, onlar da bir şeylere bir şeyler yapıyor. Ardından olanlar, bitenler en fazla bir başkasının hatıralar albümü, birilerinin teğet geçen gözleri ve sözleri.
Sıfıra yaklaşan, sayı olmaya davranan insan, kimseyi bir yere götürmüyor. Etiket ve hezimet dolu yılları nakşediyor; sessiz ve pürdikkat. Naylondan sevgiler, çehresiz gülüşler, sevgisiz öpüşler, külüstür iltifatlar sokaklarda, kaldırımlarda, evlerde, meydanlarda gizlemiyor kendini ve özendiriyor.
Hizalandığımız bir yerdeyiz. Öncesi neredeydi, sonrası nerede diye diye sığındığımız sorular bile bizden bıkmış. Tüm izahlar yerle yeksan ve artık birer çaresiz. Sırlarımız yok, sınırlarımız çok bu dünyada yaşıyor olmaktan başka bir cevap yok. Yazılmamış bir yasanın yaşattığıdır: gelecek gelmeyecek.
Ve kimse bir yere gitmeyecek. Gitmek bahane, yollar birer rüya.
Ve kimse uyanmayacak, herkes kabusuna kavuşacak.
Kehanetler çağı çağrılmalı, yeni kitaplar yazılmalı ve yeni insanlar yazmalı. Savaşlar, barışlar, seller, depremler, felaketler gelsin de gelsin müjdeleri birilerinin fallarında çıksın. Belki telef, belki hedef, belki de heder oluruz. Birileri bizi yeniden sansın ve saysın. Eksikler, kaybolanları bulsun ve her şeyi yeniden öğretsin.
Yeni yanılgılar, yeni yenilgiler peşinden giden bir dünya insanın cehennemi, hayatın içine karıştı.
Hikâye ya da efsane böyle başlamalıydı diye bir şerh, ne anlatır?
Evler yaptık, evlerden kovulduk. Hayaller kurduk, karabasanlarla uyandık ve bazen de hiç uyanamadık. Serzenişler, serserilikler birbirinden uzak kıtalarda, başka iklimlerde yaşanıyor. Gıpta ettiğimiz tasalar, aşındırdığımız yasaklar sonra gelmek bilmedi.
Herkes ya bir şeyler unuttu ya da düşürdü düşlerken.
Ve herkes yollarda kayboldu, olanlar ve olacaklar nanay.
Devamını yitirmiş bir çizgi bir yıldız gibi kaydı bir vakit. Sonrasına hücum ve hüsran bir yarınlar mezarlığı kaldı, herkes koşuyordu.
Üstünde bahar yazan mezarlar var, umut diye, yağmur diye, şah ve padişah diye.
Yıllar ve hayat kuru, bugünler kupkuru.
Bize gelmeyeni aramak ve bulmak tecrübesi bir mecburiyet. Gözler ve eller, dik yamaçlar ve uçurumlar; belki bir gün bir ayna bulur.
Haftanın kitap önerisi: Bora Abdo, Bizi Çağanoz Diye Biri Öldürdü / Doğan Kitap