Sınıf mücadelesi ya da daha geniş bir zeminde yürüme potansiyeliyle yüklü olan anti-kapitalist mücadelenin zemini tarih-dışı bir mutlaklık güvencesine sahip değil. O zemin, içinde mücadelenin yaşandığı sistemin yapısındaki farklı ağırlıktaki değişmelerden farklı düzeylerde etkilenir, dolayısıyla somut-tarihsel biçimlere bürünebilen bir zemindir.
Sistemin omurgası olan sermayenin ve emeğin uzlaşmaz zıtlık içindeki varlıkları ve bağlı olarak sistemin kendisi, sürekli farklı yapılara ve biçimlere bürünerek kendisini sürdürür. Sermaye ya da emek güçleri, o dönüşümlerden etkilenir, sürekli hareket halinde olan zeminden belirlenip sürekli yeni hallere bürünerek süre gelir.
İçinde olduğumuz dönemde, tarihte daha önce olmayan bir gerçeklik içindeyiz: Sermaye tüm yeryüzüne en ücra köşelerine kadar yayılıp egemenliğini kurmuş ve işçi sınıfının kitlesi de sermayenin hareketinin çözüp işçileştirdiği köylülüğün ve diğer çalışma biçimlerinin kendisine doğru akmasıyla toplumların (kapitalizmin gelişme derecesine bağlı olarak) çoğunluğunu oluşturmaya başlamış, toplumsallaşmıştır.
Sermaye yapısal özelliklerinin bir sonucu olarak sürekli yoğunlaşma ve merkezileşme eğiliminde olduğu için gittikçe daha büyük sermaye birikim alanlarında gittikçe daha az sayıda kişinin mülkiyetinde toplanırken; işçi sınıfının sayısı muazzam niceliğe ulaşıp toplumsallaştı. Bu, işçi sınıfının yapısında yaşanan özel bir yeni durumdur.
İşçi sınıfı, toplumsallaştığı sürecin içinde yaşadığı bir iç-eğilim üzerinden, aynı zamanda, özellikle neoliberal dönemde üretim alanlarında yaşanan post-fordist dönüşümlerle ve “beyaz yakalı” yeni işçilerin katılımıyla sürekli parçalanmış, farklı zümrelere ayrışmıştır. Bu da, işçi sınıfının yapısında yaşanan yeni bir durumdur.
Evet, işçi sınıfı günümüzde toplumun tümüne doğru yayılan bir toplumsallaşma yaşarken, aynı zamanda parçalanıp farklı bölüklere/zümrelere ayrılıyor. Öyle ki, sınıfın farklı bölükleri her ne kadar sermayeyle uzlaşmaz zıtlık üzerinden aynı sınıfsal konumda bulunsalar da, aynı zamanda güncel düzeyde farklı ihtiyaçlarla hatta bazen birbirini dışlayan farklı ihtiyaçlarla güdülenip davranıyor.
Sermaye, merkezileştiği oranda, tarih içinde yaşanan sınıf mücadelelerinin ürünü olarak oluşan siyasal egemenlik biçimi burjuva demokrasisinden uzaklaşıp farklı anti-demokratik siyasal egemenlik biçimlerine yöneliyor. 20. yüzyılın başında tekelci aşamaya sıçramasıyla zaten yapısal bir özellik olarak taşımaya başladığı sermayenin demokrasiden uzaklaşma eğilimi, sosyalist sistemin çözüldüğü ve komünist hareketin henüz güç kazanamadığı günümüzde güç kazanmış durumda.
İşçi sınıfı ise, uzlaşmaz zıtlık içinde olduğu sermaye karşı mücadelesinde bir sınıf olarak ortak hareket etme kapasitesini, farklı bölüklere parçalandığı günümüz koşullarında yeniden ve kendi bilinçli yönelimleriyle kazanmak zorundadır.
Sermaye güçleri, bilinçli hamlelerle işçi sınıfının içindeki nesnel parçalanma sürecini kışkırtıp sınıfın kendisine karşı mücadelesindeki ortaklaşma potansiyelini yok etmek isterken; işçi sınıfı devrimcileri olan devrimci-komünistler, parçalı bir gerçeklik içinde olan işçi sınıfının sermayeye karşı ortak konumlanışının günümüz koşullarındaki biçimini keşfetmek zorundadır.
Ortaklaşma, işçi sınıfı hangi güncel yapı ve biçime bürünürse bürünsün, emeğiyle geçinme zorunda olmasının nesnelliği içinden çıkıp gelir. Ama, açıktır ki, sınıfın toplumun sadece bir kesimini teşkil ettiği ve büyük fabrikalarda toplu olarak var olduğu koşullardaki ortaklaşmasıyla, günümüzdeki bütün topluma yayılıp çok farklı yapı ve biçimlere/parçalara/bölüklere bürünmüş halinin ortaklaşması aynı biçimlerde olmayacaktır.
İşçi sınıfı içindeki parçalanma eğiliminin günümüzde büründüğü hal, onun bir dizi siyasal ve toplumsal örgütlenmelerde kendisini ifade etmesini belirliyor. Sınıfın her parçasının/bölüğünün kendisine en uygun örgüt ve mücadele biçimini kazanması, onun en güçlü halde ortaklaşabilmesinin altyapısını sağlar. Tek ya da monolitik yapı ve mücadele zorlaması işçi sınıfının mevcut zenginliğini kapsayamaz ve sonuçta hangi niyetle yapılmış olursa olsun sınıfın ortaklaşmasını engeller.
Öte yandan, parti biçimi, ezelden ebede giden bir siyasal örgüt olma mutlaklığı içinde değildir; günümüzde de varlığını korumakla birlikte, günümüzün “parçalamış” işçi sınıfı gerçekliğini dillendiren farklı işçi sınıfı partileri oluşabilir ve günümüzün işçi sınıfı partilerinin farklı toplumsal güçlerden oluşan anti-kapitalist alanın hem kurucusu hem de bileşeni olma sorumluluğu vardır.
İttifak, farklı yapı ve biçimlere yayılmış işçi sınıfının ortaklaşmasının güncel biçimidir. Sermayeye karşı mücadelesini birden çok parti ya da örgütlere yayılarak verecek işçi sınıfı, kendi bütünlüğünü ancak söz konusu yayılıp saçılmanın uygun bir ittifak zemininde kendisini toplamasıyla ve toplayabildiği oranda sağlayabilecektir.
Bu durumda, ilk bakışta işçi sınıfı açısından onun ortaklaşmasını engellediği için zayıflık olan parçalanma gerçekliği; onun toplumun bütününe yayılarak parçalanan nesnel varlığı şayet uygun biçimde bir ittifakta ya da ittifaklar alanında ortaklaşarak kendisini inşa edebilirse, sınıf açısından muazzam bir zenginleşme ve güçlenme yaratacak, işçi sınıfına düşmanı sermayeyi her yerinden binbir biçime bürünerek kuşatabilme kapasitesini kazandıracaktır.
Parçalara ayrılmış ama toplumsallaşarak niceliği güçlenmiş işçi sınıfı, devrimci-komünist siyasal irade/iradeler tarafından sermayeye karşı mücadele içinde inşa edilecek sınıf-içi ittifakla eskisinden çok daha güçlü bir ortaklaşma yaşayabilir. Sorun, her ikisi de günümüzde eskisinden farklı yapı ve biçimlere bürünmüş sermaye ve işçi sınıfının farklı bir zeminde yaşanmaya yazgılı olan sınıf savaşında işçi sınıfının nasıl kazanabileceğidir.
Kürt yoldaşlarımıza burada anlatılanın Öcalan’ın HDK/HDP önerisinin aynısı olmasa da, Kürt halkının mevcut durumundan çıkıp özgürleşme mücadelesinin günümüze özgü halini keşfetme arayışıyla benzediğini belirtmek isterim.
Anlatılan, aynı kapitalist toplumsallık içinde aynı egemenlik sistemi tarafından farklı yapılarda boyunduruk altına alınan Kürtler ve işçi sınıfının ister istemez benzerlikler taşıyan günümüze özgü toplumsal özgürleşme arayışlarıdır.
Aslına bakılırsa, burada sermaye-emek uzlaşmaz zıtlığının güncel halinin sorunları üzerinden tartıştığımız konu, içinde olduğumuz özel dünya tarihsel dönemin başka birçok siyasal ve toplumsal alanı için de geçerlidir. Ve, özel olarak da sürecin bakışımlı akan yerel kollarında Kürt halkıyla işçi sınıfının toplumsal özgürleşme arayışları bir sarmaşık gibi iç içe geçer.
Evet, anti-kapitalist ve halkçı-devrimci süreçler de hareket halindedir ve bu yazıda ayrı olarak anlatılsa da, gerçek yaşamda iç içeler!
Anti-kapitalist alan!
Kapitalizmin tarihsel varlığının sonunun ufukta gözüktüğü günümüz koşullarında, yeryüzünde yaşayan insanlara hatta bütün canlı yaşama dayattığı felaketler, kapitalizm karşıtlığının sadece işçi sınıfının sermayeye karşı mücadelesine indirgenemeyeceği ve dolayısıyla sisteme karşı yeni mücadele alanlarının ortaya çıktığı yeni bir durum yaratmıştır.
Sermayenin bedava zenginlik kaynağı olarak görüp açgözlüce yağmaladığı doğanın bozulan ekolojik dengeleri, hepimizin birlikte yaşadığı ve neredeyse her yıl yıkım gücü artan felaketlerle kendisini gösteriyor. Sermaye egemenliğiyle iç içe geçen erkek egemenliği, sistemin sarsılıp zorlandığı günümüz koşullarında daha da saldırganlaşarak kadınlara cehennemi dayatıyor.
Kapitalist sistemin yapısal özelliklerinin ürettiği sistemin küresel varlığının koruyucu-dengeleyici hegemon güç ihtiyacı, bir dönemdir bu konumda olan ABD’nin artık bu rolünü oynamakta yetersiz kalmasıyla karşılanamıyor. Bu durum, bir yandan sistemin kurulu dengelerinin bozulma riskini güçlendiriyor ve zaten şimdiden ortaya çıkan kimi “bozulmalar” yıkıcı sonuçlar yaratıyor.
ABD’nin yetmezliğiyle ortaya çıkan hegemonya boşluğu yeni küresel ve bölgesel hegemon adaylarını harekete geçiriyor. Küresel düzeyde, Çin ve Rusya, artık yetersiz hale gelse de küresel hegemon güç konumunda kalmakta ısrar eden ABD ve onun peşine takılan AB ve Japonya her biri kendi durduğu yerden oluşan boşluğa doğru hamle yapıyor. İlk bakışta “çok kutuplu” ve dolayısıyla sürekli itiş kakış yaşanacak bir yeni dünya hegemonyasına doğru gidiş görülse de, bir dizi “değişken” sürekli devrede. Bölgesel düzeyde ise, daha önce ABD tarafından “kontrol” altında tutulan Brezilya, Güney Afrika, Türkiye, İran, Hindistan gibi güçler, kendi bölgelerinde hegemon güç olmaya çalışıyor.
Bütün bu gerilimler, yeryüzünün farklı yerlerinde ama özellikle de Ukrayna’dan Orta Doğu’ya uzanan ve merkezinde Türkiye ve Kürdistan’ın olduğu bölgede savaşlar çıkaracak düzeye sıçramış durumda. Savaşların coğrafyasının genişlemeye ve şiddetinin de taktik atom silahlarının kullanılabileceği bir yıkıcılığa doğru akma eğiliminde olduğunu saptayabiliriz.
Kapitalist ekonomi ise, merkezinde aşamadığı “kâr oranlarının azalma” eğiliminin olduğu ama başka birçok yapısal çıkmazlarından da ivme alan “yıkıcı” süreçler tarafından zorlanıyor. Bu duruma çare olarak devreye sokulan neo liberal uygulamalar, neredeyse bütün yeryüzünde hakimiyetini kurduğu günümüzde çözüm gücü olamamasıyla sahneden çıkmaya zorlanıyor.
Sermaye güçlerinin bilgisayardan cep telefonuna, oradan günümüzdeki yapay zekaya onca yeni icatlara rağmen, yatırımları yeniden çekici yapacak düzeyde kâr oranları yakalayamadığını, finansal balonları şişirmeye devam ettiğini görüyoruz. Zaten, ekolojik yıkımın ürettiği felaketlerin kapitalist anlamda, yani ihtiyaçların değil tüketim fetişizminin belirlediği bir üretim ve tüketimin tarzının sınırlarını gittikçe netleştirdiğini belirtmeliyiz. Diyelim ki kâr oranlarının azalmasına bir çare bulundu ve “yeni yatırımlar” için uygun ortam yaratıldı, oluşacak yeni yatırımlar fırtınasına yeryüzünün ekolojik dengeleri izin vermiyor ki!
Kapitalist ekonomi, içinde çırpındığı ve zaman artıkça çok daha fazlasıyla yüzleşeceği yapısal açmazlarıyla başa çıkabilmek için, esas olarak iyi bilinen daha yoğun emek ve daha az ücret baskısıyla işçi sınıfını daha çok sömürmek, işsizliği yeryüzündeki toplumsal yaşamı çürütecek düzeylere yükseltmek gibi dönüp kendi düzenini vuracak yollarda ilerliyor. Daha yoksul işçiler, daha çok işsizler ve üretilen mallar satılamadığı için realize edilemeyen kârlar!
Oluşan yoksulluk, işsizlik, ekolojik felaketler ve savaşlar, soyularak yoksullaştırılmış ülkelerden, o soygunun mimarı ve emperyalist metropollere doğru göçü kışkırtıyor. Yüz milyonlarca yoksul, artık yaşama şansının kalmadığı yerel coğrafyasından koparak daha rahat yaşayabileceğini umut ettiği yerlere doğru göç yolculuğuna çıkıyor.
Bizzat yolculuğun geçtiği ülkeler ve sonuçta ulaşılan ülkenin toplumsal ve siyasal dengeleri kendilerini dayatan milyonlarca yoksul tarafından zorlanıyor. Göçmenler umutlarını gerçekleştirip iyi bir yaşama kavuşmak isterken, yerliler zaten kapitalizmin güncel sorunları yüzünden zorlandıkları için yeni sorunlara çözüm gücü olmakta isteksiz oluyor. Egemenler aslında kendilerinin sorumlu olduğu bu durumdan faydalanarak yerlileri ve göçmenleri birbirine düşmanlaştırıp faşizme yol açacak ırkçı çatışmaları kışkırtıyorlar.
Kapitalizmin yeryüzünün en ücra köşelerine kadar uzanan ağının işleyişi “katı olan her şeyi buharlaştırıp”, var olan her şeyi piyasa ilişkilerinin rasyonellerine uyum gösterip dönüşerek, sermayenin büyüyebilmesinin sıradan dişlileri olup hiçleşmeye zorluyor.
Süreç, kadim tarihin uzantısı olarak günümüzde de kendisini gösteren komünal güçleri de coğrafyalarından ve geleneklerinden koparıp hiçleşmeye zorlayınca, bu alanda da bir dizi özgün direniş alanı sistem karşıtı yapıda harekete geçiyor. Latin Amerika’da yerliler, Afrika’da yerel komünal topluluklar, Orta Doğu’da ve güney Asya’da kadim komünal inançlar olarak kendilerini gösteren yerel topluluklar, geçmişin komünal ilişkilerinin güncel taşıyıcıları olarak, kendilerini hiçleştirerek tasfiye etmeye çalışan sermayenin somut-tarihsel hareketine karşı silahlı direnişlerden meşru toplumsal hareketlere uzanan bir alanda tepkiler gösteriyorlar.
İttifakın çözüm gücü
Başlıcalarını saydığımız ama zaman aktıkça yenilerinin ortaya çıkacağını netçe söyleyebileceğimiz bu sorunlar, yaşandıkları alanda üstlerine gerilim yüklenen toplumsal güçlerde sisteme karşı tepkiler yaratıp, güçlendiriyor. Kapitalizm, sadece tarihsel düşmanı işçi sınıfı tarafından değil, yaşanan sorunlara kendi alanlarından tepki gösteren başka birçok toplumsal güçler tarafından da zorlanıyor.
Doğa dostları, savaş karşıtları, kadınlar, göçmenler, yoksullar, işsizler ve komünal toplulukların günümüzdeki uzantıları kendi durdukları yerlerden kendi ihtiyaçlarını esas alarak sistem karşıtı mücadelelere yöneliyorlar. Bu durum, hepsi komünist olmayan sistem karşıtı heterojen toplumsal güçlerden oluşan bir anti-kapitalist alan nesnel potansiyelini yaratıyor.
Ancak, bu güçlerin hem kendi sorunlarını özgürce, kendi dilleri, mücadele biçimleri ve örgütleriyle ifade edecekleri, ama hem de ortak düşmana karşı ortaklaşarak güçlerini arttıracakları bir anti-kapitalist alanda toplanmaları kendiliğinden olmaz, oluşan nesnel potansiyelin fiilileşmesi gerekiyor. Sermaye güçlerinin tam tersi yönde, bu güçlerin birbirlerine karşı konumlanmaları için bütün imkanlarıyla davranacaklarından emin olmalıyız.
Anti-kapitalist bir “Alan”, katılımcı bütün güçlerin “kazanacağı” ucu açık bir “İttifak alanı” olarak bilinçlice inşa edilmelidir.
“İttifak” olgusu içinde olduğumuz dünya-tarihsel momentin yıkıcı güçleri açısından yüksek çözüm gücüne sahip bir yeni kapasite kazanmıştır. Nesnelliğin dayattığı “İttifak” olgusunu gerçekleştirme ya da gerçekleştirememe, sistem karşıtı güçlerin kaderini belirleyecektir.
Herkes bilir, devrimci parti olgusunun tarihsel ustası Lenin partiyi güçlendirmeye belirleyici önem verirken, hemen ardından “ittifak” olgusunun önemini vurgular. Günümüzün koşullarında “İttifak” daha da belirleyici bir ağırlık kazanmıştır.
Tarihindeki en güçlü dönemine ulaşan kapitalizm, söz konusuyla güçlenmeyle bir sarmaşık gibi bütünleşip bakışımlı olarak güçlenen içindeki yıkıcı yapısal dinamikleriyle yeryüzündeki yaşamı cehenneme doğru sürüklüyor. Direniş bütün toplumsal güçler açısından meşrudur, hayatidir ve birbirinden çok farklı kimliklere sahip toplumsal güçlerin direnişlerinin ortaklaşmasının anahtarı uygun yapıda kurulacak ittifak/ittifaklardır.
Sermayenin somut-tarihsel hareketinin günümüzdeki akışı, sermaye birikimini geçmişe göre çok daha hızlı ve yoğunlukta sağlama kapasitesine ulaşırken, toplumsal zamanın akışını da kendisine bağlı bir hıza sürüklemiştir. Var olan toplumsal ve siyasi mekanları hatta bir “mekan” olarak insanı da sürekli olarak parçalanma riskiyle yüzleştirip sürekli yeniden parçalayan hız, aynı zamanda sürekli içini boşaltıp yüzeyselleştirerek kendisine bağımlı hale soktuğu toplumsal yaşamı hiçleşmeye sürüklemektedir.
İttifak, sermayenin hiçleştirip felaketlere sürükleyen nesnel akışıyla parçalanan toplumsal güçlerin sigortasıdır.
Gelecek yazıda, yerel gelişmeler ışığında ittifak olgusuna değinip, başarısızlıkla sonuçlanan Emek ve Özgürlük ittifakından dersler çıkararak günümüze ve geleceğe “İttifak” merceğinden bakmaya çalışacağım.