Siyaset, bir hegemonya kurma sürecidir, fakat burada esas soru şudur: Kurulacak hegemonya, demokratik değerlerin inşasına mı yol açacak, yoksa geçmişin devamına mı sebep olacak? Çözümü yaratacak olan, demokratik siyasetin ve direnişin estetikle buluşmasıdır
Ebru Günay
Bu yüzyılın en zor sanatlarından biri sanırım siyaset. Geçmiş deneyimlerin ışığında “siyaset zor bir sanat” denmesinin birçok sebebi var. Ancak en önemlisi, toplumsal yapıyı değiştirme, dönüştürme ve demokratik bir kültür inşa etme gibi zorlu bir görevin olmasıdır. Özellikle dijital medya imkanlarının anlık etkileşimleri artırdığı bir dünyada, bu görev daha da zorlaşmakta. Tabii ki dijital medya olanaklarını nasıl kullandığımız da bu değişim sürecini etkiliyor.
Siyasetin sanatla etkileşim düzeyi, iyiyi ve güzeli inşa etmek, toplumu estetik bir biçimde dönüştürmek işin bir boyutu. Ancak inşa süreci aynı zamanda kültürel bir etkileşim sürecidir. Her siyaset geleneğinin kendine ait bir kültürel dokusu vardır ve bu dokuyu topluma mal etme süreci, dönüşümün önemli bir parçasıdır. Bu yüzden iktidarlar, ömürlerini uzatmak için toplumun kültürel kodlarıyla oynar ve kendilerine uygun bir kültür yaratmaya çalışırlar.
Abdullah Öcalan, “Kültür, tüm toplumsal alanların zihniyet toplamı olarak önce asimile edilir, sonra da yaygın bir endüstri haline getirilir. Edebiyat, bilim, felsefe, sanat ve diğer alanlar, objeleştirilerek metalaştırılır” diyerek iktidarların rıza üretme mekanizmasını özetler. Çünkü hiçbir iktidar sadece zor kullanarak sürdürülemez; kültürel bir hegemonya inşa etmeye ihtiyaç duyar.
Günümüzde iktidarlar, rıza üretmek için yeni yöntemler kullanıyor. Geleneksel kaba şiddetin ve fetih mantığının yerini, asimilasyon ve her toplumsal değerin endüstrileştirilip metalaştırılması aldı. TV dizilerindeki aile ve kadın-erkek ilişkileri ile şekillendirilmeye çalışılan toplumsal yapılar, AKP’nin kayyumlar eliyle yürüttüğü kültürel kırım politikaları bu sürecin bir parçasıdır. İktidarın manipülasyonlarla toplumun yaşam biçimine müdahalesi, hegemonik sürecin bir parçasıdır ve geleneksel siyaset tarzının devamıdır.
Tarihsel olarak, iktidarların en belirgin özelliği “böl, parçala ve yönet” mantığıyla topluma biçim vermeye çalışmalarıdır. İyinin, güzelin ve topluma ait olanın bir bütünlük içinde değil, ayrı olgularmış gibi ele alınması da bu politikaların bir sonucudur. Kültür, sanat ve siyaset, yan yana gelmezmiş gibi lanse edilerek bir toplumsal hakikat yitimi yaratılmak istenmektedir. Oysa sanat; iyinin, güzelin, estetiğin ve uyumun politikasıdır. Kültür ise toplumların zihniyet dünyası, düşünüş biçimi, beğeni ve etik ölçülerinin yansımasıdır. Siyaset, toplumsal sorunları yaratıcı ve kültürel yöntemlerle çözme sanatıdır ve daha önemlisi, toplumun kendi hayati çıkarları konusunda düşünce, karar ve eylem gücü kazanmasına olanak tanır.
Toplumun düşünce, karar ve eylem gücü kazanma sürecinde, demokratik siyasetin yöntemi, dili ve üslubu büyük önem taşır. Siyaset, özgürlük ve demokrasi arasında kopmaz bir bağ vardır. Özgürlük ve demokrasinin geliştiği her toplumda, sanat ve kültür de kendi öz değerleriyle buluşur. Demokratik siyaset, en yaratıcı yöntemlerle sorunların çözümünde toplumun düşünce, karar ve eylem gücü kazanmasına katkı sağlar ve bu süreci iyinin ve güzelin estetik ahengiyle gerçekleştirir.
Siyaset, sanat ve kültürü bir bütünlük içinde ele aldığımızda, demokratik siyaseti özgürleşmenin gerçek sanatı olarak değerlendirmek mümkündür. Demokratik siyaset güçlendikçe, halkların ve toplulukların politikleşmesi sağlanır. Demokratik siyasetle toplumları politikleştirirken farkındalık yaratmak, eğitmek ve güçlendirmek önemlidir. Aynı zamanda, iktidarlaşan politikaların topluma düşmanlık yarattığını anlatmak da bu sürecin bir parçasıdır.
Demokratik siyasetin kültür ve sanatla etkileşim içinde olması, siyasetin etik ve estetik değerlerle büyümesi aynı zamanda bir direniş geleneğidir. Yüzyıllardır iktidarların baskı politikalarına karşı, demokratik gelenek bugüne kadar varlığını sürdürmeyi başarmış ve bu direnişin bir parçası olmuştur.
Baskı ve zorbalığın olduğu her ortamda direniş bir haktır. Demokratik siyasetin gelişiminde en önemli noktalardan biri, direniş odaklarını büyütmek ve bu direnişi estetize etmektir. Siyaset, propaganda ve ajitasyon yoluyla kitlelere ulaştığı için, estetikten yoksun her olgu, iktidarın kendisine benzeme tehlikesiyle karşı karşıyadır. İktidara benzememenin yolu, direnişi ve siyaseti etik ve estetik değerlerle buluşturmaktan geçer. Tarihsel olarak her siyasi geleneğin bir üslubu vardır; konuşanın hitabetinden bile hangi gelenekten geldiği anlaşılabilir. Siyaset, bir hegemonya kurma sürecidir, fakat burada esas soru şudur: Kurulacak hegemonya, demokratik değerlerin inşasına mı yol açacak, yoksa geçmişin devamına mı sebep olacak? Çözümü yaratacak olan, demokratik siyasetin ve direnişin estetikle buluşmasıdır.
Son olarak, Kürt siyasal hareketinin iki düsturunu hatırlatmak isterim. İlki, Amed zindanında yankılanan “Direnmek Yaşamaktır!” sözü, direnişin yaşamsal önemine dikkat çeker. Diğeri ise “An değil tarih, birey değil toplum!” sözü, bireyin, toplumun ve tarihselliğin günümüzü nasıl değerlendirmemiz gerektiğini gösterir. Demokratik siyasette direnişi, bireyi, toplumu ve tarihselliği etik ve estetik değerlerle buluşturmak, demokratik toplumun inşasında vazgeçilmezdir.