Ahmet Tulgar
Türkiye’nin en önde gelen Anayasa Hukuku profesörlerinden olan CHP İstanbul Milletvekili İbrahim Özden Kaboğlu, son yıllarda her kritik dönemde sesini yükseltti ve Anayasa ile evrensel hukuk kriterlerini demokratik siyaset felsefesiyle bir araya getirerek saygın aydın tavrını ortaya koydu. Bu haliyle CHP’nin de en etkin milletvekillerinden biri oldu Kaboğlu 27. dönemde. AİHM’in Selahattin Demirtaş hakkındaki kararından sonra kararın uygulanmasının tartışılamaz olduğunu ve uygulanmaması durumunda ne olacağını net biçimde ortaya koyan Kaboğlu, Demirtaş kararını ve demokratikleşme imkânlarını anlattı:
AİHM’in Selahattin Demirtaş kararını ilk duyduğunuzda bir yurttaş, bir hukukçu ve bir parlamenter olarak ne düşündünüz?
Hemen belirteyim, Anayasa madde 138’e göre mahkeme kararı bağlayıcıdır, yasama-yürütme ve yargı organları buna uymak zorundadır. Tersini düşünmek, bu kararın uygulanmasını engellemeye çalışmak Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrasını ihlal etmek anlamına gelir, engellemeye çalışanlar hakkında bir hukuki mekanizma işletilebilinir. Tabii ki önemli olan bu aşamaya getirilmemesi.
Cumhurbaşkanı’nın bu karara reaksiyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Tahmininiz nedir, hükümet ve yargı karara direnecek mi?
Erdoğan daha önce de Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararları hakkında benzeri açıklamaları hep yaptı. Şimdi Avrupa Mahkemesi hakkında aynısını yapıyor. Ama Cumhurbaşkanı’nın yaptığı bu açıklama, Türkiye’nin bu Avrupa Mahkemesi’nin 2 gün önce açıklamış olduğu kararı uygulamama seçeneğini yaratmamaktadır. Biz gerçi Türkiye’de Ağustos 2014’den bu yana Anayasasızlaştırma sürecini yaşıyoruz ve bunun öncülüğünü de Sayın Erdoğan yaptı. Fakat Avrupa Hukuku Sözleşmesi hakkında ve onun uygulama organı olan Avrupa Mahkemesi hakkında bu tür açıklamalarda bulunmak, doğrusu Anayasamızın 2. maddesindeki hukuk devleti yazan bir devletin temsilcisi tarafından bunun yapılması anlaşılabilir olmadığı gibi kabul edilebilir değildir. Umuyoruz ve diliyoruz ki Sayın Erdoğan’ın danışmanları ve Adalet Bakanı gibi sorumluluk mevkiinde bulunan kişiler daha bir hukuki çerçevede açıklama yaparlar.
Türkiye hükümetinin karara direnmesi durumunda bunun etkisi ve sonuçları ne olur?
70 yıl önce kurulan ve Türkiye’nin de kurucu üye devletler arasında yer aldığı Avrupa Konseyi’nin, 70 yıllık serüvenindeki gelişme sürecinde, tek parti döneminden, AK Parti iktidarlarına kadar hemen hemen her siyasal çoğunluk buna katkıda bulundu. Kısaca, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları mekanizmasına tümüyle dahil olması için her siyasal akım buna katkıda bulunmuştur. Bu da Türkiye Cumhuriyeti olarak açık bir taahüdün altına girdiğimizi gösterir. Nitekim madde 46 açıktır ve nasıl ki biz Anayasa’nın ilgili maddesine göre, örneğin Anayasa madde 153’e göre Anayasa Mahkemesi kararları bağlayıcı diyorsak, 155’e göre Danıştay kararları bağlayıcı diyorsak, burada da İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi madde 46’ya göre kararları bağlayıcıdır.
Anayasa ile güvenceye alınmış Anayasa’nın da üstünde bir bağlayıcılık yani, öyle mi?
Türkiye’nin Avrupa Konseyi ile kurucu üye devlet sıfatıyla ilişkisi ve sözleşmeyi iç hukukuna dahil etmiş bir devlet olması bunu partiler ve hükümetler ötesi politika haline getirmiş bulunuyor. Nasıl ki bizim Anayasamız yürürlülüktedir ve herhangi bir siyasal parti, birinci parti veya sonuncu parti buna itiraz etmiyorsa, Avrupa Sözleşmesi de buna benzetilebilinir. Bu şekilde bir tür Türkiye’nin devlet ötesi uluslararası hukuk anlamında Anayasasıdır. Askeri yönetimler bile buna sırt çevirmemiştir. Yunanistan’da ‘albaylar cuntası’ döneminde Yunanistan’ın üyeliğinin Avrupa Birliği Konseyi tarafından askıya alındığı halde bizde askeri yönetim 12 Eylül 1980 döneminde ‘hayır biz en kısa zamanda normalleşmeye yöneleceğiz, bizim üyeliğimizi askıya almayın’ diye taahütte bulundu ve Avrupa Konseyi de bunun üzerine askıya almadı.
Avrupa Konseyi’nde üyeliğin askıya alınması gibi bir durum söz konusu olur mu bu defa? Bu Türkiye için ne anlama gelir?
Şu sırada olmayabilir belki; ancak AİHM kararına meydan okuma, öncelikle Türkiye’yi, Avrupa Sözleşmesi’nin felsefi dayanağı olan “gerçekten demokratik rejim” anlayışına daha fazla yabancılaştırır.
Türkiye bir ekonomik krizden geçiyor. AİHM kararının tanınmaması Batılı bir yatırımcıyı yatırımlarının güvenliğinden kuşkuya düşürür mü?
Hukuk güvenliği ile iktisadi istikrar arasındaki sıkı ilişki dikkate alındığında, yargı kararlarına meydan okumanın uluslararası yatırımcıyı tedirgin edeceği açıktır.
Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması Türkiye toplumunu nasıl etkiler? Demokrasi mücadelesine nasıl etki eder?
Geç de olsa, güç de olsa yargı mekanizmasının işletilebiliyor olduğunu göstermesi bakımından, olağanlaşma ve hukuka dönüş umudu bakımından önemli bir adım oluşturur.
Türkiye’nin uluslararası kurumlarla kavga etmesi nasıl bir etki uyandırıyor Batı’da?
Türkiye’nin Batılı değerlerden uzaklaşıyor olmasından çok, demokrasiden ve hukuk devletinden hızla uzaklaşarak yayılmacı bir politikanın tezahürü şeklinde algılanıyor. Bu çerçevede, yeni Osmanlıcılık şeklinde nitelemeler de yapılıyor.
Türkiye demokrasisi için sizin öncelikli olarak atılması gereken adımlar olarak gördükleriniz nelerdir?
İlk şart, Anayasa’ya saygı; yani, Devlet yönetiminin anayasal düzene bağlılıkla sağlanmasıdır. İkincisi, hukuk ve siyaset ilişkisinin yerli yerine oturtulması olup, “siyaset, hukukun üstündedir” biçimindeki yanlış ve tehlikeli görüşün terk edilmesidir. Üçüncüsü ise, anayasa ile ilahi kitapların birbirine karıştırılmamasıdır:
- Anayasa’nın üstünlüğü ve bağlayıcılığı: Anayasa md.11’in muhatabı, öncelikle yasama, yürütme ve yargı organlarıdır.
- Hukuk ve siyaset ilişkisi: yasaları demokratik süreçlere uymak kaydıyla siyasal aktörler üretir; ama hukuka öncelikle uyması gerekenler, yine kendileridir.
- Anayasa ve ilahi kitaplar: Anayasa ve ilahi kitaplar, doğaları gereği birbirinden farklıdır. Dünyevi metin olarak Anayasa, “mutlak hakikat” inancına dayanan din kitaplarının da güvencesidir; buna karşılık, her ilahi kitap, kendi mutlak hakikatını kabul etme misyonunu beraberinde getirir.
Türkiye nasıl bir kurumsal reform ile tekrar demokrasiye döner?
Bir önceki sorunun yanıtında vurguladığım üzere demokrasiye dönüş için ilkin hukuk umudunu yeşertmek gerekir. Öncelik Anayasa’nın uygulanmasında… Şu anda askıya alınmış olan Anayasa’nın emredici hükümlerinin uygulanmaya konması ivedi ve öncelikli gündem maddesi olmalıdır. İşte başlıcaları:
- Cumhuriyetin nitelikleri: “İnsan haklarına dayanan laik ve demokratik sosyal hukuk devleti” (md.2).
- Egemenlik: “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz” (md.6),
- Yasama yetkisi, TBMM’nin. “Bu yetki devredilemez” (md.7).
- Yürütme yetkisi ve görevi, “Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir” (md.8).
- Yargı yetkisi, tarafsız ve bağımsız mahkemelerce kullanılır (md.9).
- Anayasa: “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını” bağlayan üstün ve temel kurallardır (md.11).
- Temel haklar ve ödevler (md.12- 74).
- Üniversiteler: “Kamu tüzel kişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip” üniversitelerde öğretim elemanları, “Yüksek öğretim Kurumu’nun veya üniversitelerin yetkili organların dışında kalan makamlarca her ne suretle olursa olsun görevlerinden uzaklaştırılamazlar” (md.130).
- Medyaya giriş: “Devletçe kamu tüzel kişiliği olarak kurulan radyo ve televizyon kurumu ile kamu tüzel kişilerinden yardım gören haber ajanslarının özerkliği ve yayınlarının tarafsızlığı esastır” (md.133).
Kısacası; bunlara saygı sorunsalını sürekli gündemde tutulması gerekir.
Kuşkusuz uzun dönemli hedef, anayasal denge ve denetim düzeneğinin kurulduğu hesap verebilir bir yönetim kurmak olmalı. Bu da, Türkiye’nin Osmanlı’dan bu yana denediği ve Avrupa-Akdeniz mekânında geçerli parlamenter rejime dönüş olmalı…