Bir önceki hafta sizinle buluştuğumuz bu köşede Muğla-Fethiye’de Söğütlü köyünde olanları size aktarmıştım. Basından izlediğiniz haberin su tahsisi-gereklilik adı altında DSİ tarafından Söğütlü köyünün suyunu aldığı, Bolluca suyunu besleyen derenin yatağının değiştirilmeye çalışıldığı suyun 2012 yılından beri çalıştırılan Sekiyaka 2 HES’in su toplama havuzuna alınmaya çalışıldığını aktarmıştım. 1 Ağustos 2024’te suyun tahsisi yapılacağı belirtilen köylerin muhtarları, derenin yatağının değiştirilmesine engel olan Söğütlü Muhtarı ve azaları hakkında şikayette bulunmuşlardı. Bu müdahaleye karşı duran Söğütlü köylülerinin mücadelesi bölgeye gelen güvenlik kuvvetleri tarafından kırılmaya çalışıldı, köylüler darp edildi, gözaltına alındılar. İdare tarafından derenin suyunun Sekiyaka HES için tahsis edilmediği, suyun Akfen şirketinin sermaye birikimine sokulmayacağı, HES’e giren suyun kullanılmadan sulama amaçlı Fethiye Sulama Birliği’ne aktarılacağı iddia edildi.
Suyun tahsisi, tahsisin gerekçesi, suların vadiler/havzalar arası taşınımı, bunun için söylenen asılsız, yalan iddialar, yaşamını koruyanlara zorbalık, devletin kolluk kuvvetlerinin şirketin haklarını korumak için gereğini yapmaları izledi. Devletin kurumlarının sistemdeki tutum ve işlevleri, yaşamını sürdürmeye çalışan köylülerin birbirine düşürülmesini, bu durumları güçlendirmek için yapılmak istenenlerin idari yazışmalarla yürürlüğe sokulduğunu hep beraber izledik, yaşadık. Ülkenin pek çok yerinde yürütülmeye çalışılanlar; sermaye birikimine sokulmaya çalışılan yaşam alanlarında zorbalık, el koyma, meşru olmayan süreci “yasal”laştırma, suyun, su havzasının şirketlere tahsisi vd.nin hepsi bir arada uygulanışı gibi.
Son 21 yıldır sürdürülen, suyun ticarileştirilmesinde süreç; şirketlere henüz tahsis edilmemiş kalan yer altı rezervlerinin ve yer üstü sularının tahsis edilmesi aşamasına geldiğini izlemeye/yaşamaya başladık. Son birkaç yıldır bu süreci, suların şirketin kullanıma sokulması için tahsis adı altında “yasal” yazışmalarla sürdürülüyordu ki bu yazışmalar yetmemiş olmalı, idare (Tarım-Orman, Çevre-Şehircilik-İklim Değişikliği Bakanlıkları, yerel yönetimler, vd.leri) suyun tahsisini güçlü ve tartışılmaz gerekçeye dayandırmak için yasa tasarısı hazırlamaya başlamıştı; su kanunu tasarısı. Hatırlarsanız bu taslağı bizler bir yerlerden edinip tartışmaya başlamıştık. Bu yasanın Meclis’te tıkanabileceği olasılığına karşı daha hızlı bir çözüm buldular. 22 Ağustos’ta geçen hafta bir yönetmelik çıkarttılar. 32640 sayılı Resmi Gazete ile yayınlandı, “su kurullarının görevleri ile çalışma usul ve esasları hakkında yönetmelik.”
Bilindiği gibi yönetmelikler, tebliğler hangi yasayı kolaylaştıracaksa yönetmeliğin ilk maddelerinde ilgili yasa belirtilir. Bu yönetmeliğin ilk maddesinde yönetmeliğin 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 435/A maddesine dayanılarak hazırlandığı belirtilmekte. Yetki bakanlık olarak Tarım ve Orman Bakanlığı’na verilse de C.K. bağlı olması tek yetkilinin Cumhurbaşkanlığı olduğuna işaret etmekte ve her tür ilave düzenlemelerin bu kararnamede belirtilen şahsa ait olduğu da “yasal”laşmış olmakta. Her türlü çıkarılacak KHK, yönetmelikteki uygulamaları değiştirebilir.
Yönetmeliğin ekinde Türkiye’de mevcut su havzaları 25 havzaya ayrılarak tanımlanarak listelenmekte. Yönetmelik havzalarda su tahsisinin planlarının, su yönetim planlarının, havza koruma eylem planı, su “kaynaklarının” koruma planlarının, havza ölçekli yönetim planı yapılması için yürürlüğe sokulduğu için aksi gerçekleşmedikçe yasal bir düzenek bu yönetmelik, ilgili yasası olmasa da. Yönetmelikte suyun tahsisini, dağıtımını, taşınımını, yönetilmesini kolaylaştıracak kurumsal yapılar tanımlanmakta.
Su kaynaklarının içme ve kullanma, çevresel su ihtiyacı, zirai sulama, enerji, sanayi, ticaret, turizm, taşıma, ulaşım, rekreasyon, projeye dayalı su ürünleri yetiştiriciliği, su ürünleri avcılığı ve diğer ihtiyaçlara uygun olarak dağıtımına ilişkin plan risk temelli yaklaşımla alınan her türlü tedbir ve bu tedbirler için atılacak adımları vs. içeren planları hazırlayacak, bu hazırlıklarını ve planlamalarını su verimliliği kapsamında yapacak kurumlar:
İl planı kapsamında il sınırları dahilinde sorumluluğu bulunan kamu kurumları ile tüzel kişiler (şirketler, vakıflar vb. sermaye işletmeleri) tarafından uygulanacak su verimliliği sisteminin esaslarını, kentsel, endüstriyel ve tarımsal su verimliliği planlarının yapımını, yürütülmesini kapsamakta yönetmelik. Sel riski kapsamında da havzaya müdahale edilebilir, verimli kullanım amacıyla da.
Ulusal su planı yapacağı belirtilen, su tahsis planlarını yapacak olan kurulların kimler olacağı bu yönetmelikle yapılmak istenenleri daha açık ortaya koymakta. Kurullar gene tek adamın yetkisi olan kararnameye atıfla kurulacak. Örneğin Ulusal Su Kurulu; Tarım ve Orman Bakanı Başkanlığı’nda, Tarım ve Orman Bakan Yardımcısı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakan Yardımcısı, Dışişleri Bakan Yardımcısı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakan Yardımcısı, Hazine ve Maliye Bakan Yardımcısı, İçişleri Bakan Yardımcısı, Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı, Milli Eğitim Bakan Yardımcısı, Sağlık Bakan Yardımcısı, Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcısı, Ulaştırma ve Altyapı Bakan Yardımcısı ile Strateji ve Bütçe Başkanı, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu Başkanı, Türkiye İstatistik Kurumu Başkanı, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı ve Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı’ndan oluşacak. Havza Su Kurulları ise Ulusal Su Kurulu’nda belirtilen idarelerin ilgili il müdürlükleri ile İller Bankası Anonim Şirketi temsilcisi ile kurul başkanı tarafından belirlenen organize sanayi bölgeleri, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, sulama birlikleri ve sulama kooperatiflerinin birer temsilcisinden oluşacağı belirtilmekte. MUCEV, şirket olan, STK olarak anılan tüm şirketler bu kurullarda yetkili olacak. Gerekçe verimli su yönetimi.
Bu kurullar cumhurbaşkanı onayı ile yetkilenmiş olacak. Tek adam rejiminin, kapitalizmin nasıl sistem olarak yetkilendirildiklerinin ve bu sürecin suyun yönetilmesi için nasıl “yasal”laştırıldığını bu yönetmelikte tüm açıklığı ile görmek mümkün. Tüm yaşamımızı etkileyecek, her alanda yaşam için yaşamın özgürlüğü için verdiğimiz mücadeleleri nasıl yasa dışı tanımlanacağı da görülmekte. Şirketlerin isteği ve gereksiniminin nasıl yaşamla pazarlığa oturtulduğu, bunun da yasal kurullarla kararlaştırılacağı artık “yasal” tersi gerçekleşinceye kadar.