Bu kurumun ne için kurulduğunu ne menem bir rol oynadığını mesleği icra edenler zaten biliyordu. Yapılan haberler, servis edilen görüntüler bir basın faaliyetinden ziyade, istihbarata bağlı yan bir faaliyetin yürütüldüğünü gösteriyordu. Fakat bunun kamuoyunun dikkatini çekmesi, görünür hale gelmesi, sanırız, gazeteci arkadaşlarımız Gülistan Tara ve Hêro Bahadîn’e dönük saldırı ile gerçekleşti. Olayın ardından hemen herkes sorular sorup ne olduğunu anlamaya çalışırken, kendisine Kürdistan ismi takan bu malum yayın kuruluşu ilk haberi geçti. İddiaya göre, hedef alınanlar PKK’li askeri yetkililerdi. Askeri ya da değil- ki, mevzubahis konuda böyle bir ayrım neticeyi değiştirmez- elbette, göze çarpan şey, deyim yerindeyse ‘ışık hızıyla’ geçilen haberdi. Öyle ya, daha kimse konuşmamış, yetkili ağızlardan tek bir söz çıkmamış olmasına rağmen, bu kurumun haber merkezindekiler her şeyi bilircesine, vurulan araçtan, içindekilere kadar birçok bilgiyi barındıran bir haberi yayınlamışlardı. Çokça değerlendirildiği üzere, bu bile, bahsi geçen organın bir yayın kuruluşu değil, belli karanlık odakların güdümünde özel bir yapı olduğunu gösterdi.
Kuşkusuz, bu pratik, mevcut ‘yayın organının’ ilk icraatı değil. Benzer örnekler sayılamayacak kadar fazla ve burada bunların bir dökümünü yapmaya gerek yok. MİT tarafından kuruluşu gerçekleştirilen, bugün de MİT ile ortak bir biçimde bölgede psikolojik savaş faaliyeti yürüten bu ‘yayın organının’ Özgürlük Hareketi’ne karşı özel bir rol ve misyon ile çalıştığı aşikâr. Geçtikleri tek bir habere dahi bakılsa, böyle bir sonuca gitmek mümkün.
Elbette, bu aşamada anlaşılmayan yahut dikkat çeken husus, hala bu kuruma bir yayın organı gibi yaklaşılması, böyle muamele görmesidir. Özellikle Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de böyle bir görüntünün verildiği açıktır. Mesela! Bu yayın Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de Kürtlerin ekseriyetinin oyunu alan Partinin genel merkezinden tutalım il ve ilçe örgütlerine kadar her yere rahatlıkla girmekte, basın toplantılarını takip etmekte, gerektiğinde röportaj yapabilmektedir. Kendisine yurtseverim, demokratım diyen bazı kişiler bu özel savaş kurumuna konuşmaktan rahatsızlık duymamaktadır. Adeta, kendi eliyle bu özel savaş kurumunu besleyen, meşrulaştıran bir durum söz konusudur. Oy verdiği siyasi parti de bunların mikrofonunu gören, değer verdiği bir siyasetçinin konuştuğuna tanık olan yurtseverler, doğal olarak olup biteni anlamaya çalışmakta, bu ‘kuruluşun’ da takip edilebilecek, izlenebilecek bir yayın organı olduğunu düşünmektedir. Şüphesiz, bu hal, sadece ve sadece bu özel savaş kurumuna hizmet etmekte, ona alan açmaktadır. Herhangi bir tepki, itiraz gelişmeyince, mevcut ‘yayıncılık’ sürdürülmekte, pervasızlık derinleştirilmektedir.
Takip edenler, mutlaka karşılaşmıştır. Gülistan ve Hêro’nun şehadetinin ardından Güney Kürdistan’ da bu yayın organı ve benzerlerine ilişkin yeni bir tutum açığa çıkmıştır. Güney Kürdistan halkı bahsi edilen yayın organının yapılan açıklamalara, merasimlere katılmasına izin vermemiş, bunları engellemiş ve bu biçimde çok yerinde bir tavrın sahibi olmuştur. Hem de öyle içerde, kurumsal zeminlerde değil, açık alanlarda, meydanlarda böyle bir tutum ortaya konulmuştur.
Hal böyle olunca, merak edilen şey, bu yayın organının Bakur Kürdistan ve Türkiye’deki durumu olmaktadır. Bakur Kürdistan ve Türkiye’deki demokratik- yurtsever kurumlar da Güney Kürdistan’dakine benzer bir tutumun sahibi mi olacak yoksa eskisi gibi bu ‘yayın organının’ muhabirleri kurumlara elini kolunu sallayarak girecek midir? Halkımızın değer verdiği yurtsever- demokratik şahsiyetler benzer bir tavır gösterip bunlara konuşmayı bırakacak mıdır, bırakmayacak mıdır? Daha da ötesi basın- medya emekçileri bunları kendi meslektaşları olarak mı görecek yoksa onlarla görünmek katliamcılar- katiller ile görünmek deyip sırtını mı çevirecek?
Açık ki, mevcut durumu sürdürmek imkansızdır. Hali hazırda, Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de bu yayın organı karşısındaki tavırsızlık, giderek ortamı muğlaklaştırmakta, doğru ile yanlışı görünmez kılmakta ve büyük zarar vermektedir. Ya bu yayın organına tutum alınıp yurtsever- demokratik kurumlara girmesinin önüne geçilecek, demokrat-yurtsever kesimler bunlara konuşmayarak gelişen teşhir kampanyasını büyütecek ya da mevcut durumun devam etmesine izin verilerek, telafisi mümkün olmayan tahribatların önü açılacaktır. Tabii ki, mevcut vaziyetin sürmesi, tam da onların istediği gibi toplumsal bağları zayıflatacak, işbirlikçiliğin, ihanetin zeminini güçlendirecektir. Ki, buna izin vermek mümkün değildir. O halde, geç kalmadan, zamanında ve yerinde tutum sahibi olmak zaruridir.