Çağdaş Kaplan
Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi’nde 21 gün önce PKK Lideri Öcalan’ın ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmesinin engellenmesine son verilmesi için süresiz açlık grevi eylemine başlayan HDP Hakkari Milletvekili ve Demokratik Toplum Kongresi Eş Başkanı Leyla Güven, gazetemizin sorularını yanıtladı. Talebinin siyasi değil hukuki ve ahlaki olduğunu vurgulayan Güven, “Bu cezaevinde yaşanan kahramanca direnişler bana büyük güç veriyor. Ölçümüz nerede olursak olalım faşizme karşı direnmektir” dedi. Güven yerel seçimlere ilişkin ise “Öyle bir sonuç ortaya çıkacak ki herkes Kürtlere dair hesaplarını gözden geçirmek zorunda kalacak” yorumunu yaptı.
Öncelikli olarak sağlık durumunuz hakkında bilgi almak isteriz?
Sağlığım gayet iyi. Cezaevi reviri her sabah düzenli tansiyon ve kilo ölçümü yapıyor. Son derece iyi olduğumu bilmenizi isterim. Bu iyi olma hali yaşadığım duygu yoğunluğu ve maneviyatla ilgili, en azından buna bağlıyorum. Bu cezaevinde yaşanan kahramanca direnişler bana büyük güç veriyor.
Eylemle birlikte cezaevindeki günlük rutininiz de değişmiştir. Eylemde bir gününüzü bize anlatır mısınız? Örneğin şu an hangi kitabı okuyorsunuz?
Grevle birlikte günlük yaşamımda değişen bir şey yok. Sabah erken kalkıyorum. Havalandırmada en az yarım saat yürüyüş yapıyorum. Kitap okumalarım sürüyor. Şu an “Meleklerin Küllerinden” isimli bir kitap okuyorum. Gün içerisinde sık sık avukat görüşmeleri yapıyorum. Büyük ilgi ve destekleri moral oluyor. Akşam havalandırma kapanana kadar (16.30’da kapanıyor) iki saatte bir havalandırmada arkadaşlarla volta atıyor, sohbet ediyorum. Gün içinde cezaevlerinden ve dışarıdan gelen mektup ve faksları okuyorum, özgür basının gönderdiği röportajları cevaplıyorum. Akşam haberlerini, gazetenizi düzenli takip ediyorum. Anlayacağınız tempom epey yüksek.
Greve başlamanızın ardından hakkınızda “1 ay süre işten yoksun bırakma” cezası verildi. Avukatınız milletvekili olmanıza rağmen bu cezayı “hukuk ayıbı” olarak niteledi. Ne düşünüyorsunuz?
Cezaevlerindeki disiplin cezalarının amacı, tutsakları iradesizleştirme, korkutma ve kişinin kendisinde “işe yaramaz” hissiyatına neden olmaktır. Ceza İnfaz Yasası’nda insan onurunu zedeleyen birçok madde var. Şimdilerde cezaevlerinde tutsaklar adına gelişen bazı haklar ve koşullar bedel ödenerek kazanılmıştır. Cezaevlerinde çok ciddi hak ihlallerinin olduğunu basından ve gazeteniz aracılığıyla öğreniyoruz. Elazığ ve Tarsus cezaevleri en çok gündeme gelen cezaevleri. Amed E Tipi Cezaevi’nde yaklaşık 10 aydır kalıyorum ve her türlü disiplin cezasından nasibimi aldım. “Havalandırmada halay çekmek”, “Kürtçe şarkı söylemek” suç sayılıyor. Kürtçe bilmeyen müdür ve gardiyanların imdadına Kürtçe bilenler yetişiyor. Şarkılarımızın sözleri tercüme ediliyor ve ne hikmetse her sözümüz “suç” sayılıyor. Sonra gelsin soruşturmalar, disiplin cezaları. Cezalara itiraz etmemize rağmen nedense hiçbir hakimin bizi haklı bulduğuna rastlamadık. Ceza ala ala cezaların türü tükendi. En son iki kez üst üste “Kurum içinde ücretli bir işte çalışamaz” cezası verilerek “Sizi bir vekil olarak görmüyoruz” mesajı verildi. Bir itibarsızlaştırmaya dönüştürüyorlar kendilerince. Galiba anlamış değiller. Ben, biz faşizme karşı direniş içindeyiz. Direnenler itibarlı ve onurludur. Ölçümüz nerede olursak olalım faşizme karşı direnmektir.
Talebiniz için eylem biçimi olarak neden açlık grevini seçtiniz?
Dışarıda olmanın çok fazla avantajları ve koşulları oluyor. Tabi içeride yapabileceğiniz şeyler çok sınırlı oluyor. Yaşananlara dair söylemek istediğim, yapmak istediğin o kadar çok şey oluyor ki yapamayınca boğulacak gibi oluyor insan. Sesini yeterince duyuramıyorsun. Eylem yapma dışında da alternatifin kalmıyor. Bedenini açlığa yatırma bir direniş biçimidir içeride. Bu uğurda yitip gitsen de amacına ulaştığını biliyorsun. En azından sesini herkese duyurabiliyorsun. Bedeni mücadele aracına dönüştürmek oluyor sanırım. Biraz böyle oluyor .
HDP ve Kürt kadınları eyleminizi sahiplendi ve destek eylemleri yapıyor. Bu eylemlerle ilgili ne söylemek istersiniz? Sizce Kürtler dışındaki çevrelerde yeterince gündem oldu mu eyleminiz?
Her parçadaki Kürt halkının benimle aynı duygu ve düşünceler içinde olduğunu gönül rahatlığıyla belirtebilirim. Tecridin bir insanlık suçu olduğunu, bu tecridin Kürt halk önderi şahsında tüm Kürt halkına uygulandığı biliniyor. Kürt sorununun demokratik, barışçıl çözümü için sayın Öcalan’ın rolü elzemdir. Eylemimin daha ilk gününden itibaren başta kadınlar olmak üzere tüm demokratik ve devrimci kurumların sahiplenmesi bunun bir göstergesi. Başta Avrupa, DTK, HDK, Barış Anneleri ve daha birçok kurum ve kesim tecridin sonra ermesi için düzenli çalışmalar yaptılar. Ancak çabalar sonuç vermiyor, sessizlik bozulmuyordu. CPT ve benzeri uluslararası insan hakları kuruluşları yeterince sorumluluk gösteremediler. Bunlar fazlasıyla üzücü oluyor. Fakat eylemi sahiplenme konusunda cezaevlerinden gelen yüzlerce faks ve mektup beni onurlandırdı. Hepsi; “Eyleminin talebi bizim de talebimizdir” diyordu. Tabi önemli olan bu eylemin kamuoyunda yankı bulması ve doğru sahiplenilmesi. Bu sağlandığı müddetçe toplumsal muhalefet kayıtsız kalmayacaktır.
Talebinizle ilgili dışarıda neler yapılabilir, bu konuda siyasete önerileriniz neler?
Dışarıdaki kurumlarımızın bir araya gelip eylem ve etkinlik planlamaları çıkardıklarını gazetenizden öğreniyorum. Gündemin yoğunluğu epey fazla. Yerel yönetim seçimlerinin çalışmaları da başladı. Tecrit gündemi bizler açısından önemli, gündemler ortaklaştırılıp çalışmalar sürdürülebilir. Tecridi daha fazla gündemleştirmek için mahallelerde halk toplantıları yapılabilir. Halka gitmek önemli. Halkın önerileri, görüşleri süreci belirlemede etkilidir. Tecridin tüm aşamaları, İmralı sisteminin geldiği düzey daha net aktarılabilir. AKP-MHP ittifakının tecridi ağırlaştırma politikaları, Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler, sayın Öcalan’ın rolü ve daha birçok konu halkla tartışılabilir. Bu çalışmaların yararlı olacağını düşünüyorum.
Öcalan ile görüşmenin sağlanması içinde bulunduğumuz siyasi atmosfer açısından neyi ifade ediyor, neden önemli?
Sayın Öcalan, uluslararası bir komplo ile Türkiye’ye getirildi. İmralı Cezaevi özel statüsü olan, özel bir sistem. İç hukuk ve evrensel hukukun işlemediği bir sistem. Kim tarafından, kimler tarafından ne kadar yönetildiği de şeffaf değil. Kuşkusuz ileri zamanlarda bazı yönleriyle daha da netleşecek hususlar olacaktır. Zaten sayın Öcalan, 20 yıllık esareti boyunca bu sistemi önemli boyutlarıyla açığa çıkarttı. Türkiye halkları demokratik mücadeleyle bu durumun hesabını soracaktır. Güvenlikçi politikaların kaybettirdiğini her geçen gün bir kez daha görüyoruz. 40 yıldır denenmeyen savaş yöntemi kalmadı. Cemaat ve AKP ortaklığıyla devreye konulan “çöktürme planı”nın sonuçlarının neler olduğunu gördük. “Sri Lanka modeli” olarak kamuoyuna sunuldu. Peki ne değişti? Türkiye halkları çözüm sürecinde sayın Öcalan’ın çözüme dair çabalarını, iradesini gördüler. Öcalan’ın toplum üzerindeki gücü görülünce tecrit daha da ağırlaştırıldı. Sayın Öcalan politik bir kimliktir. AKP’yi zorlayan tam da bu gerçekliktir. Söylediği sözlerin, verdiği mesajların toplumun gündemini nasıl belirlediğini biliyorlar. Tarihi değişim ve dönüşümleri yaratacağını bildikleri için mutlak tecrit uygulanıyor. Sayın Öcalan’a bugün fazlasıyla ihtiyaç var. Ondan gelecek mesaj çok önemli olacak. Avukat, aile görüşlerinin olması gerekiyor. Talebim ağırlaştırılmış tecridin son bulmasıdır. Anayasa ve yasalar her tutuklu ve hükümlünün İnfaz Yasası ile belirlenen hakları olduğunu ifade eder. Ancak 20 yıldır İmralı’da farklı ve özel bir uygulama söz konusu. Siyasi iktidar sayın Öcalan için her şeyi belirliyor. İsterse ailesiyle ve avukatlarıyla görüştürür, istemezse görüştürmez. Bin bir gerekçe ile hakları elinden alınıyor. Yıllardır bu hukuksuz ve keyfi uygulamaları sürdürüyorlar. Sayın Öcalan’ın ayda 3 kapalı, 1 açık görüş hakkı var. Haftada bir telefon görüşü ve avukatları ile düzenli görüş hakları var. Bu taleplerimiz siyasi değil hukuki ve ahlakidir. Bu durumun düzelmesi için bedel vermek gerekiyorsa onu da vermeye hazırım. Bu tecridin kırılması halkların ortak yaşamının teminatı ise, toplumsal barışın kalıcılaşması ise, sayın Öcalan’ın da Güney Afrika önderi Mandela gibi halkı ile demokratik mücadelesinin zeminlerinin yaratılması gerekiyor. Sayın Öcalan’ın mücadele yöntemleri zengindir. Düşüncelerinin pratikleşmesi sorunlara çözüm olacaktır.
AİHM’in Demirtaş kararını da sormak istiyorum. Karara ilişkin iktidarın açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
7 Haziran demokratik siyaset alanında çok önemli bir dönemeçti. Bizler 80 vekille parlamentoya gittiğimizde AKP ve MHP’nin fiili devam eden kirli ittifakı resmileşti. Tekrar seçim kararı böyle alındı. Tehlike olarak görüldük. HDP’ye dönük o günden bu güne yapılanlar o zaman planlandı, sonradan değil. Eşbaşkanlarımız, vekillerimiz, seçilmişlerimiz rehin alındı. Yargılama aşamalarına ilişkin söylenecek söz bulamıyorum. Yargılama denilemez aslında. Her şey Cumhurbaşkanı’nın iki dudağı arasından çıkan söze bağlı. Yargının siyasallaşması budur. Amaç demokratik siyaseti tasfiye etmek. AİHM’in sayın Demirtaş için verdiği karar son derece önemli, emsal olacak bir karar. Tabi en üst düzeyde karara iktidarın verdiği yanıt korkunç. Aslında AKP gerçeğini yansıtıyor. Tahliye kararını engellemek için ellerinden geleni yapacaklardır. AKP hukuk tanıyan bir siyasi yapı değil. Muhalefet bu kararı sahiplenmeli, uygulanması için harekete geçmeli. Karar Türkiye’yi ilgilendiriyor.
Bir diğer önemli gündem ise yerel seçimler. Siz bu gündeme dair ne söylemek istersiniz?
Yerel yönetimler toplumun birebir kendisini içinde bulduğu, hizmetleri ile toplumun bütün kesimlerine dokunabilen, ulaşabilen bir alan. Doğrudan demokrasinin olanak ve koşullarının en iyi uygulanabileceği zemin. Aynı zamanda her siyasi partinin kendi dünya görüşünü, hizmet anlayışını yansıttığı bir yönetim yeri. Demokratik siyaset geleneğimizin 1999’dan bu güne yerel yönetimlerde gelişerek devam eden bir pratiği söz konusu. “Kendimizi de kentimizi de biz yöneteceğiz” şiarıyla başladığımız hizmet anlayışımız halkımız tarafından da büyük destek gördü. Kuşkusuz bu alanlarda hizmet üretirken, eksik kaldığımız, yetmediğimiz yerler olmuştur. Yerel yönetimler perspektifimiz çok güçlü olmasına rağmen uygulamada cevap olamadığımız hususlar vardı. Her dönem güçlü özeleştiriler verdiğimiz biliniyor. Halkımız 80 yıl boyunca merkezi iktidar ve düzen partileri tarafından yönetildi. Bu siyasetlerin hizmet anlayışlarına, yaptıklarına halkımız şahit. Bugüne değin merkezi iktidarların ayrımcı politikalarına rağmen bizler halkımız için önemli hizmetler sunduk. Kentlerimizde büyük değişimler yarattık. Yerel yönetim alanında eşbaşkanlık sistemi başta olmak üzere birçok ilke imza attık. Her seçim döneminde halkımızdan büyük destek gördük. Kürdistan’da seçimlere yüklenen anlam çok başkadır. Bir varlık-yokluk meselesi olarak görülür. Bu yüzden seçim dönemlerinde Kürdistan oyları için yapılan tüm oy alma arayışları boşa çıkmıştır. Örneğin 16 Nisan referandumu ve 24 Haziran seçimlerinde AKP-MHP ittifakı ellerini ovuşturarak partimizin oy kaybına uğramasını beklediler. Fakat halkımız yüzde 80’lere varan sonuçlar ile gereken cevabı verdi. Halkın duruşu partisine sahip çıkmaydı. Önümüzdeki yerel yönetim seçimleri çok önemli. DBP’li seçilmiş arkadaşlarımızı görevden alıp tutuklayan, belediyelere AKP memurlarını atayan zihniyetten hesap sorma zamanı. AKP, seçim dönemlerinin özel savaş yöntemlerini bu kez daha erken deklere etti. “Yine kayyum atarız” diyerek tehdit etmeye başladı. Halkımızın bunlara itibar etmeyeceğini biliyoruz. AKP Diyarbakır ve Hakkari’de yaşayacağı hezimeti öngörmüş olacak ki emir kulu olan kayyumunu aday yapmış. Niye mi yapıyor? Bir başka siyasetçi ismi aday yaparsa seçimde kaybedeceğinden, ikinci bir hezimet ve itibar kaybı olmasın diye memurunu aday gösterdi. Ne diyelim Allah o kayyuma yardımcı olsun. Kürdistan’da öyle bir sonuç ortaya çıkacak ki herkes Kürtlere dair hesaplarını gözden geçirmek zorunda kalacak.
Kadınlara mesaj
Size sorularımız ulaştığı sırada kadınlar, 25 Kasım nedeniyle sokaklardaydı. Son olarak kadınlara mesajınız nedir?
Mirabel Kardeşler’den günümüze 68 yıl geçti. Kadın mücadelesinin büyük kazanımları oldu. Fakat erkek aklının kadına yönelik uyguladığı şiddetin boyutu değişmedi. Şiddeti en fazla topluma öncülük ettiğini söyleyen mevkilerin eril dilleri körüklüyor. Türkiye siyasetinde kim, hangi parti iktidardaysa kendi dünya görüşüne göre kadını tanımlıyor, rol ve misyon biçiyor. Muhafazakarı da liberali de aynı yöntem ve araçlarla kadına yöneliyor. Elbette kadının öz mücadelesi ile elde ettiği kazanımları da az değil. Kadınlar daha örgütlü daha bilinçli, daha kolektif bir mücadele anlayışıyla bir araya geldiler. Dünyanın neresinde olursa olsun kadına uygulanan her türlü şiddete karşı ortak platformlarda buluşup mücadele yürütme kararlılığını ortaya koydular. Yine Kürt kadınları bu mücadelenin en aktif ve öncü konumunu elde etmeyi öz dinamikleriyle başardılar. Kürt kadınının özgürlük perspektifi, mücadele yöntemleri, örgütlenme modeli, sistemi dünya kadın tarihi ve günümüz açısından ilkleri ifade ediyor. Sayın Öcalan’ın kadına dönük emek, düşünceleri bu gelişmenin önünü açan, büyüten bir pozisyonda. Kürdistan’da yaşananlar kadın devrimi niteliğinde. Rojava Devrimi kadın devrimidir. Kadının açığa çıkarttığı farkındalık, bilinç düzeyi, erkek kültürü olarak şiddetin de azalmasını, etkisiz kılınmasını beraberinde getirdi. Şiddetle mücadele sadece kadının değil aynı zamanda erkeğin de mücadele esası olmalıdır.
Son olarak düşüncelerimi yayınlama olanağı sağlayan özgür basın çalışanlarına, mektup ve fakslar yollayarak beni yalnız bırakmayan cezaevindeki ve dışarıdaki herkese, desteğini hiçbir koşulda esirgemeyen halkımıza sizler aracılığıyla teşekkürlerimi sunuyorum.