Tahliye olan 31 yıllık tutsak Sinan Sütpak, tutsakların iradelerini teslim almak için yapılan tüm zorbalıklara karşı direndiklerini belirterek, ‘Özgür irade kendisini tarih, felsefe ve kültürel anlamda yenileyebildiği için ayakta kalabiliyor’ dedi
Riha’nın Curnê Reş (Hilvan) ilçesinde gözaltına alınarak 3 Mayıs 1993 tarihinde tutuklanan ve yapılan yargılamalarda müebbet hapis cezası verilen Sinan Sütpak, 31 yıl 4 ay sonra tahliye edildi. Tahliyesi İnfaz Gözlem Kurulu kararı ile “iyi halli” olmadığı gerekçesiyle 5 kez 3’er ay ertelenen Sütpak, sırası ile Riha, Semsûr, Bursa, Mereş ve en son Yozgat T Tipi Kapalı Cezaevlerinde tutuldu.
Cezaevine girdiği dönem okuma yazma bilmeyen Sütpak, arkadaşlarının yardımıyla önce okuma yazma öğrendi, ardından anadili olan Kürtçenin Kirmanckî lehçesinde yazmaya başladı. Sütpak’ın Kirmanckî kaleme aldığı şiir kitabı “Jûtenya” 2016 yılında Aram Yayınları’ndan çıktı. Tahliye olduktan sonra doğup büyüdüğü Riha’nın Sêwereg (Siverek) ilçesinde bulunan ailesinin yanına yerleşen Sütpak, şuan cezaevinde kaleme aldığı, eserlerini baskıya hazırlıyor.
‘Hala arkadaşlarımız 4 duvar arasında’
Sütpak, cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri, cezaevinde edebiyat ve anadil üzerindeki baskılara dair Mezopotamya Ajansı’ndan Emrullah Acar’a konuştu. Dışarıda olmanın kendisinde tam anlamıyla sevinç yaratmadığını söyleyen Sütpak, “Dört duvar arasından 31 yıl sonra çıkmak insanda bir sevince neden oluyor, ancak biz Kürt olduğumuz için bu sevincimizi tam anlamıyla yaşayamıyoruz. Eksik bir sevinç, çünkü hala arkadaşlarımız dört duvar arasında. Tam anlamı ile sevinmemiz için beynimizi de özgürleştirmemiz lazım. İçerde bırakmak zorunda kaldığım arkadaşlarımı ruhen yanımda hissediyorum” ifadelerini kullandı.
‘Kürtlüğüme sahip çıkmamın bedeli 31 yıl 4 ay’
Türkiye’de cezaevleri denildiği zaman herkesin aklına Kürtler geldiğini ifade eden Sütpak, “Kürtler dışında yapılan tutuklamalar formalitenin ötesine geçmez. Yasalar Kürtler için yapılıyor ve değiştiriliyor. Kürt olduğumuz için, dilimize sahip çıktığımız için, cezalandırma yolu seçiliyor. Ama Kürtler inatçı ve ağır cezaları göze alarak kimliklerine sahip çıkıyorlar. Ben de bunun için bedel verdim. Her hangi somut bir delil olmamasına rağmen 31 yılı aşkın süre cezaevinde tutuldum. Şuan tarafsız bir avukat dosyama bakarsa ‘örgüte yardım’ suçlamasıyla tutuklanıp müebbet ceza ile cezalandırıldığımı görür. Bana verilen ceza taviz vermememden kaynaklı oldu. Yurtsever bir Kürt olarak dilime, Kürtlüğüme, kimliğime ve onuruma sahip çıktım. Bunun bedeli de 31 yıl 4 ay oldu” ifadelerini kullandı.
‘Kürtlerin hamurunda direniş var’
Cezaevlerinde hak ihlallerine karşı verilen mücadeleye değinen Sütpak, 31 yılda şahit olduğu direnişleri anlatmaya sözcüklerin yetmeyeceğini belirtti. Sütpak, “Tutsaklara karşı her şey bir silah olarak kullanılıyor. Tutsakların iradesini teslim almak için çeşit çeşit zorbalıklar yapılıyor. Bu kendisi ile birlikte bir direnişte doğurdu. Kürtler inatçı, hamurları direniş ile yoğrulmuş” şeklinde konuştu.
Yasakların yeni imkanlar getirdiğini belirten Sütpak, “Fiziki olmasa da şuan içerde büyük bir savaş var. Bu savaşta her geçen gün özgür irade daha da güçleniyor. Özgür irade kendisini tarih, felsefe ve kültürel anlamda yenileyebildiği için ayakta kalabiliyor. Adli tutsaklar cezaevine girdikten bir süre sonra her şeyleri ile teslim oluyorlar. Özgür iradeye sahip olanlar ise, bir saniye dahi teslim olmuyorlar. Dört duvar arasında bu iradeyi her geçen gün büyüten güç nereden geliyor? Bu ruhu yaratan nedir? Bilimsel anlamda bunun üzerine bilim insanlarının kafa yorması ve araştırmalar yapması gerek” ifadelerini kullandı.
‘Dilimiz için direndik’
Cezaevinde kaldığı 31 yılı aşkın sürede birçok eşikten geçtiklerine değinen Sütpak, kendilerini ayakta tutan etkenlerin başında halkın direnişi olduğunu kaydetti. Fiziken cezaevinde tutulmalarına rağmen ruhen dışarıda olduklarını dile getiren Sütpak, şunları söyledi: “31 yıl boyunca ‘cezaevinden çıktıktan sonra halk için ne yapabilirimin’ cevabını aradım. ‘Kültürümüz, tarihimiz ve dilimiz için ne yapabiliriz’ diye sordum kendime. Dilimizin yasaklandığı, asimileye maruz bırakılmasına karşı cevap olmak istedik. Üstü kapatılan, derin dehlizlere gömülen gerçeğimizin yeniden gün yüzüne çıkarılmasını sağlamak için kolları sıvadık. Kendi dilimizde şiirler, şarkılar yazabilirdik ve öyle yaptık. Kurmancî ve Kirmanckî, asimilasyon politikaları sonucu her geçen gün yok olmaya daha da yaklaşıyor. Kirmanckî daha kötü bir durumda. Beni ayakta tutan şey; dışarı çıkacağım ve anadilime hizmet edeceğim oldu.”
Anadilde çalışmalar yürütüyorlar
Tutsakların cezaevlerini eğitim alanlarına dönüştürdüğünü kaydeden Sütpak, “Birçok arkadaşımız cezaevinde yanımıza geldiği zaman Kürtçe konuşmayı dahi bilmiyorlardı. Bu bir yara. Bu yarayı iyileştirmenin tek tedavisi o kişilere Kürtçe öğretmekti ve öyle yaptık. Son zamanda tek bir harf Kürtçe bilmeyen, yazamayan, okuyamayan arkadaşlarımız kitap yazacak seviyeye geldi. Bu kolay olmadı, direniş sonucunda oldu. Ben de cezaevine girdiğim zaman sadece ilkokul okumuştum. Yazdıklarımı kendim dahi okuyamıyordum” diye anlattı. Sütpak, anadilde yazım noktasındaki eksikliğini tespit edip bu alanda çalışma yürütme kararı aldığını ve sonunda bu eserini açığa çıkarttığını söyledi.
Jûtenya kitabının çıkışı
Cezaevini anadilde yazım noktasında değerlendirdiğini ve henüz basılmasa da birçok eser kaleme aldığını dile getiren Sütpak, “Jûtenya” kitabının yazım sürecine dair şunları ifade etti: “Cenazelerimiz Malatya Adli Tıp’ın morguna götürülüyor. Bu morg Kürtlerin morgudur. Cenazelerimiz orada bekletiliyor ve ailelere verilmiyor. Anneler orada günlerce bekliyordu. Bir gün o annelerin gazetede çıkan röportajını okudum. Bir anne, ‘Morgun içinde çocuklarımız var. Onları almak istiyoruz, ancak bize gülüyorlar. Biz cenazemizi almaya geldik, ancak bize gülüyorlar’ diyordu. O zaman 13 arkadaş yaşamını yitirmiş ve Malatya’ya getirilmişti. Annesi ‘Ew yekê tenê bû / o bir taneydi’ diyordu. Kurmancî ‘Ew yekê tenê bû’ Kirmanckî ise ‘Jûtenya’ anlamını geliyordu. Eserim o direnişçi kadınların adına yazıldı. Jûtenya eserinde yaşamını yitiren bütün direnişçilerin isimleri var. Kürt edebiyatı henüz açığa çıkmamış bir deryadır. Kürt edebiyatı gökyüzünden daha büyük ve sonsuzdur.”
Dışarıya dair gözlemler
Cezaevinde iken dışarıya dair birçok bilgi anlamında eksik olduğunu ancak çıkınca gözlemleme şansına sahip olduğunu belirterek, “Gençler Kürtçe şarkıları dinliyor, ancak Türkçe konuşuyor. Kürtçe şarkı dinlemeleri güzel, ancak Türkçe konuşmaları beni üzdü. Benim 6 torunum var, ancak onlardan 4 tanesi anadilleri olan Kirmanckî bilmiyorlar. Onlarla zorunlu olarak Türkçe ve Kürtçe konuşuyorum. Bunu çözmek için elimden geleni yapacağım. Kürtçenin konuşma dili olması için herkesin elinden geleni yapması gerek. Kendi kedimize oto sansür uygulamamız gerek. Anneler dilimizin yeminli koruyucularıdır. Çocuklarına bu dili öğretsinler” dedi.
‘Direniş tarihinde yeni bir sayfa’
Tutsakların infazını erteleme de İnfaz ve Gözlem Kurulları’nın hukuksuz olduğunu aktaran Sütpak, şöyle devam etti: “Tutsaklar kendilerini 30 yıla göre uyarlıyor. Tutsaklara ‘şunu demezsen seni bırakmayacağım’ diyorlar. Bu büyük bir hukuksuzluktur ve dünyada örneği yoktur. Böyle bir şey yok ve bu hukuksuzluk sadece Kürtlere reva görülmüş. Bu halkın direnişi ile ortadan kalkabilir. Cezaevi tarihinde böyle bir örnek yok. İlk defa bu bize uygulandı. Biz direniş tarihinde yeni bir sayfa açtık. Bundan kaynaklı onur duyuyoruz.”
RIHA