Toplumların tarihinde ‘ileri’ ve ‘geri’, başka bir deyişle ‘aydınlık’ ve ‘karanlık’ olarak tanımlanan süreçler asla süreklilik taşımazlar. Tam tersine kendi zıtlarını ürettikleri için biteviye bir devinim içinde birbirini tetikler. Son değerlendirmede uygarlık denen kavramın ilerlemenin sonucu olduğu genel bir kabuldür. Ancak o bir adım ileriye ulaşmak için yıllar boyunca gelgitler, kanlı dalgalanmalar yaşandığını belirtmek gerek. Burada gözden kaçırılmaması gereken, ileri doğru yapılan her hamlenin kurulu düzende taşları yerinden oynattığı gerçeğidir. Toplum düzenindeki değişimler her zaman birilerinin çıkar çarklarının dönmesine engel olmuştur. Hiç kimse de yararlandığı düzeneğin durdurulmasına razı olmaz.
Türkiye siyasetini ekonomik çıkar ilişkilerini göz önünde bulundurmadan yorumlayanlar, günümüzün koşullarını somut veriler olmadan değerlendirme yanılgısına düşmek zorunda. Onlara göre mevcut hükümet halkın dini duygularını sömürerek iktidara gelmiştir. Sanki on altı yıl önce her şey çok düzgünmüş de, AKP’nin 2002 yılında iktidara gelmesi ile devran aniden değişmiş gibi bir algıyı yaymaya çalışıyorlar.
Oysa yanılgıların tespitini doğru okumak için Cumhuriyetin kuruluş yıllarına bakmak gerekir. İleri doğru hamleler olarak ezberletilen üstyapı devrimlerinin ne dayatılma şekilleri, ne de kabul görme şartları hiç tartışılmadı bu ülkede. Hamidiye zırhlısının Rize şehrini neden topa tuttuğuna dair bir bilgiye rastlamayız resmi tarih yazımında. Dersim’in Zaza Kızılbaş halkını ötekileştirerek bir isyan masalı üretmekte zorluk yaşanmadı. Cumhuriyet döneminin bu menfur soykırım operasyonu, bir isyanı bastırma gerekçesiyle kolayca meşrulaştırılmaya çalışıldı. İyi de çoğunluğu üç asır önce Müslümanlaşarak Sünni inancını benimsemiş, Laz, Hemşinli Ermeni, Pontuslu Rum ve Gürcü Ortodoks kökenlerinden uzaklaşarak Türkleşmiş Rize halkı ne yaptı da Hamidiye zırhlısı şehri topa tuttu? Bu soruya makul bir cevap bulunamayınca, konuyu gündemden uzak tutmak en doğru yol olarak benimsendi. Oysa dönemin basını basit bir protesto gösterisinden öteye gitmeyen şapka kanunu dayatmasına tepkiyi rahatça ‘isyan’ olarak tanımlamış, böylece de göstericilerden sekizinin Ulu cami önünde asılmasını, yaklaşık 150 sanığın ise 15 yıl hapisten falakaya kadar muhtelif cezalara çarptırılmasını meşrulaştırmıştı.
Günümüz hükümetlerinin her itirazı, her protestoyu ‘terör’ olarak algılamasının, yandaş basını ile bu algıyı yaymasının izleri yüz yıl öncesine bakmayı gerektiriyor. Bugün yargının siyasallaşmasından yakınanlar, Türkiye’de yargının bütün zamanlarda siyasallaşmış olduğu gerçeğini görmezden geliyorlar. 27 Mayıs ihtilalinden sonra oluşturulan mahkeme de hukuksuzdu, 12 Eylül cuntasının mahkemeleri de. Bugünkü mahkemelerin hukuki olmasını beklemek, olmadığını söyleyip günün hükümetini eleştirmek gerçekçi olmadığı gibi, iyi niyetli de değil.
Dün ileriye gidiyorduk da bugün geriye düşmüş değiliz. Binanın temelini ‘milli’ diye adlandırdığımız çamura attık. Arsa milli, yani alüvyonlu, yani çamurdan. Birinci katın betonunu attığımızda ağırlıktan şöyle bir oturuyormuş gibi oldu. Ardından ikinci, üçüncü katlar yükseldikçe temelin yumuşaklığını hissettik de pek üzerine kondurmadık.
Cumhuriyetin kuruluşunun 100. yılına yaklaşırken milli zemine inşa ettiğimiz yapı ağır riskli kategoriye ulaştı. Bir asır önce tepeden inme bir oldubitti ile kotarılan yeni devlet, trajik bir şekilde iç hesaplaşmaya doğru gidiyor. TL’nin uğradığı değer kaybı, tarımda, hayvancılıkta, üretimde yaşanan çöküşe kıyasla çok daha önemsiz bir tökezleme. Bugün mizah konusu edilen soğan depoları baskını, gerçekte kapıya dayanan çok daha büyük bir krizin ayak sesleri. Küresel neoliberal kapitalizmin dayatmaları doğrultusunda teslim olduğumuz GDO ve hibrid tohumların yol açacağı yıkımla henüz karşılaşmadık.
Tarım alanlarının çoraklaşmasına paralel olarak yaşanan şehirleşme, kendi içinde sosyal patlamalara da zemin hazırlıyor. Üstelik toplum yapısı henüz çok daha ağır bedellerle karşılaşmadan, en karanlık günler henüz kapıyı çalmadan ağır bir bölünmüşlük yaşıyor. Üzerinde birleşilecek ortak paydaların her geçen gün daha da yok olduğu bir süreç yaşıyoruz.
Şüphesiz ki bunların sorumluluğunu yükleyebileceğimiz bir hükümet yapısı var karşımızda. Ama unutmamalıyız, biz yüz yıllık bir çarpıklığın sonuçlarıyla yüzleşmek zorundayız ve mevcut hükümet o yapının sadece günümüzdeki temsilcisi, bir anlamda sonucu, asla sebebi değil