Zeki Kayar’ın Özgür Gündem gazetemizde yayınlanan bir makalesi yüzünden kendisine dava açıldı ve 1,5 yıl hapis cezasına çarptırıldı
Bu hafta da posta kutuma sadece bir mektup ulaştı. Geçen hafta da yazmıştım; postaya gelen fahiş zamlar ve iletişime yönelik disiplin cezaları yüzünden bana ulaşan mektup sayısı giderek azaldı ve bu gidişle tamamen durma ihtimali ortaya çıktı. Oysa görüşçülerin kamuoyuna ilettiği cezaevindeki sorunları gazetemizden her gün okuyor ya da televizyon kanallarında dinliyorsunuz. Yani dışarıda iktidarın yarattığı sorunlar ve baskı her gün artarken, bunun ilk yansıması cezaevlerinden geliyor.
Bu hafta bana ulaşan tek mektup, Zeki Kayar’a ait. Zeki Kayar, 1993 yılında tutuklandı ve dönemin Devlet Güvenlik Mahkemeleri tarafından kendisine müebbet hapis cezası verildi. O dönemde müebbet hapisle cezalandırılan binlerce kişi, 30 yıllık hapis cezalarını tamamlayarak denetimli tahliye hakkını kazandı ve (Cezaevi İdare ve Gözlem Kurulu tarafından uyduruk gerekçelerle tahliyeleri üçer ay üzerinden ertelenmezse) birkaç yıldır tahliye ediliyorlar. Zeki Kayar hakkında da bir yıldır böylesi haberler yapıyor olabilirdik; ancak ona daha berbat bir ‘piyango vurdu.’
Zeki Kayar’ın Özgür Gündem gazetemizde yayınlanan bir makalesi yüzünden kendisine dava açıldı ve 1,5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ceza İstinaf Mahkemesi’nde de onaylanınca, 30 yıl değil, 31,5 yıl sonra denetimli serbestlik hakkı kazanacağı kendisine Bandırma’da iken verilen müddetnamede belirtildi. Ancak kendisi Adana-Kürkçüler F Tipi Cezaevi’ne sevk edildikten sonra müddetnamesi değiştirildi ve 31,5 yıl değil, 37,5 yıl yatması gerektiği iddia edildi. Kürkçüler Cezaevi Savcısı’nın bu kararını Adana Ağır Ceza Mahkemesi de onaylamış bulunuyor. Tam altı yıllık infazını yakan bu karara Zeki Kayar, son derece haklı olarak, her kurumda itiraz ediyor.
Bu haftaki köşemizi onun bana yazdığı son mektuba ayırıyorum:
“31 yıllık tutsaklık sürecinde iki defa tahliyeye yaklaştım, her iki defasında da tahliyeme az bir süre kala yeni bir ceza verildi ve tahliyem ertelendi. Birinci tahliye tarihim 23.11.2023’tü. O tarihe yaklaşınca 05.01.2025’e ertelendi. Ona da sadece dokuz ay kalınca, bu defa 13 Mayıs 2031’e ertelendi. Ona da yaklaşınca artık hangi tarihe ertelenir, Allah bilir. Böylece ömrümün sonuna kadar cezaevinde bırakılacağım gözüküyor. Son cezam da zaten küçücük bir makaleden dolayıdır. Önce bir yıl ceza verildi, sonra bir buçuk yıla çıkarıldı, en son da yedi buçuk yıla çıkarıldı. Şimdi ben o cezamı yatıyorum.
Her tutsak özgürlüğe yaklaştığında, dışarıda ilk yapmak istediği acil birkaç işi sıralar, düşüncesinde ve hep onlara odaklanır hayalinde. Ben de, her ne kadar dışarıya çıkmadıysam da, her iki defasında da birkaç aylık bir süre kalmıştı artık. Bana verilen resmi müddetnamede öyle belirtiliyordu ve ben de kendimi ona göre hazırlıyordum. ‘Hayal’ olarak da kalmışsa şimdilik, ne zaman çıkarsam yine yapacağım ilk işlerden bir tanesi olacaktır şimdi yazacağım şey.
Dışarıda yapmak istediğim ilk birkaç şeyden en önemlisi ve ilk geleni rahmetli Haci Cevahir annenin mezarını ziyaret edip ona Kürtçe bir şiir okumaktı. Önce Fatiha okurdum, sonra Kürtçe şiiri okurdum. Tahliyenin ilk günkü programını öyle yapmıştım. Ne yazık ki, yedi yıl daha ertelendi. Artık ne zaman çıkarsam…
Annem, ilk hocamdır. Alfabeyi ondan öğrenmişim. Hece yapabilmesini de ve kelimeleri kâğıda yazabilmesini de… Anneliğin kutsal görevleriyle birlikte, annemin böylesi bir emeği de vardır üzerimde. Bir de 05.01.2011 tarihinde vefat edene kadar da benim en sadık okurum, eleştirmenimdir. Tüm yazılarımı, şiirlerimi ailenin tümüne okutur, onların görüşlerini toparlar, özet şeklinde bana aktarırdı görüşlerde ve telefonda. Kürtçe ve Türkçe yayımlanan tüm yazılarımı özenle gazete ve dergilerden kesip arşiv şeklinde biriktirirdi. Onun yokluğu benim için çok ağır oldu cezaevinde.
2000’lerde üst üste birkaç defa yayımlanan bir şiirim vardı. Onu müebbet hapis cezası aldığım haftada görüşüme gelen annem, ‘Oğlum, senin cezan ne kadar kaldı, artık ne zaman çıkacaksın?’ diye sordu her zamanki gibi. (O dönem 7-8 yıllık mahpusum) Ben ona müebbet hapis cezası aldığımı söyleyemedim. Görüşten koğuşa döner dönmez şu şiiri yazdım. (Türkçeye çevrilmiş halini yazıyorum)
Hiç gelemesem de…
Eğer gecikirsem sitem etme anne
Çünkü tutsağım, bağlıyım
Eğer hiç gelmesem de, bana kızma anne
Çünkü kuyudayım, gömülmüşüm…
Bu şiirim daha ilk defa yayımlandığında annemden ağır bir eleştiri aldım. ‘Oğlum, sen nasıl böyle zalimane şiir yazarsın? Hiçbir ana yüreği kaldıramaz onu. Bir daha öyle yürek yakıcı şeyler yazma, tamam mı?’ deyince, ben de ‘Tamam’ dedim. Her zaman eleştirilerine verdiğim cevap o şekildeydi. Karşıt bir söz söylemedim anama ve biricik mamosteme.
Öz kardeşim gibi sevdiğim, saydığım ve kendisini bu aralar çok çok özlediğim genç-yetenekli şair arkadaşım M. Şakir Dalkılıç bu ‘hikâyeyi’ bir dergide okuyunca çok etkilenmişti ve kendisi bu şiiri yazmıştı. Onun bu şiirini annemin mezarında okumayı planlamıştım, kendi şiirimi değil. Çünkü annem onun şiirleri gibi şiir yazmamı istemişti.
İşte geliyoruz anne
Çok uzaktan da olsa
Sıcak bir öpücük kondursa berfinlerin alnına umut yeli
Newrozi doğuş yakındır demek ki
Özgürleşiyoruz anne hep birlikte…”