Feminist Avukat Hülya Gülbahar: Güran ailesi, iktidarın yaratmak istediği aile modeline birebir uyuyor. Devlet destekli bir aile olduğunu görüyoruz. ‘Bu aile bizim dostumuz’ denmesi devlet uzantılı bu ailenin devletin toplum içindeki ‘ajanları’ olduğuna işaret ediyor
Nesli Şahiner
Bir köy düşünün, 8 yaşındaki Narin Güran’ın barbarca katledilmesiyle hafızalarımıza kazındı. Katledilen Narin’in cenazesinin bulunmaması, cinayetin ortaya çıkarılmaması ve katillerinin gizlenmesi için her türlü hukuksuzluğun ortaya konulduğunu gördük. Bir kız çocuğunun cansız bedeninin nasıl bir iktidar alanı haline getirildiğine, aile-erkek-devlet işbirliğine, karanlık güçlere ve daha pek çok şeye tanık olduk, oluyoruz…
Narin cinayetini, öne çıkan başlıklarıyla Feminist Avukat Hülya Gülbahar ile konuştuk. Gülbahar, Türkiye’nin çekilmek istendiği karanlığı, toplumun tepkisi ve İstanbul Sözleşmesi’nin önemini vurgulayarak anlattı.
- Narin Güran cinayeti gündemi sarstı. Katliamın üzeri örtülmek isteniyor. Birçok karanlık tarafı olan bu olayı nasıl değerlendiriyorsun?
Narin olayı gibi toplumların tarihinde kritik önemde olaylar oluyor. Önemli olan toplumların bunu iyi değerlendirmesi. Ben Narin olayında Türkiye toplumunun genel olarak iyi bir refleks gösterdiğini, cinayetin üzerinin kapatılmaması için çırpındığını düşünüyorum. Ama şimdi konu gizli bir el tarafından gündemden düşürüldü. Muhalif medya bile birden konu değiştirdi. Özgecan Aslan cinayetinde de, kadınlara yönelik işlenen suçlar konusunda biriken toplumsal tepki taşmıştı. Çocuklara yönelik işlenen suçlar konusunda toplumda biriken tepki de Narin olayında taştı. Burada dikkat edilmesi gereken nokta bu toplumsal tepkinin kadın cinayetleri konusunda somut politikalara dönüşüp dönüşmediğini görmek. Ne yazık ki Özgecan Aslan olayında toplumun ayaklanması hem iktidar hem muhalefet eliyle bastırıldı. Avuç içi kadar parklara Özgecan Aslan adına vererek kadın cinayetleriyle ve kadına yönelik şiddetle mücadele edilemez! Ben bu tür uygulamaları iyi niyetli ama faydasız çabalar olarak görüyorum. Özgecan Aslan parkları açan belediyelere kaç sığınak, kaç kadın danışma merkezi açtığını sormak gerekiyor. Daha geçtiğimiz günlerde İzmir Bayraklı Belediyesi kadın sığınağını kapattı. BBP’li Sivas Belediyesi hem de çocuk parkına Narin ismini vererek açılışı yaptı bile! İdam cezasının geri getirilmesi, kimyasal ve hatta cerrahi hadım uygulamasının başlatılması gibi çağdışı öneriler de hemen masaya kondu zaten.
- Narin cinayetinin aile içinde işlendiği, ailenin elbirliğiyle cinayeti gizlediği, karanlık ilişkileri olduğuyla ilgili birçok başlık çıktı ortaya. Bu nasıl ve neyin ürünü bir aile?
Taliban ve IŞİD benzeri politikaları savunan, sırtını devlete dayamış, devletin bir parçasını yanına almış güçlü bir odak oluştu Türkiye’de. Ve bu odak Türkiye’yi Afganistan benzeri bir rejime doğru sürüklemek istiyor. Türkiye oraya doğru götürülebilir mi? Aslında Narin olayıyla bunun sınavlarından birini daha yaşıyoruz. AKP kontrolündeki devlet, yeni bir toplum yaratmak istiyor ve bu toplumun merkezine kendi ataerkil aile modelini kurmak istiyor. Bu model erkeğin reis olduğu, ailedeki kadınlar, çocuklar, hayvanlar, her şeye tek başına sahip olduğu mutlak bir erkek iktidarı. Toplumu ve devleti bu erkek üstünlükçü politikayla biçimlendirmek istiyor. Bu nedenle on yıllardır ‘Ailede, toplumda, devlette reis istemiyoruz’ sloganının altını çiziyoruz, çünkü hepsi birbirine bağlı. Dolayısıyla bugün AKP iktidarı, kadınların erkeklere yönelik herhangi bir itirazını, kendi iktidarına yapılan bir itiraz olarak görüyor, kadınların susturulması, itaat ettirilmesi için şiddet uygulayan erkekleri politik olarak teşvik ediyor. Şiddeti cezasız bırakması da bu nedenle.
- Güran ailesi iktidarın istediği aile modeli mi?
Tavşantepe köyündeki Güran ailesi, iktidarın yaratmak istediği aile modeline aslında birebir uyuyor. Erkeklerin egemen olduğu, kararları erkeklerin verdiği, kadınların susturulduğu, konuşturulmadığı bir aile modeli bu. Narin olayında devletin müdahalesi meselesinde ne görüyoruz? Devlet destekli bir aile olduğunu görüyoruz. Galip Ensarioğlu’nun demecinde, o aile modelinin devlet nezdinde dost ilan edildiğini gördük. Bu aileyi devletin dost olarak işaret etmesi ciddi bir problem ama aynı zamanda aile konusundaki ideolojik tutumu da gösteriyor. Bu ailenin silahlı erkeklerden oluştuğu, bu silahların bir bölümünün devlet tarafından sağlandığı ya da göz yumulduğu iddiaları var. ‘Bu aile bizim dostumuz’ denmesi devlet uzantılı bu ailenin devletin toplum içindeki ‘ajanları’ olduğu gibi bir duruma da işaret ediyor. Yeri geldiğinde devletin eli-kolu, yeri geldiğinde medyası, yeri geldiğinde imamı olarak işlev görecek bir aile-toplum-devlet modeli ifşa ediliyor.Yani sadece ataerkil ailenin ifşası değil bu, devletin bir uzantısı olarak toplumda işlev görecek bir aile modeli bu. Anayasa’nın 41. Maddesi ‘Aile toplumun temelidir’ der. Toplumun temeli aileden, devletin temeli ve uzantısı aileye geldik. Bunu gördük Narin olayında.
- Olayla ilgili yürütülen soruşturmada ciddi hukuksuzluklar ve yönlendirmeler var. Aileye profesyonel ellerin yardım ettiği bariz ortaya çıktı. Bu yapılanlar nelerin göstergesi olabilir?
Narin olayı, ülkede yer yer paralel bir başka hukuk uygulandığını ve devletin de bu başka hukukun sözcüsü ve destekçisi olarak o ailenin yanında durduğunu gösteriyor. Basit bir kriminal suçta uygulanması gereken temel yöntem, DNA örneği alınan bir aracın sahibine verilmemesidir. Cinayet şüphesiyle tutukladığın şahsın ev aramasının 10-15 gün sonra yapılmamasıdır. Bütün kuralların, sadece anayasanın, yasaların değil, en temel, en basit soruşturma tekniklerinin bile devre dışı bırakıldığını gördük. Tamamen paralel bir başka hukukun topluma dayatılmaya çalışıldığı bir süreç yaşıyoruz. Ama Narin olayının üstünün örtülmesini istemeyen toplum kesimlerinin, devleti hukuk içine çekmeye çalıştığını da görüyoruz.
- Katledilen Narin henüz 8 yaşındaydı ama tabutunun üzerine gelinlik konuldu. Yeterli tepki verildiğini düşünüyor musun?
Biz 5-6 sene öncesine kadar öldürülen kız çocuklarının ve genç kadınların mezarlarına gelinlik konulmasını eleştirirdik. Toplum bu eleştirimize marjinal bir eleştiri olarak bakardı. Narin olayında gördük ki, toplumun önemli bir bölümü bu konuda görüşünü değiştirdi. Çok sayıda insan 8 yaşındaki bir kız çocuğunun tabutuna okul önlüğü değil de gelinlik konulmasına tepki gösterdi. Gelinlik ataerkil aile modelinin ürettiği bu tür cinayetlerde, bütün suçları örtecek bir örtüye dönüştürülmek isteniyor. Niyet bu olmayabilir ama sonuç bu. Gelinliğe yüklenmek istenen bu misyonu tartışmamız gerekiyor ve Narin olayında toplumun bu tartışmayı birbirini çok da incitmeden yaptığını düşünüyorum.
- Aynı zamanda Hizbullah olarak bilinen HÜDA PAR’ın da olaya aktif şekilde dahil olduğunu gördük. Bu topluma bir mesaj mı sence?
Mesajdan daha önemlisi bence AKP’nin bir kanadıyla Hizbullah ideolojisinin birbirine ne kadar yakınlaştığının ve ittifakının yeni bir ilanı oldu. Narin olayındaki en ciddi alarm konularından biri olduğunu düşünüyorum bunun. Evet, sahnelerde elele parti genel başkanları pozlar vermişti. HÜDA PAR’lılar meclise sokulmuş ve devlet aygıtının önemli bir parçası haline getirilmişti. Evet devletin kritik mekanizmalarına yapılan atamalarda, siyasal İslam’ın belli çizgilerinden adamların atanması bildiğimiz örnekler fakat Narin olayında ‘Hizbullah’la bağlantılı aile’ iddiası ortaya atılır atılmaz HÜDA PAR yöneticilerinin bu iddiayı ‘dış güçlere’ bağlaması sonrasında, ailenin de olayda dış güçlerin olduğunu söylemesi arasında bir bağlantı olduğunu düşünüyorum. Hemen ardından Güran ailesinin dostu olduğunu söyleyen AKP’li Ensarioğlu’nun açıklaması, devlet bağlantılı iki önemli figürün açıklama yapması gibiydi. Bu durum, AKP’nin bir kanadıyla, HÜDA PAR çizgisi arasında artık bir fark kalmadığını düşündürtüyor.
- Köyün bir silah deposu olarak kullanıldığı iddiası da var.
Narin olayında benim gördüğüm iki kritik nokta daha var. Bunlardan ilki, köydeki silahlar muamması, silahlar konusunun hemen kapatılması. Diyarbakır’da son dönemde yüzme havuzlu sitelere, kafelere, parklarda sanat yapan gruplara, yani siyasal islamın benimsemediği bir yaşam tarzına yapılan saldırıların bazılarında silah da kullanılmıştı. Bu silahlar böyle silahlandırılmış köylerden veya ailelerden mi geliyor? Siyasal İslamın silahlı olarak sahneye çıkışı arifesinde miyiz?
Gözlemlediğim ikinci olgu bu soruya dair kaygılarımı artırıyor. Toplumun etkin ve şeffaf bir soruşturma talebini umursayan olmadı. Jandarma komutanı ile dosyaya bakan hakimin evli olduğu iddia ediliyor ama tek bir açıklama yapılmıyor! Emekli bir özel harekatçının Narin’in beşinci günde ve sağ olarak bulunduğu iddiası var, ama bir açıklama yok. DSİ’de çalışan bir akrabanın, Narin’in bedeni bulunmasın diye gömüldüğü derenin debisini artırdığı açıklanıyor. Devlet kolluğundan vekiline, DSİ’den daha nice kurumuna konunun içinde ve ailenin yanında. Hiçbirine dokunulmuyor. Köy halkı hala suskun. Burada toplumdan gelen baskılara karşı büyük bir rahatlık ve kayıtsızlık var. Ürkütücü bir kibir var. Aynı kibiri ailede de görüyoruz; 6 yaşındaki kız çocuğunun tarikat müridine cinsel köle olarak verilmesi ile ilgili HKG davasında devletin bir bölümü, örneğin Aile Bakanlığı, örneğin KADEM mağdurun yanında yer almış ve kendilerine yapılan saldırılara rağmen geri adım atmamıştı. Narin olayında bu kurumları samimi, gayretli bir biçimde Narin tarafında göremedik. Çok düşündürücü.
- Narin Güran cinayetinin aydınlatılması nasıl mümkün kılınabilir?
Toplumun canı burnunda, şu anda partilere bakıyorlar. Üzüntü demeçleri dışında pek bir şey yok. Toplum tek başına örgütsüzdür, toplumu örgütlü yapılar harekete geçirir. Kadın hareketi olmasaydı, Özgecan Arslan cinayeti o kadar büyümezdi. Ama mesela muhalefet medyası kadın hareketine söz vermiyor. Bu akıl alabilecek bir şey mi? Narin olayının bu kadar büyük bir tepkiyle karşılanması kadınların on yıllardır anlatmaya çalıştığı şeyin nasıl bir gerçek olduğunu gösterdi. İnsanlar bunu gördüler ama maalesef medyamızın ve muhalefetimizin ezici çoğunluğu hala kadınları dinlemekten yana değil. Gramsci’nin tanımıyla ‘organik aydın’ kaynıyor Türkiye şu anda. Bana kalırsa muhalefet, medya ve akademi toplumun öfkesini bastırmakla meşgul, ben böyle düşünüyorum. Mesela ‘CHP miting yapıyor’ dendiğinde gördüğümüz bir avuç insan ile mitingçikler. Ben eğitim ile ilgili Saraçhane mitingine gittim. Çok düşük bir katılım vardı. Miting değil bunlar. Eğitim diye devasa bir problem varken, ÇEDES’ler, müfredattan bilim ve sanatın çıkartılıp dini içeriklerle doldurulması, diyanetin çocukların okul ve okul dışı zamanlarına adeta el koyması, şu an taşımalı eğitimden bile vazgeçip okul-parsiyon gibi uygulamalarla küçücük çocukların ailelerinden kopartılmak istenmesi, kısacası çocukların ve ülkenin geleceğinin adım adım yok edilmesi sürecindeyiz. Böyle bir ülkede eğitim mitingi yapacaksın, 500 kişi yok! Olmaz. Onun için toplumda gördüğüm ve her gün artan tepkiler benim için çok önemli. Umut burada. Toplumda.
İstanbul Sözleşmesi topluma tekrar tekrar anlatılmalı
Hülya Gülbahar, Narin cinayetiyle birlikte İstanbul Sözleşmesi’nin öneminin bir kez daha ortaya çıktığını şu ifadelerle vurguladı: “İstanbul Sözleşmesi’nin en çok tartışmaya açılan konularından biri de, 18 yaş altı kız çocuklarının sözleşme kapsamında olduğunu tanımlayan maddesidir. Bu madde, ‘kız çocuklarına kadın deniliyor, kız çocuklarının bekaretinin olmadığı iddia ediliyor’ gibi akıl dışı eleştirilerle, sözleşmeye karşı çıkan bir avuç marjinal kadın ve çocuk düşmanı kesim tarafından hedefe konmuştu. O dönem İstanbul Sözleşmesi’ne yapılan bu saldırı, aynı zamanda çocukların şiddetsiz bir yaşam haklarına da saldırıydı. Zaten Sözleşmeden imza çekilir çekilmez, İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkan güruh, sıra çocukların cinsel istismar ve sömürüden korunması ile ilgili Lanzarote Sözleşmesi’nde diye sevinç gösterileri yapıyordu. İstanbul Sözleşmesi’ni Narin olayı ile bir kez daha gündeme getirmek gerektiğini düşünüyorum. İstanbul Sözleşmesi çocukların, özellikle kız çocuklarının şiddete maruz kalmalarında en etkili hükümleri, en etkili mekanizmaları getiren bir sözleşmedir. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin de ete kemiğe büründürülmüş halidir.
Narin olayı, BM sözleşmesi CEDAW ile İstanbul Sözleşmesi’nin kadın ve çocuklara karşı şiddet ve ayrımcılığın önlenmesi için bunları yaratan kültür, örf ve adet, din, gelenek, önyargılar ve her türlü uygulamaların, kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesi; şiddet ve ayrımcılık için sözde “namus” bahanesinin kullanılmaması için gerekli her türlü çalışmanın yapılmasının ne kadar yaşamsal önemde olduğunu bir kez daha göstermiştir.
Dolayısıyla ülkenin geleceğine sahip çıktığını söyleyen muhalefetin ilk yapması gereken şeylerden biri, İstanbul Sözleşmesi’ni tüm topluma tekrar tekrar anlatması ve bir toplumun ortak sözleşmesi haline getirmek için çalışmasıdır. İktidar olduğu bütün yerellerde de sözleşmenin girişinden son maddesine kadar uygulanmasını sağlaması gerekiyor.”