“Bilim itaatsiz olana ihtiyaç duyar!” Theodor Adorno’nun bu sözünü rehber edinen ve 18’incisi gerçekleşen Karaburun Bilim Kongresi’nin bu yılki teması “Faşizm” idi. Birbirinden önemli konuların işlendiği 21 oturumda faşizmin hedefindeki çocuklardan kadınlara, LGBTİ+ bireylerden gazetecilere, akademisyenlere, Kürtlere, işçilere, toprağına sahip çıkan köylülere, sanata ve sıradan kitlelere kadar hemen her konu didik didik edildi. Can Atalay’ın da gönderdiği bir makale ile katıldığı oturumlarda 88 sunum yapıldı. Akademik tartışmaların yanında sokaktan, alanlardan gelenlerin aktarımlarıyla da teori ve pratik buluşuyordu.
“Bu suça ortak olmayacağız” dedikleri için faşizmin hedefine aldığı akademisyenlerin KHK ile işlerine son verilişinin 8. yıl dönümü ve 1 Eylül Dünya Barış Günü, kongre içinde anıldı. Barış akademisyenleri, “gerçeklerin, özgürlüklerin, demokrasinin ve barışın yolundan vazgeçmeyeceklerini” bu kez Börklüce’nin topraklarından haykırdılar…
Bütün oturumlarda konu başlığı ne olursa olsun söz dönüp dolaşıp aynı yere, dünya genelinde 1930-45 yıllarında yaşananlardan farklılıkları olsa da yükselen faşizme, ülkemizde ise yaşadığımız rejimin adının tam da bu olduğu gerçeğine varıyordu. Böyle olunca da hemen bütün sorular “faşizme karşı birleşik mücadelenin” nasıl örüleceği üzerineydi. Özellikle son gün oturumunda konuşan 4 büyük örgüt DİSK, KESK, TMMOB ve TTB temsilcileri, dinleyicilerin “amasız fakatsız ortak mücadele” beklentilerini dile getiren sorularına maruz kaldılar.
Faşizmin ortak yönleri ve bir virüs gibi yayılışı, Almanya ve Fransa seçim sonuçlarında gözlenen kitle eğilimlerinden, İsrail ve destekçilerinin engellenemeyen soykırım saldırılarından ve kendi ülkemizde yükselen şiddet, milliyetçi saldırganlık, işkence ve insan hakları ihlalleri, kadın ve LGBTİ+ düşmanlığında netleşiyordu. Bunlara paralel olarak toplumu manipüle eden propaganda yöntemleri de Nazi dönemi uygulamalarıyla tamı tamına uyuşuyordu…
Kongrede tekrarlanan ve artık çokça bilinen Brecht’in “Faşizme karşı birleşmeyenler faşizmin zindanlarında buluşur!” sözü sadece örgütsel yapıların ve bireylerin bir çatı altında birleşmesi de değil elbet. Her mücadele alanının aslında faşizme karşı bir direniş hattı olduğu, dolayısıyla hiçbirine sırt çevirme lüksümüzün olmadığıydı. Yani birleşik mücadele, kadın hareketlerinden LGBTİ+ bireylerin var oluş mücadelelerine, işçilerin örgütlenme ve hak arayışlarından üretici köylü isyanlarına, Kürtlerin özgürlük ve demokratik hak arayışlarından ekolojiye, demokrasi ve insan hakları mücadelelerine kadar bir bütün. Direnen işçilerin, Akbelen’de doğasına sahip çıkmaya çalışan köylünün, Kürd’ün, LGBTİ+’ların, yoksulun, emeklinin bir diğerine kayıtsız kalması, uzak durması mümkün değil.
Filistin’deki soykırımı sadece uzaktan seyrediyorsanız, Rojava’daki katliamları (ana muhalefet CHP gibi) “milli çıkarlar” uğruna alkışlıyor veya sessiz kalıyorsanız, Hopa’da ormanına sahip çıkan gence atılan kurşunlara sesiniz çıkmıyorsa ya da aynı kurşunlar Cizre’deki bir Kürd’e sıkıldığında susuyorsanız birleşik mücadeleden söz edemezsiniz. Seçilmiş belediye başkanlıklarına kayyım atanarak iradesi yok sayılan; dilinden, kültüründen halaylarına, zılgıtlarına, hatta futbol takımlarına kadar her alanda baskı, kötü muamele ve işkence gören Kürtlerin yanında değilseniz faşizmin zindanının önünde kuyrukta bekliyorsunuzdur.
İsrail ordusuna kalkan olan füze yüküyle İzmir Limanı’nda bekleyen ABD gemisine “Go home” demek için limana koşan devrimcilerle yan yana değilseniz, bunun için kendi ırkçı faşist yüzlerini Amerikan askerlerine yönelik şovlarıyla gizlemeye çalışanları bahane ediyorsanız bu da sizi sadece zindan kuyruğunun sonuna ekleyecektir.
Faşizmi görmek için bazen çok daha yakınlara da bakmak gerekiyor. Çünkü sadece tepedeki bir diktatörün dilinde ve eyleminde değil, aşağıya doğru bütün kurumlara, küçük, küçük iktidarlara, bireylere, toplumun bütününe zehrini bulaştırdığı kesin. Bu kirlenmeden demokratik olduğunu iddia eden kurumların yöneticileri, üyeleri de paylarını alıyor kuşkusuz.
Üyesi olduğunuz siyasi parti, örgüt veya dernekte edindiğiniz konumu, farklı düşünen, eleştiren arkadaşlarınıza karşı kullanmaya başladıysanız, doğrudan demokrasiyi rafa kaldırıp konuşanı susturmaya, terbiye etmeye, ötekileştirmeye, hatta AKP trollerinin yöntemleriyle hedef göstermeye başladıysanız kendinizde aramalısınız faşizmi!
Karaburun Kongresi’nde gözlediğim tek olumsuzluk ise belki de yukarıda söz ettiğim birleşik mücadeleyi de zora koşabilecek bir davranış veya eksikliğimizdi. Kimi izleyenler, sadece kendi tanıdığı, merak ettiği, hocası, yoldaşı, arkadaşını dinlemeye gelmiş gibi başka konuşmacıların sözlerine kulak kabartma gereği duymadan (belki de sıcağın ve yoğun programın etkisiyle) salonlardan ayrılabildiler. Oysa programı incelediğinizde görebileceğiniz gibi dört gün boyunca “önemsiz” denebilecek tek konuşma yoktu.
Ülkemizde hem kongre kültürünün gelişmesine katkıları hem de bilimin ışığında birlikte düşünmenin, mücadele etmenin, itaatsizliğin gücünü hissettirdikleri için emek veren herkese teşekkürler…