Nazilerin, 1 Eylül 1939 tarihli Polonya’ya saldırısıyla 2. Dünya Savaşı başlamıştır. SSCB ve Varşova Paktı’na üye olan ülkeler 1946 yılında Birleşmiş Milletler’e (BM) başvurarak savaşın başladığı gün olan 1 Eylül‘ün “Dünya Barış Günü” olarak ilan edilmesini istediler. Ancak bu önerge Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmedi. Buna karşın 1 Eylül’ü öneren ülkeler 1 Eylül 1946 tarihinde Doğu Almanya‘da ilk defa “1 Eylül’ü” kutladılar. Birleşmiş Milletler ise 30 Kasım 1981’de 1 Eylül tarihini “Dünya Barış Günü” olarak kabul etti. Peki, barış nedir ve barış nasıl olmalı, Kürtlerin barış mücadelesi nasıl yapılmalı?
Barışın tanımı üzerine uzlaşılmamış olunsa da barış genel anlamıyla; tüm düşmanlıkların sona ermesidir. Burada sadece, saldırgan durumların ortadan kaldırılması değil, aynı zamanda düşünce ve yaklaşım olarak da barışı kabul etmek gerekmektedir. Yalnızca çatışma halinin ortadan kaldırılması veya düşmanlıkların sona ermesi barış halini doğurmaz. Aynı zamanda çatışmaya neden olan sebeplerin de ortadan kaldırılması gerekmektedir. Barış için şimdiye kadar olduğu gibi çatışan güçlerden birinin üstünlüğü sonuçlanması sonucunda yapılan görüşmelerle de barış sağlanamaz. Çatışma güçlerinin birinin üstünlüğü ile biten çatışma ortamı, barış getirmediği gibi örtük bir savaş halinin devamı demektir. Çünkü kalıcı bir barışın sağlanması için tarafların birbirlerinin iradelerine saygı duyması, çatışma gerekçelerinin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bunun içinse görece bir üstünlük veya görece bir yenilgi duygusu olmadan barış yapılmalıdır.
Barış için bir diğer koşul da çatışma haline neden olan meselelerin çözümünde toplumsal onayın veya kurumların onayının alınması gerekliliğidir. Çünkü toplumun sahiplenmediği bir barış ikliminin sürdürülmesi de pek olası değildir. Çatışma gerekçelerinin ortadan kaldırılmadan yapılacak ‘barış’ girişimleri toplumsal barışı sağlamayacaktır. Çatışma gerekçeleri ortadan kaldırılmadan yapılacak barış girişimleri egemenlerin hak mücadelesini verenlere kurduğu tuzak olacaktır.
Toplumsal barışın korunmasının güvencesi olan toplum ise o zaman barışa hazırlanmalıdır. Ortadoğu’da Kürtlere yönelik saldırılara bakıldığında bölge devletlerinin Kürtlerin fiziksel, kültürel, ekonomik, siyasal bütün yaşam alanlarına saldırısı vardır. Özellikle Türkiye’de Kürtlerin diline, kültürüne, halayına, doğasına yönelik saldırılara bakıldığında bu saldırıların dozunun arttığı görülecektir.
Öyleyse eşit, özgür, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigma üzerine inşa edilmiş bir toplum inşası için mücadele eden ve bu toplumun inşası ile toplumsal barışın sağlanacağını ifade eden Kürtler, yaşamın bütün alanlarına yönelik çoklu saldırılara karşı öz savunma bilinci ve ruhu ile örgütlenmelidirler. Bu örgütlenme; yerel örgütlenme ve ulusal örgütlenme şeklinde olmalıdır.
Kürtler; rant ve sözde ‘güvenlik’ gerekçeleriyle doğaya saldırıya karşı doğasını savunmak için ekolojik örgütlenme yapmalıdır, Türkiye ve dünya ekoloji hareketleriyle ortaklaşmalıdır. Kürdün diline ve halayına yönelik saldırılarda Kürtçeyi kamusallaştırmak ve halayı büyütmek için kültürel örgütlenmeleri gerçekleştirmelidir. Kürt emekçilerine yönelik ırkçı saldırılar ve sermaye sömürüsüne karşı emekçilerin örgütlenmesi inşa edilmelidir. Siyasal rehineler ve siyasi sürgünler gibi siyasi soykırıma karşı siyaseti toplumsallaştırmalı ve siyasi kurumlarını örgütlenmelidir. Gençliğin yozlaştırılmasına, geleceksizleştirilmesine, baskılara karşı gençlerini örgütlemelidir. Kadına yönelik ekonomik, fiziksel, cinsel, sosyal, psikolojik bütün saldırılara karşı kadının örgütlenmesini büyütmelidir. Kürtler köyde örgütlenmeli, mahallede örgütlenmeli, kentte örgütlenmelidir. Kürtler ancak örgütlenerek toplumsal barışı sağlayabilir, örgütlenerek sağlayacağı toplumsal barışın güvencesi olabilir.
Kürtlerin Ortadoğu’da barışı sağlaması için yerel örgütlenmeleriyle birlikte ulusal örgütlenmeleri yani Kürt ittifakı meselesi de hayatidir. Kürdistan coğrafyasının Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla başlayan bölünmesi Lozan ile devam etti. Kürt halkı parça parça bölge devletleri arasında paylaştırıldı. Kürtlerin ortak hareket etme ve ittifak kurma meselesi, Kürtler açısından tarihsel bir yaradır. Son yüzyılda bölge devletlerinin Kürtlerin içlerine müdahale etmesi, Kürt hareketlerini manipüle etmesi ve Kürt hareketlerinin bazılarının kendi ailevi siyasi çıkarlarının da eklenmesiyle bu durum Kürtlerin ittifak ve ulusal birliğini kurmasını engellemektedir.
Özellikle KDP yönetiminin ve Barzani ailesinin tutumu, Kürtleri bölge devletlerine peşkeş çekmesi, ailesel ve siyasal çıkarlarını Kürt halkının çıkarlarının üzerinde tutması hem Kürt ittifakının hem de toplumsal barışın önündeki en büyük engeldir. Barzani ailesinin ailevi çıkarları için hem Türkiye hükümetinin hem de Irak merkezi yönetiminin güdümüne girmesi, onları Kürt bölgesine çekmesi; Kürt halkına kazandırmadığı gibi Barzani ailesine de kazandırmayacaktır. Tarihsel bir deneyim olarak bölge devletleri, Kürt güçlerine karşı yine Kürtlerden işbirlikçileri kullanmışlardır. Bu işbirlikçilerle işleri bittikten sonra da işbirlikçileri ortadan kaldırmışlardır. ‘Bextê Romê tine’ tespiti, bu acı deneyimlerin sonucudur.
Bu nedenle Barzani ailesi, Kürtlerin aleyhine olan tutum ve davranışlarından vazgeçmelidirler. Kürtlerle birlikte hareket etmeli ve Kürt bölgesini bölge devletlerine peşkeş çekmekten sakınmalıdırlar.
Ortadoğu barışının sağlanabilmesi için başta Türkiye olmak üzere bölge devletlerinin de Kürtlerin yüz yıldır maruz kaldıkları inkar, imha ve soykırımlara rağmen barış talebini görmelidirler. Yüz yıllık deneyimle görüldü ki inkar, imha ve soykırımlar bu coğrafyaya huzur getirmedi. Kürtler kendileri ve coğrafyalarıyla ilgili söz kurma hakkından, kararlılığından vazgeçmedi. Bölge devletleri de egemen kibrinden, şoven duygularından arınarak Kürtlerle çatışmak yerine Kürtlerle barışmanın yol ve yöntemlerini aramalıdırlar. Ortadoğu’da Kürtlerle savaşan değil; Kürtlerle anlaşan, Kürtlerle barışan kazanır.