Mücadele var oldukça, mücadele edenler oldukça, adalet bir gün mutlaka sesini bulur, çünkü insan ruhu, tecrit duvarlarını aşacak kadar güçlüdür
Engin Barin
Hukuk temel olarak bireylerin eşit muamele görmesi ve adaletin sağlanması olarak bilinir. Ancak, hukuk devleti olduğu iddiasında olanların hukuku kendi eliyle eğip büktüğü, insan haklarını araçsallaştırdığı zamanlarda bu temel ilkenin çöküşüyle karşı karşıya kalırız.
Türkiye’de Öcalan’a yıllardır uygulanan tecrit, hukukun ve adaletin sessizce yok edilmesine tanıklık ettiğimiz bir olaydır. Tecrit yalnızca bir insanın, izole edilmesi ile açıklanamaz. Bu aynı zamanda Öcalan’ın mücadelesini verdiği Kürt halkının belleğine ve kültürel kimliğine saldırıdır. Bugün açık ve seçik bir şekilde görülen kültürel soykırımın en derin kökleri de tecridin merkezinde yatmaktadır.
Tecritle amaçlanan şey insanın ruhunu karanlık bir kuyunun dibine hapsetmektir. Öcalan bu karanlık kuyuyu geliştirdiği özgürlük felsefesiyle aydınlattıkça, karanlık güçler adeta deliriyor. Hukuk ve adaletin canını okurcasına saldırıyorlar. Eşi benzeri olmayan bir izolasyon ile tecridi kuruyorlar. Bunun için uluslararası kuruluşlardan CPT’yi bile tehdit ediyorlar. Öcalan’la beraber İmralı’da olan ve 30 yılını tamamlayıp tahliye olması gereken Veysi Aktaş’ın tahliyesini engelliyorlar. Mutlak tecrit için her şeyi yapıyorlar.
42 aydan fazladır da gittikçe derinleşen tecrit, Öcalan’ı toplumun hafızasından silmek, sesini kısarak fikirlerinin yankısını susturmak amacı taşıyor. Ancak bu sessizlik, sadece bir insanı değil, milyonlarca insanın umudunu, inancını ve kültürünü boğmaya yönelik bir eylemdir. Bu eylemi boşa çıkarmak tecridi kırmakla mümkündür. Öcalan’ın düşüncelerine yönelik bu katı tecrit yöntemi, bir liderin halkı üzerindeki etkisinin farkına varıldığında daha da derinleşmiş ve yalnızca fiziksel bir tecritten ibaret olmamıştır. Bu, aynı zamanda bir kültürel hafızanın yok edilmesi için tasarlanmış bir proje haline gelmiştir.
Öcalan, yalnızca bir halk önderi değildir; Kürt halkı için aynı zamanda kültürel ve toplumsal bir değer. O’nun tecrit edilmesi, Kürt halkının tarihi, dili ve kültürel kimliğiyle arasındaki bağın koparılmaya çalışılmasıdır. Tecrit, sadece dört duvar arasında bir insanın susturulması değil, binlerce yıllık bir kültürün, bir halkın varoluş mücadelesinin sessizleştirilmesidir. Bu yönüyle tecrit, modern dünyanın en acımasız silahlarından biri olan (yine Öcalan’ın kavramlaştırmasıyla ifade edersek) kültürel soykırımın en somut ifadesidir.
Kültürel soykırım, fiziksel yok edişten çok daha sinsidir. Bir halkın dilini, tarihini, kimliğini hedef alır. Bir kültürü öldürmek, bir halkı sessizliğe gömmekle mümkündür; tıpkı Öcalan’a uygulanan tecrit gibi. O’nun sesi kesildiğinde, aslında sadece bir bireyin sesi değil, bir halkın ve bu halkın geleceği susturulmaya çalışılmaktadır.
Bu soykırımın günümüzdeki en belirgin örneklerinden biri, Kürt halkının kendi kimliğini özgürce ifade etme mücadelesine karşı yapılan baskılardır. Dil, sanat, tarih ve kültürel kimlik üzerindeki sistematik saldırılar, Öcalan’ın tecrit edilmesiyle paralel bir şekilde yürütülen bu büyük susturma operasyonunun parçalarıdır. Kürt kültürüne ait unsurların kamusal alanda yer bulamaması, Kürt sanatçıların sansürlenmesi, hep bu kültürel soykırımın araçlarıdır. Halay çekenlerin tutuklandığı, Kürtçe konuşan Kürt işçilerin işten çıkarılması bunlar sadece son bir iki hafta içinde olanlar. Haliyle çok belli ki AKP-MHP’nin bu tecrit ısrarı, halkın hafızasından Öcalan’ın izlerini silmek ve bu haliyle kültürel soykırımı daha derinleştirmeyi amaçlıyor.
Tecride Karşı Adalet
Öcalan’a yönelik tecrit, sadece bir bireye yönelik hukuksuz bir muamele değil, aynı zamanda toplumun vicdanına indirilen bir darbedir. Adalet, bir toplumun temel taşıdır. Eğer bir toplumda adalet sarsılırsa, o toplumun tüm dokusu çözülmeye başlar. Son on yılda toplumdaki çözülmeyi ve yozlaşmanın boyutlarını düşünürsek tecrit ve savaşla bağını çok iyi kurabiliriz. Öcalan’ın tecridi, hukuk devleti ilkelerine, insan haklarına ve adil yargılanma hakkına karşı açık bir meydan okumadır. Avukatlarıyla görüşememesi, ailesiyle iletişim kuramaması ve topluma seslenememesi, hukukun üstünlüğüne değil, devletin keyfiliğine dayanan bir yönetim anlayışını gözler önüne serer.
Tam da bu anlamda 5 Eylül günü Amed’de Tecride Karşı Adalet Girişimi adıyla kendini duyuran heyet büyük önem taşıyor. Girişimin kuruluş amacı bütün toplumsal muhalefetle tecrit ve ondan kaynaklı adaletsizlikleri görüşüp tartışmak. Çünkü tecrit, sadece Kürtleri ilgilendiren bir hukuksuzluk değil. Tecritle yapılan hukuksuzluğa ses çıkılmadığı vakit, iktidar bunu temel yöntem yapıp bütün topluma hukuksuzluğu dayatıyor. Tecrit toplumsal adaleti kıskacına alıyor.
Adalet, bir insanın kim olduğuna veya neyi savunduğuna bakılmaksızın, onun haklarının güvence altına alınması demektir. Girişimin deklarasyonda belirttiklerinden de anlaşılacağı gibi Öcalan’a yapılan bu tecrit, tam tersine, adaletin araçsallaştırıldığını ve siyasi çıkarlar doğrultusunda şekillendirildiğini gösterir. O halde kendini toplumdan yana konumlandıran herkese düşen de adaletin çöküşüne karşı dur demektir.
Mücadele var oldukça, mücadele edenler oldukça, adalet bir gün mutlaka sesini bulur, çünkü insan ruhu, tecrit duvarlarını aşacak kadar güçlüdür. Ve o gün geldiğinde -ki çok yakındır, bu tecrit tarihin karanlık sayfalarına gömülecek; adalet, barışın ve özgürlüğün yeşerdiği bir zeminde yeniden yükselecektir.