Sayın Öcalan’ın düşünceleri beni etkiledi. Özellikle Murray Bookchin’in ekolojik ve anarşist fikirlerini yaşadığı toplumun sorunlarına bir çözüm metodu olarak uyarlaması ciddi anlamda etkiledi. Şu unutulmamalı: Kazanımlar savaş meydanında değil, diplomasi ile elde edilir
PKK Lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan tecrit devam ederken 42 aydır hiçbir şekilde haber alınamıyor. 10 Ekim 2023’te küresel çapta başlatılan “Abdullah Öcalan’a özgürlük Kürt sorununa demokratik çözüm” kampanyası kapsamında eylem ve etkinlikler devam ediyor.
Özgürlük hamlesi doğrultusunda yürütülen çalışma kapsamında Abdullah Öcalan’ın savunmalarını okuyup, düşüncelerini benimseyen 78 yaşındaki İsviçreli hukukçu Urs Matsinger, Fırat Haber Ajansı’ndan (ANF) Mahsum Koyun’a konuşarak, “Sayın Öcalan önemli bir düşünür ve bilimsel sosyalizmin önderliğini yapıyor” diyerek, tecridin sosyalist bilimin, yani toplum biliminin gelişmesinin önünü aldığını kaydetti.
- Öncelikle Kürdistan ve Ortadoğu’ya ilginiz nasıl başladı, Kürt halkına yakınlığınızın kaynağı nedir?
Ortadoğu’yu okuyup takip ettim. Orada sürekli gelişen bir kaos; bunu isteyip besleyen güçler var. Kimileri o topraklara Mezopotamya, kimileri Altın Hilal ya da Toros-Zagros silsilesi diyor. Orada bin yıllardan beri Kürtler yaşıyor ve bir statü hakları var. Bunun için mücadele ediyorlar. Ben Kürdistan denilmesine yanlış bakmıyorum. Kürdistan denilebilir, ancak Sayın Abdullah Öcalan daha kapsayıcı bir tanım yaparak, halkların yurdu, Anadolu halklarının özgürlük mekânı olarak değerlendiriyor. Demokratik Ulus tanımı da coğrafyada yaşayan etnik zenginlikle alakalıdır. Tabii bu mekânı özgürleştirmek için sadece Kürtler mücadele ediyor. Sömürgeleştirilen bir halk konumunda ama yine de direniyor. Bu özgürlük ilhamı inanılmaz bir potansiyeli barındırıyor. Ne kadar şansları var bilemiyorum.
Kürtlerin 50 yıllık mücadelesi, büyük değerler ve fırsatlar yarattı. Kendi direniş mücadeleleriyle ve kültürleriyle buluşuyorlar. Til Xelef kültürünü ve Göbeklitepe toplumsallığını birleştiriyorlar. Kürtler, bugün Ortadoğu’nun rönesansını yeniden inşa ediyor. Sadece toplumsallık inşa edilmiyor. Dağlarda devam eden savaşın ortasında filmler çekiliyor. Bu çok enteresan. Ben halen de inanamıyorum. Bir taraftan türkü söyleyenler var, bir taraftan kitap yazanlar var. Hem sanatsal anlamda hem de entelektüel anlamda üretimler var. Bunları gördüğümde çok heyecanlanmıştım.
Marksizm kendini güncelliyor. Bunu sağlayan yegâne güç bilinçtir. Önderlik sorunları yok, ancak Önder olarak gördükleri Sayın Abdullah Öcalan ne yazık ki Antonio Gramsci benzeri bir tecrit içerisinde. Eğer Türkiye gerçek bir demokrasiyi inşa etmek istiyorsa ve böyle bir niyeti varsa Sayın Abdullah Öcalan’ın politik ve tarihsel perspektiflerini doğru okumalıdır. Bu bir şans olabilir. Güney Afrika, Nelson Mandela’yı son anda değerlendirdi. Sayın Abdullah Öcalan demokrasinin koltuk değneği değil, doğrudan muhatabı, inşa edici bilinci ve pratik gücüdür. Dünyamızın içerisinde bir kuyruklu yıldız gibi geçip giden bir zihniyet devrimi değil bu. Bambaşka biridir. Marksizm unutulmadı ama olduğu gibi de kalmadı. Zagros dağlarında ve ovalarında direnenlere karşı gelinebilecek bir güç olduğunu sanmıyorum.
Diyelim ki fiziki olarak yok edildi, ancak sosyal olarak yaşanan direniş geleneği süreklidir. Başkaları bu cümlemden rahatsız olabilir fakat ben, bir demokrasi yanlısı ve Kürt halkının dostu olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; direniş geleneği oluştu. Kavramlar yeniden yorumlandı. Bakın, önünüzdeki kitap Sümer Rahip Devletleri’ni anlatıyor. Bunu Sayın Abdullah Öcalan çok zor şartlarda yazabilmiş, ancak hakikati o kadar ince yorumlamış ki anlamak zor olmasa gerek. Karşı olduğu aygıtı kaynağına inerek yorumlamış ve bunu tüm Sümerologlar şaşkınlıkla karşılamış. Karakterleri bir bir çözümledi. Humbaba’yı doğa ve doğal toplum şefi olarak tanımladı; Gılgamış’ı iktidar ve Enkidu’yu da iktidarın iş birlikçisi olarak yorumladı. Bu muazzam bir mitolojik kurgu. Kürt toplumsallığını sınıflı uygarlıkla ilişkilendirip, öğretici politik mesajlar ve uyarılar içeriyor. Takip edebildiğim kadarıyla mevcut savaşta halen de Enkidu tarzı iktidar ile işbirliği içerisinde olan kesimler var. Bu durum çok kötü. Persler ile Medler arasındaki ilişkide de böyleydi. Tarihteki bazı karakterler güncelde de sahneye çıkıyor.
- Abdullah Öcalan’dan 42 aydır hiçbir haber alınamıyor. Bu durum sosyal bilime de bir darbe. Takdir edersiniz Abdullah Öcalan bir filozof, bir düşünürdür. Tecrit bu açıdan da sosyal bir darbedir diyebilir miyiz?
Tehlike şu ki; kapitalist güçler denetim ve kontrol merkezini Jeremy Bentham tarafından tasarlanıp hayata geçirilen panoptikon türünde bir biçimde sürdürüyor. Bu denetim tarzı aslında yoğunlaşmış bir tecrittir. İktidar, yapısı gereği tehlikeli gördüğü kişi ve toplumları baskılar, tecrit altına alır. Dolayısıyla sadece İmralı tecridi değil, direnen topluma karşı da bir tecrit dayatması var. Türkiye ile sınırlı görmemek gerekir. Türkiye sadece İmralı’da gardiyanlık yapıyor. Esas sorumlular, merkezi ve bölgesel hegemonik güçlerdir. Kuşkusuz Sayın Öcalan önemli bir düşünür ve bilimsel sosyalizmin önderliğini yapıyor. Tecrit, sosyalist bilimin yani toplum biliminin gelişmesinin önünü alıyor. Zorunlu toplumsal değişimin incelenmesi sosyal bilimin gelişmesiyle ilişkilidir. Toplumsallığın yeniden inşası sosyal bilimin gelişmesiyle sağlanır. Tecrit bunu engelliyor. Doğrudur, doğalında sosyal bilime vurulan bir darbe gibi değerlendirilebilir.
Kürtler daha fazla sahip çıkmalı
42 ay tecrit diyorsunuz fakat bu tecrit İmralı kapıları açıldığından itibaren başladı. İmralı Adası, henüz Nairobi’de uluslararası güçlerin desteğiyle Türkiye’ye getirilmeden önce, Sayın Öcalan için tasarlanmış bir kontrol ve denetim mekanizmasıdır. Bazen tecridi kınamakla sınırlı kalan tepkiler oluyor. Kürtler bence daha fazla liderlerine sahip çıkmalılar. Çünkü bu, onlar için bir şanstır. Ben kitaplarla yaşıyorum. Kitabı yazanlardan çok, kitapların kendisiyle tanışıyorum. Sayın Öcalan’ı ilk olarak kitaplarını okuyarak tanıdım. Avukat olarak, eğer izin verilirse Öcalan’ı İmralı’da ziyaret etmek isterim. Berbat bir durum bu! Kendi avukatları bile herhangi bir görüşme sağlayamıyor. Türkiye’yi, hatta CPT’yi bile aşan bir tecrit uygulamasıdır.
- Abdullah Öcalan’ın savunmalarını okumuşsunuz, fikirlerine hakimsiniz. Fikirlerini örneğin demokratik ulus açılımını nasıl yorumluyorsunuz, bu doğrultuda Rojava’daki deneyimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ne kadar doğru anladım bilmiyorum fakat Sayın Abdullah Öcalan, devletin varlığını ahlaki ve politik toplum için bir tehdit olarak görüyor veya devlet olsun ya da olmasın, vurguladığı temel şey ahlak ve politika ile örülmüş bir toplum sınırıdır. Bu sınır yanlış anlaşılmamalıdır. Ulus devlet benzeri sürekli bir sistemle uzaktan yakından ilişkisi yoktur. İnsanın sosyalleşme mücadelesi öz olarak bir sosyalizm mücadelesidir. Dolayısıyla sosyalizmin kökleri insanlık kadar eskidir. Sayın Öcalan, sosyalizmi toplumsallığın gidebileceği en köklü mekanlarına kadar bilimsel olarak inceledi. Yine bunu Göbeklitepe’ye başvurarak yaptı. Kendi köyüne çok yakın bir yerden başladı. Sanırım bu bir tesadüf değil. Urfa hem uygarlığın hem de toplumsallığın merkezidir. Aynı zamanda çok önemli toplumsal önderlerin doğduğu ve ideolojik çıkış yaptığı bir mekandır. Sayın Öcalan da bahsettiğimiz topraklarda yeni bir arayış içerisine girdi. Kökleriyle buluşmak istedi. Bence Sayın Öcalan yeryüzünde yeni bir şeyler istemiyor. Modernitenin dağıttığı, bozduğu toplumsal ahengi yeniden kazandırmaya çalışıyor.
Demokratik ulus ne dogmatik bir diyalektik ne de tepeden inme bir baskı ve emirdir. Lokal olarak politikanın işlenmesine dayanır. Bir zamanlar kanton ve eyalet tartışmaları da yürütülüyordu. O ne oldu bilmiyorum. Sayın Öcalan’ın mektuplarını tercüme eden dostlar vardı, oradan okumuştum. Sanırım Sayın Öcalan ulus devlet karşısında en sistemli demokratik dizaynı, politikanın lokal örgütlenmesinde arıyordu. Bu ısrarına neden olan iki şey var; biri yabancılaşma, diğeri ise tarihsizlik bilincidir. Kırımı yaşayan bir toplum kendini nasıl var edebilir ki? Bu berbat bir şey. Burada Alp Dağları var, Jura Dağları var. Avusturya’ya kadar uzanıyor. Hiçbir hareketlilik yok, çünkü bir sorun yok. Hepsinde sığınaklar var. Sadece olası savaşa karşı insanların kendilerini koruyabilecekleri yerler var. Kürdistan dağlarında ise savaş tünellerinde direnenler var. Kapitalist sistem burayı merkez bankası olarak kullanıyor. Yine sömürge devletlerin diplomasi sahası olarak kullanılıyor. İşte hatırlayın, yüz yıl önce Kürdistan, Lozan’da yapılan antlaşma ile tam olarak parçalandı. Bu açıdan modernite güçlerini karşısına alan Sayın Öcalan bunu başarabilir mi bilmiyorum ama sosyal bilim açısından çok ciddi işler yaptı. Yeni dünya düzenini sarstı. Hem de bunu tecrit altında sürdürdü.
Evet, Rojava’da kanton sistemi üzerinden demokratik bir bölge oluşturuldu. Bu da kolay olmadı, biliyorum. Özellikle Kobanî savaşı. Kürtler savaşçı bir halktır. Kürtlerin savaşçılığından bahsetmektense radikal İslamcıların neden Rojava’ya yöneldiğini düşünmek gerekir. Ortadoğu’da çıkan her kriz bana, I. Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan Kahire Konferansı’nı hatırlatır. Bilirsiniz, o konferansta Kürt sorununu sürekli canlı tutmak için yeni krizlere sermaye oluşturulması kararı çıkarılmıştır. Bu çok önemlidir. Yani, Ortadoğu’da DAİŞ’in kendiliğinden türediğini düşünmek aptallık. Hele yönünü sadece Kürtlerin yaşadığı topraklara vermesi dahi, bize modernitenin Kürtlerin varlığından ne kadar rahatsızlık duyduğunu gösteriyor. Pogromlara benzer bir soykırım denediler. İnsanları sürgünlere zorladılar. Yahudiler, buna benzer süreçlerini avantaja çevirmeyi bildiler. Bakalım Kürtler de bunu başaracak mı? Bu bir soru işareti, ancak ben biraz umutluyum, çünkü Sayın Öcalan gibi bir önderleri var. Her ne kadar tecrit altında olsa da bir görüşme bile her şeyi değiştirebiliyor.
- Daha önce İsviçre Federal Parlamento Sosyalist Parti (SP) Milletvekili Fehlmann Rielle Laurence tarafından hazırlanan ve 11 Federal Parlamento üyesinin imzasını taşıyan bir önergeyle İmralı tecridine dikkat çekildi. İsviçre Federal Konseyi’ne cevaplamak üzere sunulan önergede, İsviçre’nin Abdullah Öcalan’ın içinde bulunduğu tecrit koşulları noktasında harekete geçmesi talep edildi. Siz bu konu hakkında İsviçre’deki partilerin ve kurumların başka neler yapabileceğini, yapması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Tecridin önergelerle kalkmasını beklemek acizliktir fakat Sosyalist Parti’nin bu dayanışması ve iyi niyeti tartışılmaz bir demokratik tutumdur. Tabii, insan haklarını ihlal eden bu tecrit karşısında uluslararası kurumları da harekete geçirecek bir tavrın olması gerekir. Yeşiller ve sosyalist partilerin tutumu yerindedir. İsviçre ve Türkiye ilişkilerini de sorguluyorlar. “Türkiye bu tecridin gardiyanlığını yapıyor” demişti Sayın Öcalan. Bu doğru. Tecrit kararını Türkiye vermedi; daha çok ABD’yi sorumlu görmek gerekir. Bu tecridi sağlamaya Türkiye’nin gücü yetmez. Dolayısıyla İsviçre’deki iyi niyetli bürokratların sonuç alacağını düşünmüyorum. Sadece bürokratik bir antrenman olarak görüyorum. Eğer bu ve buna benzer baskı ve eleştirileri maraton haline getirirlerse bir sonuç olmazsa bile kamuoyuna yansır.
Ciddi lobi çalışmaları olmalı
Bu yine diasporada olan Kürtlerin becerilerine dayanıyor. Avrupa’da Kürt nüfusu giderek artıyor. Tarihte dalga dalga yeryüzüne yayılan Yahudi topluluklar gibi, Kürtler de soykırımdan sonra topraklarından göçertiliyor. Avrupa’da ciddi lobi çalışmaları olmalı. Avrupa diplomasi kartları dağıtıyor. Kürtler diplomaside güçlü olursa ikinci bir Lozan sürecini alaşağı eder.
- İmralı şartlarında 27 yıl gibi bir süreci geçirmek hiç kolay olmamalı, değil mi?
Berbat. Tarihi bir kavşaktan geçiyoruz. Kürtlerin özgürlüğü ve yeni yüzyılda duracağı yer açısından fikirlerine ihtiyaç var. Yaşı ilerledi. Türkiye’de hukuk ve adalet sorunu ciddi bir mesele. Tecrit kalkar mı, bilmiyorum. Toplum, bir bütün olarak tecrit ve soykırım tehdidi altında yaşıyor.
- Sayın Öcalan’ın avukatları ve çok sayıda insan hakları savunucusu CPT’nin İmralı tutumunda politik davrandığını söylüyor. CPT’nin Sayın Öcalan’ın durumu karşısında politik baskı altında bırakıldığını düşünüyor musunuz?
Sayın Öcalan’ın avukatları rutin başvurularla sonuç alacaklarını düşünüyorsa bu yanılgıdan öte bir şey değildir. Farklı eylemler denenmelidir. Avukatlık hukuki bir kimlik olmaktan çok, toplumsal ve ahlaki bir meslektir. Türkiye’de avukat olmak genelde bürokrasiye geçişin bir basamağı olarak kullanılıyor. Ortadoğu’yu takip ediyorum ve bu durumun çok az yerde söz konusu olduğunu görüyorum. Kanımca, halkın avukatı olmak, orta sınıf bir bürokrat olmaktan daha değerlidir. Kuşkusuz, Sayın Öcalan’ın avukatı olmak daha başka bir şeydir. Kendi kendini savunuyor. Savunmaları burada, okuyorum. İnanıyorum ki, Strasburg’dakiler de okumuş ve CPT de okumuştur. Açıkçası avukat ihtiyacı yok fakat bu koşullarda rolünü oynamak isteyenler farkındalık yaratmalıdır. Sivil itaatsizlik tarzı eylemler yapılabilir. Bu, sadece avukatlar için değil, tüm aydınlar için geçerlidir. CPT’ye başvurarak bir sonuç alınmayacağı açıktır. CPT başvuruları tatbiki (uygulama) olarak değerlidir, ancak sonuç vereceğini düşünmüyorum.
- Bir Kürt dostu olarak dayanışma adına son olarak ne söylemek istersiniz?
Evet, tam olarak bir Kürt dostu olduğum söylenemez. Mücadelelerine ortak olamadım. Özgürlük mücadeleleri duygularıma dokundu. Sayın Öcalan’ın düşünceleri beni etkiledi. Özellikle Murray Bookchin’in ekolojik ve anarşist fikirlerini yaşadığı toplumun sorunlarına bir çözüm metodu olarak uyarlaması ciddi anlamda etkiledi. Biraz zor ancak direniyorlar. Şu unutulmamalı: Kazanımlar savaş meydanında değil, diplomasi ile elde edilir. Lozan’da Kürtlerin kazanımlarını savunan bir diplomat yoktu, ancak Lozan’a gelene kadar Türkiye’nin şu anki toprak sınırlarını koruyan savaş gücü Kürtlerdi. Kandırıldılar. İsyanlar başladı ve halen devam ediyor. PKK isyanı var, direniyorlar. 50 yıldır direniyorlar. Diplomasi masası yok, neden? Çünkü Ortadoğu’daki Kürt sorunu sürekli olmalı. Böyle bir karar var. Yeni kararlar ve antlaşmalara hazırlıklı olunmalı. Kürt diplomatlar ne kadar koparıcıdır bilmiyorum. Lobiler oluşturulabilir.