1 Eylül Dünya Barış Günü’ne girerken, ağır tecrit koşulları altında bulunan ve Kürt sorununun demokratik çözümü için mücadele veren PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın barışa dair sözleri önemini koruyor
Polonya’nın 1 Eylül 1939 tarihinde Naziler tarafından işgal edilmesiyle başlayan ve 6 yıl süren İkinci Dünya Savaşı boyunca 70 milyondan fazla insan yaşamını yitirdi. Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı üyeleri, savaşta yaşanan can kayıplarını hatırlatmak ve barışın tesisi için 1 Eylül’ü “Dünya Barış Günü” ilan etti. Birleşmiş Milletler (BM) ise, 1981 yılında 21 Eylül tarihini Dünya Barış Günü ilan etti. Bu nedenle Dünya Barış Günü dünyanın bazı yerlerinde 1 Eylül’de, bazı yerlerinde ise 21 Eylül’de kutlanıyor.
Ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana geçen 85 yılda, savaş ve çatışma hali Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın dört bir tarafında sürüyor. Türkiye, Irak, İran ve Suriye’deki çatışma haline 2021 yılında başlayan Rusya-Ukrayna savaşı, 7 Ekim 2023’de ise İsrail’in Filistin’e dönük saldırıları eklendi. İsrail, Filistin’in yanı sıra aynı saldırıları Lübnan ve İran’a karşı da sürdürürken, çatışmalı süreçle birlikte dünya halkları bir kez daha ulus-devletlerin kanlı siyasetine tanıklık etti.
25 yıldır süren tecrit
Türkiye, Kurdistan ve Avrupa’nın birçok kentinde gerçekleştirilen 1 Eylül etkinliklerinin temel taleplerinden biri olan Kürt sorununun demokratik çözümü için yoğun çaba sarf eden PKK Lideri Abdullah Öcalan, kendisine yönelik uluslararası komplonun başlatıldığı 9 Ekim 1998 tarihini “3’üncü Dünya Savaşı’nın startı” olarak nitelendirdi. İmralı F Tipi Kapalı Cezaevi’nde 25 yılı aşkın süredir ağır tecrit koşullarında tutulan Abdullah Öcalan’dan 42 aydır haber alınmazken, iktidarın savaş konseptini yeniden devreye koyduğu 2015’den bu yana artan şiddet ve çatışma, Türkiye’yi başta ekonomi ve hukuk olmak üzere pek çok alanda krize sürükledi. Abdullah Öcalan’ın, demokratik çözüm ve kalıcı bir barış için yaptığı sayısız çağrı yanıtsız bırakıldı. Bu çağrıların milyonlara ulaşmasını engelleyen iktidar, savaş politikalarıyla derin krizlere neden oldu. Tüm yönelimlere rağmen barış ısrarından vazgeçmeyen Abdullah Öcalan’ın, barışa dair geçmiş dönemlerdeki değerlendirmeleri ise bugün halen geçerliliğini koruyor.
Her savaşın barışı vardır
Abdullah Öcalan’ın 7 Haziran 1999 tarihli avukat görüşmesinde, “Her savaşın barışı vardır. Barışı bilmeyenler savaşı yüzüne gözüne bulaştırır. En güzel barış savaştan daha zordur. Savaş ve barış kavramlarını doğru anlayın. Yarın idama da gidebilirim, ama barış çabamı büyük yürüteceğim. Savaş çirkinliklerin yıkılması, barış güzelliklerin yaratılmasıdır. Sıfır düzeyi yoktur. Barış bir sanat gibi işlenmelidir. Bu tavsiyemdir” diye belirtti.
Aynı yıl 19 Haziran’da bir başka avukat görüşmesinde Abdullah Öcalan, şunları söyledi: “Bu, barış savaşının ütopyasıdır. Benim yaşamımı böyle anlayın. Barış ütopyasını gerçekleştirmek istiyorum. Barış konusunda oldukça ciddiyim. Taktik olarak anlaşılmamalıdır.”
Acımasız savaşı bizden daha çok yaşayan yoktur
Yaşamın barış üzerine yoğunlaşması gerektiğini birçok kez vurgulayan Abdullah Öcalan, 29 Haziran 1999 tarihli görüşmede, “İnanılmaz bir barış savaşımı var. Çok yoğun kanlı çatışmayla birlikte iki yüzyıllık bir kavga barışa dönüşecek mi, sona erecek mi? Büyük barış çabası başlıyor, tarihidir. Savaşın, barışın en ağırını biz çekiyoruz. Burada geçen her saniye kutsaldır, saygı duymak gerekir. Acımasız savaşı bizden daha çok yaşayan yoktur. Barış için yaşayacağım anlaşıldı mı? Savaşın da barışın da anlamı özgürlüktür; herkes adına özgürlüğün kazanılmasıdır. Umarım herkes bu anlayışta olur” ifadelerini kullandı.
Barış yalnız kucaklaşmaktan ibaret değil
Barış için savaş verdiğini vurgulayan Abdullah Öcalan, 2 Aralık 1999 tarihli bir görüşmesinde de şunları vurguladı:”24 saat bir savaş içindeyim. Barış savaşı veriyorum. Barış savaşı dışarıdaki savaştan daha zor. Barış yalnız kucaklaşmaktan ibaret değil. Korkunç karşıtları var. Bizim yanımız, benim yanım barış sürecine katkı sunmaktı.”
6 Aralık 1999 tarihli görüşmede yeni bir barış anlayışın olması gerektiğine işaret eden Abdullah Öcalan, “Ya bir daha çatışma ya da kapsamlı barış süreci. Belirsizlik tehlikeli. Barış çalışması derinleşmezse, çatışma gelişir” dedi.
‘Savaş felsefesi’
Abdullah Öcalan, İmralı Cezaevi’nde kaleme aldığı savunmalarında da barışa dair birçok çözümleme yaptı.
İmralı yargılama sürecini de demokratik barış arayışı ve çağrısı olarak değerlendireceğini belirten Abdullah Öcalan, barışla ilgili yaptığı çözümlemelerde, “‘Hakkın savaştığın kadardır’ mantığı genel bir yöntem haline gelmiştir. Hak arayan savaşmasını bilmelidir biçimindeki bu zihniyet, ‘savaş felsefesi’nin özüdür. Bu zihniyetin tüm din, felsefe ve sanat ekollerinde yüceltilmesi, bir avuç gaspçının eylemine ‘en kutsal eylem’ sıfatının takılmasına kadar ilerletilmiştir. Kahramanlık, kutsallık bu gasp eyleminin unvanı haline getirilmiştir. Böylesine yüceltilerek hakim anlayış haline getirilen savaşlar, tüm toplumsal sorunların çözüm aracı olarak düşünülmüştür. Sanki savaş dışı çözüm yolları mümkün değilmiş, olsa bile pek makbul sayılmazmış gibi bir ahlak anlayışı toplumu bağlamıştır. Sonuç, en kutsal çözüm aracı şiddettir. Bu tarih anlayışı yıkılmadıkça, toplumsal olgunun gerçekçi değerlendirilmesi ve sorunlarına savaşsız çözüm aranması zordur. En barışçıl ideolojilerin bile kendilerini savaştan alıkoymamaları bu zihniyetin gücünü gösterir. Sürekli barış isteyen büyük dinlerle, çağdaş sınıf ve ulus hareketlerinin bile savaşçı iktidar kliğinin tarzıyla savaşmaktan kendilerini alıkoyamamaları bu gerçeğin diğer bir kanıtıdır” ifadelerine yer verdi.
En etkili araç demokrasi
Halkların şovenizmi aşarak demokratikleşmeyi ve barışı dayattığına işaret eden Abdullah Öcalan, “Önümüzde bizleri bekleyen kapitalizmin tek taraflı iradesi döneminin geçtiği, halkların şovenizm ve savaşla yüklü milliyetçiliği aşarak demokratikleşmesini ve barışını dayattığı, kültürel ve yerel gerçekliği ile buluştuğu bir dönem olasılığı güçlüdür. Bunun tek başına değil, hakim sistemin devlet merkezli, ama küçültülmüş yapılanmalarıyla ilkelere dayalı ortaklaşa yürütülmesi de bu olasılık dahilindedir… Toplumsal sorunları ‘başta barış olmak üzere’ çözmede en etkili aracın demokrasi olduğu tartışmasızdır. Gücünü çok zorunlu meşru savunmalar dışında savaştan değil ikna kabiliyetinden alır. Savaşla kaybedileceklerle ikna temelinde kazanılacak değerleri karşılaştırarak, halkların öz çıkarına uygun çözümleri her zaman geliştirebilir. Cesur ve gerçekçi tartışmalar sorunları aydınlatır. Aydınlanan sorunlar ise tarafların en geniş katılımıyla, köklü uzlaşmalarla hal yoluna girebilir. Hiçbir sistem demokrasiler kadar tartışmalı ve gerçekleri su yüzüne çıkarmada başarılı olamaz” değerlendirmesinde bulundu.
Ömrünü Kürt sorununun çözümüne adayan özel olarak da İmralı sürecinde buna yoğunlaşan Abdullah Öcalan, Kürt sorunun karmaşık ve çok yönlü olduğuna dikkat çekti. Kürtlerin dört parçada da devlet ve toplum yapılanmasıyla derin sorunları olduğunu belirten Abdullah Öcalan, “En basit medeni haklarından bile yararlandırılmamaktadır. Siyasal ve ekonomik hakları gündeme bile getirilmemektedir. Toplumsal barışı önleyen savaşlara gerekçe yaratan, tarihte her zaman ideolojilerin gerçek dışı savlarıdır. Bu da sürekli karşı ideolojilere, beraberinde karşı yapılanmalara yol açarak, toplumu gergin ve çatışmalı halde tutmaktadır. Dünya, bölge, Türkiye ve Kurdistan’daki tüm gelişmeler barış ve demokratik çözümünü dayatmaktadır. Devlet, iktidar ve savaş ‘dolayısıyla barış’ meselesiyle uğraşanlar, toplum kavramını mutlaka yetkin ve yeterli kılmaya öncelik vermelidir” diye vurguladı.
Özgür Kürdistan daha çok demokratik Kurdistan
Aşırı milliyetçi devletçi yaklaşıma değinen Abdullah Öcalan şunları belirtti: “Kürdistan’da aynı milliyetçi devletçi akımlar üstün çıkarsa, bir değil dört İsrail-Filistin ortaya çıkar. Bundan çıkarmamız gereken birçok sonuç vardır. Ayrıca günümüzde yaşanan Çeçenistan, Karabağ, Kosova, Kıbrıs, yakın dönemde Ermeni-Osmanlı, Kürt-Cumhuriyet, Arap-Osmanlı, Kürt-Irak bağlamındaki sorunların yol açtığı sonuçlar da bilinmektedir. Yeni facialara yol açmamanın en uygun yolu, Kürt sorununu imha, inkar ve küllendirme, dilencileştirme konumuna düşürmeden, tutarlı, içtenlikli bir barış ve demokratikleşme reformu ile çözüme cesaret etmedir. Bunun genel formülü de Türkiye somutunda çözümlediğimiz, genel güvenlik ve kamusal alan ortaklığı olarak ‘devlet + Kurdistan’da demokrasi’ formülünün Ortadoğu çapında genelleştirilmesidir. Kendini somutta ‘Ortadoğu’da demokratikleşme + devletin demokrasiye duyarlılığı = Kurdistan’a özgürlük’tür. Özgür Kürdistan daha çok demokratik Kurdistan’dır.”
2003 yılında kalıcı barış ve demokratik çözümün yol haritasını açıklayan Abdullah Öcalan, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nün barış, uzlaşma ve çözümün miladı olması çağrısında bulunmuştu.
Öcalan’ın 1 Eylül 2003 tarihine giderken 13 Ağustos 2003’te 10 maddeden oluşan “Uzlaşma ve Çözüm Deklarasyonu”nda şunlar yer alıyordu:
“* Uzlaşma ve çözümün ilk adımı olarak demokratik bir çerçeve sunuyorum. Bu temelde Avrupa Birliği’ne uyum sürecini de önemli buluyorum. Dile getirdiğim demokratik çerçevenin ve diğer önerilerin Avrupa Birliği sürecine de uygun olduğunu düşünüyorum. Bu temelde;
a- Düşünce ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engeller kaldırılmalı, serbest siyaset yapmanın tüm koşulları yaratılmalıdır.
b- Siyasal partiler ve seçim yasası demokratik ölçülere göre yeniden düzenlenmelidir. Özgür ve bağımsız bir seçimin tüm koşulları yaratılmalıdır.
c- Demokratik bir yerel yönetim yasası çıkarılarak, yerel yönetimlerin yetkilere arttırılarak demokrasi geliştirilmelidir.
* Kürt olgusu demokratikleşmenin temel bir olgusu olarak kabul edilmelidir. Kürt öğesinin demokrasi kapsamına alınması, Kürtlerin demokratikleşmede bir öğe olarak kabul edilmesi anlamına gelir.
* Cumhuriyetin temel niteliklerine aykırılık teşkil etmenin dışında, Kürtlerin kültürel hakları tanınmalı, kendi kültürlerini özgürce ifade edebilmeliler. Buna TV, radyo, kitap, eğitim hakkı da dahildir. Bu konuda sınırlamaya gidilmemeli, halk ne kadar istiyorsa o kadar kültürel hakları, TV, radyo, basın-yayın, eğitim hakkı verilmelidir.
* Kürtlerin demokratik ve siyasal hakları yasal ve anayasal güvenceye kavuşturulmalıdır.
* Köye dönüşlerin güvenli bir şekilde sağlanması için gerekli girişimler yapılmalı, gerekli idari, hukuki, ekonomik ve sosyal tedbirler alınmalıdır.
* Koruculuk, ekonomik ve sosyal tedbirler alınarak kaldırılmalıdır. Devlet içinde yuvalanmış ve hiçbir kanuni dayanağı bulunmayan gayri meşru güçler, çeteler lağvedilmelidir. Meşru güçler dışında güvenlik gücü kalmamalıdır.
* Ekonomik çerçeveyi oluşturma açısından köye dönüşlerin sağlanmasıyla birlikte GAP projesi çerçevesinde etkin bir planlama ve destekleme ile bölge ekonomisi için yeni projeler geliştirilmelidir.
* Toplumsal Barış ve Demokratik Katılım Yasası çıkarılarak dağdakilerin, sürgündekilerin ve cezaevindekilerin yasal ve demokratik sürece katılmaları sağlanmalıdır.
* Uzlaşma ve diyalog gelişmediği takdirde meşru savunma hakkının kullanılacağı çözümün bir parçası olarak ele alınacaktır.
* Şu ana kadar yürütülen yanlış politikalardan dolayı devlet Kürtlerden özür dilemelidir.”
Barış için uğraşıyorum
Abdullah Öcalan, Demokratik Ulus anlayışının Ortadoğu’da yaygınlaştırılması gerektiğini belirttiği 13 Aralık 2006 tarihli görüşmede, “Ortadoğu’da çözüm ancak böyle olur. Ortadoğu ülkeleri için demokratikleşme olmadan mevcut ulus-devlet yapılarıyla, ulus-devletin kurucusu olan Avrupa devletleri ve ABD ile baş edemezler. Benim daha önce başka filozoflar tarafından da dile getirilen Demokratik Ulus anlayışım, Türkiye’de sorunların barışçıl ve demokratik bir şekilde çözülmesinin tek yoludur. Aksi takdirde MHP ve CHP’nin yaptığı gibi kuru, sahte ulus-devlet mantığıyla sorunlar çözülmez” dedi.
Öcalan, kendisiyle “çözüm” adı altında 2013 ile 2015 yılları arasında yapılan görüşmelerde de barışın sağlanmasına dair önemli değerlendirmelerde bulundu. İmralı Heyeti ile 3 Ocak 2013’te yapılan ilk görüşmede, “23 yıldır barış için uğraşıyorum” diyen Öcalan, 23 Şubat 2013 tarihli heyet görüşmesinde, başlatılan süreci “Tarihi bir barış ve demokratik yaşama geçiş” olarak tanımladı.
‘Faşizmi dayatırsa savaş başlar’
Barış çabalarının Turgut Özal ile başladığını hatırlatan Abdullah Öcalan, 21 Temmuz 2013 tarihli görüşmede, “Erdoğan söylemde ‘Baldıran zehri içerim’ diyor ama pratik tam tersidir. Biz savaşı AKP’ye karşı başlatmadık ki. Önce Kürt feodallerine karşı, sonra devlete karşı savaştık. Şimdi devletin temsilcileriyle burada çatışmasızlığı barışa doğru evriltmek istiyoruz. Ama AKP adım atmadı” dedi. Hakiki barış olmazsa hakiki savaşın başlayacağı uyarısında bulunan Abdullah Öcalan, 27 Şubat 2015 tarihli görüşmede, “AKP otoriterleşmek isterse kendini bitirir. AKP hakiki olmazsa bu sefer gerilla hakiki savaşı başlatır. Anlaşma yok, çözüm yok, barış yok, faşizmi dayatırsa savaş başlar” diye uyardı.
İktidar tarafından “buzdolabına kaldırdık” denilerek bitirilen diyalog sürecinden sonra Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit derinleştirildi. Buna karşı 2018 yılında Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven öncülüğünde açlık grevleri başladı. Eylemin sonucunda ise 2019 yılında Abdullah Öcalan ile yapılan birkaç görüşmede de çağrılar ve çözüm çabaları öne çıktı. Bu dönemde Abdullah Öcalan, İmralı Adası’na giden avukatlarına “Kürtlere yer açmaya çalışıyorum gelin Kürt sorununu çözelim. Bir haftada çatışma durumunu, ihtimalini ortadan kaldırırım diyorum. Ben çözerim, kendime güveniyorum, çözüm için hazırım. Ancak devlet de devlet aklı da gereğini yapmalıdır” mesajını verdi.
Gelinen noktada İmralı’da giderek ağırlaştırılan tecrit sebebiyle Abdullah Öcalan ve beraberindeki tutsaklardan 42 aydır haber alınamıyor. Kürt soruna karşı geliştirilen ve giderek derinleşen savaş, yükselen yeni nesil milliyetçi ve ırkçı saldırılara yer açarken, savaş politikaları da yaşanan yoksulluğu giderek arttırdı.
Haber: Ceylan Şahinli / MA