Dünyada askeri darbeleri genelde ABD planlar, altyapısını kurar, sevk ve organize eder, darbeyi o ülkedeki diktatör yaptığını zanneder ama aslında düdüğü çalan başkasıdır. Afrika kıtasındaki bazı askeri darbeleri de Fransa ve Belçika’nın yaptığını not düşelim. Eylül ayı, dünyadaki iki trajik askeri darbeye şahit oldu. 11 Eylül 1973’de Şili’de, 12 Eylül 1980’de ise Türkiye’de yaşandı. Sonuçları korkunç oldu. Şili’de sosyalist Allende iktidarına, Türkiye’de ise sağcı Süleyman Demirel hükümetine karşı gerçekleşti. Türkiye’de cunta başı Kenan Evren darbeyi ilan ettiğinde, Demirel ve sağcı hükümet üyeleri ile birlikte CHP’nin lideri Ecevit ile ekibi de tıpış tıpış gidip teslim oldular. Şili’de ise Salvador Allende başkanlık sarayında çatışarak öldü. Hükümetten hiç kimse teslim olmadı. İki darbeyi ayıran en önemli fark ise darbe koşullarının hazırlanma biçimiydi. Türkiye’de paramiliter güçlerin seri cinayetler işlemesi için alan yaratıldı. Solun devrim yapmak için verdiği mücadele, CIA tarafından kurulan, finanse edilen kontrgerilla tarafından hedef alındı. İktidar buna destek verdi. Sol ve sosyalist güçler ise sınıf mücadelesini daha da büyütmek yerine bu kaotik ortama dahil oldu. Bu yeterli olmayınca toplumda bezginlik yaratacak sansasyonel cinayetler işlendi. Ekonomik sorunlar da derinleşince, yılgınlığa düşen halkın kabul edeceği çözümün (askeri darbe) ortamı oluşmuş oldu. Şili’de ise CIA’nın örgütlediği nakliye kamyonları grevi, ABD’nin ekonomik ambargosu ve zenginlerin açız diyerek tencere-tava eylemleri ile zemin oluşturulmaya çalışıldı. Bu arada Türkiye’de, geçmişte solcuların ekonominin kötü durumunu dile getirmek için yaptığı tencere-tava eyleminin, daha önce Şilili burjuva-zengin sınıfının askeri darbeyi çağırmak için yaptığı bir şov eylemi olduğundan muhtemelen habersizlerdi. Türkiye’deki darbenin gerçekleştiği saatlerde, ABD’de ‘Damdaki Kemancı’ oyununu izleyen Başkan Carter’e gelen telefondaki Mr. President, Türk ordusunun Komuta heyeti, Ankara’da yönetime el koydu. Herhangi bir kaygıya gerek yok. Kimlerin müdahale etmesi gerekiyorsa, onlar müdahale etti… Sözleri ile Carter rahatlayıp, mutlu olduğuna kuşku yok. Şili’de ise her şey daha aleniydi. ABD Devlet Başkanı Richard Nixon daha önce yaptığı bir açıklamada Şili’de olası bir darbeyi destekleyeceklerini söylemişti.
Şili’de neler yaşandı?
İki darbe arasındaki farklardan ve benzetmelerden sonra, muhtemelen hafta içinde çoğu yayın organında 12 Eylül Darbesi ile ilgili yazılar çıkacak, anılar paylaşılacak. O yüzden Şili’deki askeri darbeyi yazmayı yeğledim. Şu açıdan faydalı olacak, yazıyı bitirince Şili’de olan bitenin ne kadar tanıdık geldiğine şahit olacaksınız.
Şili’de 4 Eylül1970’de yapılacak başkanlık seçimleri öncesinde, daha önceki seçim yenilgilerinden dersler çıkaran sosyalistler, komünistler, sosyal demokratlar ve demokratik kitle örgütleri ortak bir program etrafında birleşerek seçimlere gitmeye karar verdiler. Bu birleşik cephenin adı için de Unidad Popular’da (Birleşik Halk) karar kıldılar. Cephenin ortak adayı ise büyük ittifakla Salvador Allende seçildi. Eski bir siyasetçi olan Sosyalist Allende seçimler sonucunda Şili Devlet Başkanı oldu. Bu siyasal tarih için çok önemli bir gelişmeydi. İlk kez bir ülkede seçimlerle Marksist sol iktidar olmuştu. Allende 1 milyon 75 bin oy, sağcı Ulusal Parti’nin adayı ise 1 milyon 36 bin oy da kalmıştı. Bu seçimler ABD’de şok etkisi yarattı. Küba devrimi ile prestiji sarsılan ve birçok Latin Amerika ülkesinde ciddi gerilla mücadeleleri yürütülürken, kıtanın bu gelişmeler yüzünden siyasal anlamda elinden kayacağı korkusuna kapıldı. Kısa bir değerlendirmeden sonra, bu kötü örneğin yok edilmesi gerektiğine karar verildi. Çünkü Allende’nin ilk icraatları yeni bir toplumun inşasının ipuçlarını vermeye başlamıştı. Anaconda ve Kennecott adlı ABD tekelleri Şili bakırlarının işletmeciliğinin %49’unu elinde tutuyorlardı. Bunların yıllık kazançları 1,5-2 milyar dolara ulaşıyordu. Allende, önce bakır işletmelerini millileştirerek işe başladı. Ve 1971’de bakır endüstrisi ulusallaştırılmış oldu. ITT( İnternational Telefon and Telegraf) adlı ABD şirketinin malvarlığına el konuldu. Okullarda her sabah devlet tarafından yetersiz beslenen çocuklara süt yardımı yapılmasına başlanıldı, kira artışları donduruldu, toprak reformu uygulaması programa alındı. Şili açıkça sosyalist bir devlet modeline yavaş yavaş geçmeye çabalıyordu ve bu çaba ABD tarafından yakın takibe alınmıştı.
1952 yılında Gabriel Videla’nın başında bulunduğu hükümet ABD ile “Ortak Savunma” anlaşması imzalamıştı. Bu anlaşma çerçevesinde birçok Şilili askeri personel CIA tarafından eğitildi. 1968 yılına kadar 2 bin askeri uzman bu yolla yetiştirilmişti. Bu yüzden ABD tarafından en mantıklı yol askeri bir darbe yapmaktı. Ama önce bunun koşulları hazırlanmalıydı (12 Eylül 1980 darbesini hatırlayınız). CIA, kamulaştırılan İTT şirketinin ABD’deki merkezinden de muazzam miktarda operasyon masrafları için yardım aldı. Artık sıra işi olgunlaştırmaya gelmişti. Şili ekonomik ambargoya maruz bırakıldı önce, büyük sabotajlarla ciddi ekonomik zararlara uğradı. 1972 Ekim’inde, ABD’nin desteklediği muhalefete bağlı doktorlar hastaneleri terk etmeye başladı, dükkanlar kapatıldı. Hammadde sıkıntısı baş gösterince büyük sanayi yatırımlarında üretim durma noktasına geldi. Sokaklar çöplerle dolduruluyor, temizlenmesine izin verilmiyor, temizlemeye çalışan işçiler ise paramiliter güçlerce öldürülüyordu. Sokaklar terörün etkisi altına girmişti. Bomba atan sağcılar serbest bırakılıyor, yürüyüş yapan solcular tutuklanıyordu (tekrar Türkiye’yi hatırlayalım). ABD basını bu mahkemeleri tarafsız ve bağımsız mahkemeler olarak ilan ediyordu. Tam da bu süreçte işe kadınlar sokuldu. Zengin semtlerden toplatılan kadınlar büyük şehirlerde tencereli yürüyüş yapmaya başladılar. Gerici kamyon sendikasının üyeleri de da kontak kapatmakla kalmadı, yolları da trafiğe kapattı. Her şey felç olmuş durumdaydı. Bu sırada Allende, Genelkurmay Başkanı’nı değiştirmeyi düşünüyordu, bu gerginliği azaltabilirdi belki de. Genelkurmay Başkanlığı’na getirmeyi düşündüğü general bir cinayete kurban gidince, Agusto Pinochet’i Genelkurmay Başkanlığı’na getirdi. Pinochet, seçilmiş Allende hükümetine bağlılığını ilan ediyordu. Bu süre zarfında seçimler de yapıldı. 1971’deki yerel seçimlerde Unidad Popular’ı oluşturan partilerin oy oranlarının toplamı %49,7’ye ulaşmıştı. Mart 1973 seçimlerinde de Unidad Popular %44 oy aldı. Oysa Allende iktidara geldiğinde %36,3 oy almıştı. Yani bütün yıkıcı faaliyetlere rağmen Allende’ye halkın güveni sürekli artıyordu. İstenilen seviyede kaos yaratılmıştı fakat geniş halk kitleleri hala Allende’nin yanındaydı. Bunu değiştiremeyeceğini anlayan Şili burjuvasisi, CIA ve İTT fazla beklemeye gerek görmedi.
Allende cuntaya direniyor
11 Eylül 1973 tarihinde Santiago’da binalardan dumanlar yükselmeye başlamıştı. Pinochet başkanlığında kurulan cunta, başkentte sokağa çıkma ilan ediyor, Allende hükümetinin gayrimeşru olduğunu söylüyordu. Allende başkanlık sarayında teslim olmayı reddederek savaşacağını söyledi. Bu sırada bir radyo istasyonuna (Magallenes Radyosu) bağlanmayı başararak Şili halkına son konuşmasını yaptı: “Olan bitenler karşısında işçilere tek bir şey söyleyebilirim, teslim olmayacağım, sonuna dek savaşacağım… Onlar güçlüdürler, onlar halkı zincire vurup köle yapabilirler ama toplumdaki böyle süreçler, zorbalıkla, cinayetle durdurulamaz. Tarih bizimdir, tarihi yapan halktır.” Allende dediği gibi yaptı, sarayı boşaltarak yakın korumalarından oluşan birkaç kişi ile birlikte cuntacılara karşı, başında miğfer, boynunda makineli tüfek ve elinde Fidel Castro’nun kendisine daha önce hediye ettiği tabancasıyla vuruşarak hayatını kaybetti.
Sonraki günlerde özellikle başkent Santiago’da sürek avı başlatıldı. Ülkenin önde gelen aydın, yazar, sanatçı, siyasetçileri Santiago stadına götürüldüler. Bunların arasında ünlü folk müzik sanatçısı, devrimci Victor Jara da vardı. Jara’nın önce bileklerini kırdılar, bir daha gitar çalmasın diye. Hırslarını alamadılar, döve döve öldürdüler. Şili halkının yiğit ozanı, Santiago stadında öldürülmeden önce yazdığı son şarkısının sözlerini, gizli bir yolla dışarı çıkarttı.
Beş bin kişiyiz /Şehrin bu küçük bölümünde /Beş bin kişiyiz/Ne kadar olacağız bilemem /Şehirlerde ve bütün ülkede/Yalnız burada/On bin el tohum eken/ Ve fabrikaları işleten…
Dehşetti yaşadığım/Ölümüm dehşet…
Hiç görmemiştim bu gördüğümü/ Hissetmemiştim böylesine yürekten/Tomurcuğun doğacağı anı…
Ünlü yazar Neruda, bu vahşetlere dayanamayarak evinde hayata gözlerini yumdu. Ardından cunta ülkenin her yerinden solcuları işkence kamplarına topladı. Binlerce insan kaybedildi. Pinochet cuntası iktidardayken ABD’de yaptığı bir basın açıklamasında; “Şili, Vietnam’a benzemez, hiç kimse ölmedi bizde” derken ABD’nin hiç kaybı olmadığını söylemek istiyordu. Öldürülenleri kendi vatandaşı olarak görmeyen “evrensel cunta prototipi” sunuyordu. Evren ne diyordu? Asmayıp, besleyelim mi… Pinochet bunların hesabını verdi mi?
Augusto Pinochet Ugarte, 2006 yılında 91 yaşında kendi eceliyle öldü. 17 yıl boyunca Şili’yi cunta ile yöneten ABD’nin en sadık diktatörü için, Şili’de sivil toplum örgütleri ve sosyalistler uzun zaman Pinochet’in yargılanabilmesi için uğraşıtılar. Aslında 2006 Ekim’inde, Villa Grimaldi’de işlenen suçlar nedeniyle hakkında tutuklama emri çıkarılmıştı. Ancak sağlık sorunları nedeniyle bir türlü mahkeme karşısına çıkarılamadı, göz hapsindeyken öldü. Tıpkı Kenan Evren gibi. İkisi için de Genelkurmay Başkanlığı’nda askeri tören yapıldı. İkisi de yargılanamadan öldüler.
Darbenin sonuçları
İki darbenin sonunda yaşanan ihlaller ise dehşet vericiydi. Türkiye’de 650.000 kişi gözaltına alındı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi. Haklarında idam cezası verilenlerden 50’si asıldı (26 siyasi suçlu, 23 adli suçlu, 1’i Asala militanı). İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis’e gönderildi. 71 bin kişi TCK’nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı. 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi. 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti. 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi. 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 31 gazeteci cezaevine girdi. 300 gazeteci saldırıya uğradı. 3 gazeteci silahla öldürüldü. Gazeteler 300 gün yayın yapamadı. 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. 39 ton gazete ve dergi imha edildi. Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi. 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 14 kişi açlık grevinde öldü. 16 kişi kaçarken vuruldu. 95 kişi çatışmada öldü. 73 kişiye doğal ölüm raporu verildi. 43 kişinin intihar ettiği bildirildi. Şili’de ise 130 bin kişi tutuklandı. 2.279 kişi öldürüldü. 2 bin civarında insan kaybedildi. 30 bin kişi işkence gördü ve binlerce insan sürgüne gönderildi, vatandaşlıktan çıkarıldı.
Meraklısına, askeri darbeleri anlatan bu filmleri izlemenizi isterim. Santiago’da Yağmur (1975), Olimpo Garajı (1999), Ölüm ve Bakire (1994), Gözlerindeki Sır (2009), Arjantin 1985 (2022), Machuca (2004), Kayıp (1982), Ölümsüz Z (1969), Resmi Tarih (1985) Ses (1986), Beynelmilel (2006), Eylül Fırtınası (1999), Buenos Aires/ Bir Kaçışın Güncesi (2006), Masum Sesler (2004), Duvar(1983), Sıkıyönetim (1972)