AKP 2015 sonrası kutuplaştırma siyasetini merkezine aldı. Öncesinde Baykal’ın CHP’si bu görevi üstlenmişti. Kutuplaştırma siyaseti en çok çokluklara zarar verdi. Özellikle Başkanlık sistemi çoklukların düşmanı haline geldi. Başkanlığın ilanıyla birlikte 12 Eylül darbesine benzer şekilde Türkiye‘deki toplumsal hareketler ve farklı temsiller baskı altına alındı. Siyaset sağa kaydıkça merkezileşti, tekleşti. Ve çokluklar yeniden meta anlatıların (Siyasal İslam, Kemalizm, etnik siyaset) içine itildi.
Türklerin hem seküler hem muhafazakar damarı, batı modernitesinin ikili yapılarının fazlasıyla etkisinde kaldı ve bu etkiden kurtulamıyor. Haliyle modernitenin ikili fenomenlerinin yarattığı şiddetli kutuplaşmanın etkisiyle toplum olmakta zorlanıyor. Çoğul ve renkli toplumsal yapı gün be gün eriyor. Ülkenin etnik, dinsel, kültürel farklılıkları zenginlik olarak değil “beka” sorunu şeklinde not ediliyor. Hatırlanırsa Türkiye’nin aksine Rusya-Putin yakın zaman önce ülkenin bekasını ülkenin çokluklarının ayakta kalmasına bağlı olduğunu söylemiş ve çok uluslu, çok dilli, çok kültürlü yapıyı övmüştü. Hakeza AB ülkeleri ve ABD tüm savaş ve şiddet pratiklerine rağmen çoklukları bir zenginlik olarak görmekten vazgeçmiyor. Türk milliyetçiliği ise yeniden Türk militanlığına kayıyor ve yeni bir tekçiliği örgütlüyor. Türkiye siyaseti merkezileştikçe çokluklar yutuluyor. Çokluğu yutan her siyaset kendi çölüne saplanıp kalıyor. Halk yerel seçimlerde gidişata dur dedi. Halkın talebi yine savaş ve şiddet politikalarıyla, yeniden sağ-kutupçu siyaset köpürtülerek manipüle ediliyor.
Politikanın sarsıntıları
AKP’nin başını çektiği ırksallaştırma, dinselleştirme ve nihai olarak sağa yaslanarak toplumu ikiye bölme stratejisi, 2015 sonrası hem düzen muhalefetini hem radikal demokratik muhalefeti de etkiledi. Her iki muhalefet biçimi de zaman zaman AKP’nin kurduğu oyunun kurallarından sıyrılmakta zorlandı. Toplumu iki kampa bölerek dünyada yükselen popülist sağ ile uyumlu olan bu stratejiden muhalefet dinamiklerinin etkilenmesi, demokratik siyaseti geriye çekti. Radikal muhalefetin ana bileşeni olan Kürtler ve sol yapılar bile sağ siyasetin etkisiyle kimi savrulmalar yaşadı, yaşıyor. Türklük kimliği üzerinden tırmandırılan milliyetçilik Kürtleri ve sol siyaseti dar milliyetçiliğe sürükleyerek demokratik siyaset ve demokratik toplum iddialarını zayıflatıyor. Deyim yerindeyse hem Kürt hareketi hem sol hareket ırksallaştırılmakla karşı karşıya.
Büyük umutlarla yola çıkan ve siyasetin ezberlerini değiştiren HDP’ye yönelik başlatılan şiddetin arka planında yine çoklukları dağıtarak partiyi ırksallığa itme motivasyonu vardı. HDP, siyasi partiler içinde çoklukların kendini ifade ettiği ve örgütlediği, hatta çoklukların partisiydi. Sistemin dış saldırılarının içe yansımalarını kısaca hatırlarsak; özellikle Mayıs 2023 genel seçimlerinde ortaya çıkan eksikliklerin bahanesiyle, içerden ve dışardan çokluk paradigmasının nasıl hedef alındığını unutmamak gerek. Çokluklar o dönemde bir kesim tarafından adeta mahkum edilmeye çalışıldı. Konjonktürün içine hapsolan tehlikeli bir bakış, halkı adeta kışkırtarak partiyi kurumsal, ideolojik, paradigmal hattan saptıran bir zemine çekmeyi denedi. Kürt hareketinin ufku daraltılarak, şarkiyatçı bir mantıkla, sanki Kürtlerin yoksulluk, kadın, gençlik, ekoloji, emek, kent sorunu yokmuş gibi, bu mücadele alanlarında varolmayı Kürtlere yakıştırmayan; “bırakın kadınları, kentleri, ekolojiyi, emeği…” diyen bu miyop bakış, uzun bir süre adeta kıyametler kopardı. Kürtler sadece kimlik siyasetiyle sınırlı kalan dar bir politik gettoya sıkıştırılarak diğer mücadele başlıklarının yerel, bölgesel ve evrensel ölçekteki bağlamları, ilişki ağları ve etki alanları daraltılmak istendi.
İktidarın seçimleri manipüle ederek, devletin yargı ve şiddet tekelini elinde tutarak yeniden iktidar olmasının yarattığı öfkeyi HDP geleneğine yönlendiren bu ağa karşı parti; halk buluşmaları, parti içi tartışmalar ve yeni parti ile bu süreci aşmayı başardı ve Mayıs seçimleri sonrası çubuğu Kürtlere kırdı. Zira bir taraftan bölgesel Kürt savaşı, diğer taraftan şiddet ve kayyım süreçleri bu değişimi ahlaki ve politik bir zorunluluk haline getirmişti. Kaldı ki Kürt halkının hikayesi HDP geleneği için ontolojik bir meseleydi, Kürt meselesinin çözümü temel önceliklerin başında geliyordu. Ancak parti bir taraftan Kürt meselesi gibi kompleks bir sorun ile boğuşurken diğer taraftan Kürtlerin yaşamının devam ettiğini; güncel olarak kent, emek, yoksulluk, ekoloji, kadın, gençlik sorunlarının acil olarak çözülmesi gerektiğini ve bu sorunların bölgesel-evrensel mücadele bağlamlarının ve ağlarının olduğunu göz ardı edemezdi.
Hem Kürt hareketinin hem sol siyasetin ırksallaştırılarak ideolojik-politik teorisinden, yani dünyaya açılan devrimci ve enternasyonal pencereden; ekolojiden, kadından, kentten, barış, demokrasi ve emek mücadelesinden uzaklaştırılarak saf bir ulusal kimliğe sıkıştırılmak istenmesini doğru anlamak gerekiyor. Bu noktaya gelinmesinde sistemin ve rakiplerin tuzaklarının yanı sıra konjonktürün büyük etkisi göz ardı edilemez. Burada hem Kürtlerin hem sol bileşen hareket ve örgütlerin zaman zaman kafa karışıklığı yaşaması ciddi bir sorun olarak not edilmeli. Bazı konularda tereddüt edilmez. Küresel sömürü alanları olan emek, ekoloji, kadın, kent ve barış sorunu gibi başlıklarda kesintisiz enternasyonal mücadelenin verilmesi konusunda tereddüt etmek Üçüncü Yol siyasetini geriye götürür. Kürt halkının politik ve kültürel mücadelesi başta olmak üzere emek, demokrasi, kadın ve ekoloji mücadelesinin yükselmesi hiçbir toplumsal ve siyasal mücadeleyi engellemiyor. Bilakis feminen, ekonomik, politik ve kültürel mücadele dinamikleri diğer hareketler için büyük bir fırsat.
Demokratik toplum için çokluğun aurası
Gelinen aşamada demokratik bir toplum için Kürtler hem kendi partisinde örgütlenmeli, hem de çoklukların partisinin motor gücü haline gelebilmeli. Sol siyasete mesafeli, demokratik-ekolojik-kadın özgürlükçü paradigmadan uzak bir Kürt mücadelesi elbette ki zayıf kalır, etki alanını kaybeder. Kürtlere mesafeli bir demokrasi ve sol siyaset ise düşünülemez. Kürt mücadelesine kompleksli bir sol hareket ile sol ideolojiye mesafeli bir Kürt mücadelesinin hedefi küçüleceği gibi reel politikada da zayıflayacağı ve karşılık bulmayacağı aşikardır. Konjonktürün şiddeti, teorik ve pratik araçlarda kimi zaman yarıklar açabilir. O yarıklar zamanında kapatılmazsa daha da büyür. Bu sebeple stratejik HDP’nin siyasi teorisi yeniden ayakları üzerinde oturtulmalı. İttifak ilkeleri güncellenmeli. HDP’nin stratejik hikayesi apaçıktır; Kürtlere onurlu bir barış, Türkiye’ye kurumsallaşmış bir demokrasi… Gelenek bu hat üzerinden yükseldi. Özgürlük, eşitlik, barış ve onurlu yaşam ancak bu hattın karşılık bulmasıyla mümkün olabilir.
Kemalizm ve Siyasal İslamın son gerilimleri, doksanlardan bu yana dünyada devam eden Medeniyetler Çatışması tezinin Türkiye siyasetine mikro yansımalarıdır. İkibinli yılların başından bu yana, özellikle AKP’nin siyasete dahil olmasıyla birlikte Kürtleri ve sol-sosyalist yapıları da bu kültüralist kutuplaşmaya eklemlemeye çalışıyorlar. Bunun için çoklukların daraltılması, solun ve Kürtlerin ikili kutuplara itilmesi derin bir politika olarak sürekli güncelleniyor. Düzen siyasetinin ana geriliminin kaynağında Üçüncü Yol dinamiklerinin bu stratejiye karşı başka bir yol önermesi ve bu yolun toplumda karşılık bulması var. Bu derin politikaya karşı Üçüncü Yol dinamiklerinin kurucu olabileceği demokratik bir cumhuriyet inşasına ihtiyaç var. Bilindiği üzere Türkiye’de iki farklı cumhuriyet anlayışı rekabet halinde. CHP’nin cumhuriyeti eşitsiz, dışlayıcı ve jakoben bir karaktere sahipti. AKP’nin cumhuriyeti ise dışlayıcı, agresif, mezhepçi ve yayılmacı bir rejim haline geldi. Üçüncü bir cumhuriyet kurulma aşamasında. Üçüncü cumhuriyette ya önceki iki cumhuriyetin sömürü düzenekleri ortaklaştırılacak ya da yeni seçenek olarak demokratik bir cumhuriyet inşa edilerek farklılıklar kendilerine ait bir hukuka sahip olacak. Gerçek bir demokratik cumhuriyetin teminatı ise çokluklarla büyüyen ve kurumsallaşan Üçüncü Yol siyasetinin güçlendirilmesinden geçer.