Sadece AB’nin yolu değil Ortadoğu’nun demokrasi yolu da Amed’den geçiyor, İmralı’dan geçiyor. Stratejik Derinlik’ten, neo-Osmanlıcılıktan, neo-Turancılıktan, Kızıl Elmacılıktan değil Demokratik Konfederalizmden geçiyor
Ortadoğu denilince genel olarak iki büyük mesele akla gelir: Kürt sorunu ve Filistin sorunu. Her iki sorunun kendine göre karakteristik farklılıkları olsa da özünde ikisinin dayandığı yer Birinci Dünya Savaşı’nın ulus-devleti geliştiren Lozan Antlaşması’dır.
Lozan Antlaşması ile yeni devletler kuruldu. Bazıları “bağımsız” devletler olarak inşa edilirken bazıları da manda rejimi mantığı ile kuruldu. Bugünkü Filistin ve İsrail’in üzerinde inşa edildiği coğrafya İngilizlere bırakılmıştı. İngilizler, burada yerel halk kendi kendini yönetecek düzeye geldikten sonra geri çekilecekti. Ne var ki İngilizler henüz Birinci Dünya Savaşı tam sona ermemişken yayınladıkları Balfaour Deklerasyonu’nun gereği olarak İsrail devleti kuruluncaya kadar burada kaldı. (Balfour Deklarasyonu, Lloyd George’un başbakanlığındaki Britanyalı savaş kabinesinde dışişleri bakanı olan Arthur Balfour’un girişimiyle başlatılan ve sonuçta Filistin’de bir Yahudi devletinin -İsrail- kurulmasıyla sonuçlanan girişimdir. -1917-) İsrail devleti kurulunca da geri çekildi.
Kürt ulusunun kaderi de Lozan Antlaşması ile belirlenmek istendi. Lozan Antlaşması’ndan iki yıl önce İngilizler Kahire’de düzenledikleri konferansta (12-30 Mart 1921) Ortadoğu ve sömürgelerin durumunu değerlendirirken Kürtlerin ayrı devlet kurmaması kararına varıyorlar. Lozan Antlaşması ile de Kürdistan dört ayrı devlet arasında paylaştırılınca sorun bitmiş sayıldı. Oysa Kürt ulusu ne en doğal hakkı olan yurt hakkından ne de dil, kültür ve kendini yönetme, kendi kaderini belirme hakkından vazgeçti. Aynı biçimde yeni bir İsrail devleti kurulunca (1948) ne Yahudi sorunu çözüldü ne de Filistinliler en doğal haklarından vazgeçti. Yüz yıldan fazladır bu iki sorun hem Ortadoğu’yu hem de dünya siyasetinin gündeminde. Buradaki gelişmeler dünyadaki gelişmeleri etkilediği gibi dünyadaki gelişmeler de burayı etkiliyor. Dünya hegemonik güçlerinin bu sorunun taraflarına maddi ve ideolojik yaklaşımları sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. ABD’nin İsrail yanlısı tutumu, Rusya’nın Kürt sorununun çözümünde İran, Irak, Suriye, Türkiye yanlısı tutumu aynı şekilde NATO ve ABD’nin Türkiye’yi Kürt sorunu başta olmak üzere birçok konuda koruma ve destekleme politikası aslında sorunu daha da derinleştiren meseleler oluyor.
Her iki soruna da en kapsamlı çözüm geliştiren kişi PKK Lideri Sayın Abdullah Öcalan’dır. Hem Filistin-İsrail sorununun çözümünde hem de Kürt sorununun çözümünde geliştirdiği yerel demokratik özerklik, demokratik ulus ve genel demokratik konfederalizm modelleri Ortadoğu’nun demokratikleşmesi için kolay ve uygulanabilir çözüm perspektifi sunuyor. Ne var ki Ortadoğu’da çatışma ve çıkmazların bu kadar derinleştiği bir dönemde sayın Öcalan üzerinde ağır bir tecrit uygulanıyor. Bu projelerin sahibinin sesinin duyulması istenmiyor.
Sayın Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilme sürecinde en aktif rol oynayan aktör İsrail istihbarat örgütü MOSSAD’dı. Sayın Öcalan İsrail ve Filistin sorunu konusunda Yahudilerin varlıklarını koruma haklarına vurgu yaparak Siyonizmi eleştirmiş ve İsrail’in Filistinlilere yönelik saldırılarını da kabul etmemişti. Aynı biçimde Filistinli kimi örgütlerin Yahudi düşmanlığı temelli yaklaşımlarını da doğru bulmamış ve gerekli değerlendirmeleri yapmıştı. Kısacası sayın Öcalan’ın bu değerlendirmeleri siyonist İsrail’in hoşuna gitmediği için uluslararası komploda aktif bir rol oynadı. Sayın Öcalan’ın eleştirdiği yaklaşım ile sorunların çözülemeyeceği bugün daha net ortaya çıkıyor. Ne var ki soruna böylesi yaklaşım ne İsrail’in ne mezhepçi-dinci Filistinli grupların ne de hegemonik güçlerin hesabına gelmiyor. İsrail’in kendini koruma hakkı, işgal, gasp ve katliam olarak sonuçlanıyor. Benzer biçimde Filistinli dinci-mezhepçi örgütler de katliam ve vahşi uygulamalarla sorunu daha da derinleştiriyorlar.
Aynı biçimde Kürt sorunun çözümünde de sayın Öcalan demokratik yollarla sorunun çözülmesi için yoğun bir çaba içinde olmuştu. “Bir muhatap arıyorum” adlı kitabında sorunun demokratik yollarla çözülmesi için ne kadar yoğun bir çaba sarf ettiğini belirtiyor. Bu çabalar her seferinde ya baltalandı ya da karşılıksız kaldı. En son 2013’te başlayan çözüm sürecine Türkiye, Çöktürme Eylem Planı ile karşılık vermiş ve savaş kentlere yayılmıştı. Onlarca kent yerle bir edildi. Demokrasi zemini büyük bir darbe aldı. Türkiye Bakur Kürdistan’daki savaşı genişletmekle sınırlı kalmayıp Rojava ve Başur’a da müdahale etti. Birçok yeri fiili olarak işgal etmiş. Her ne kadar resmi olarak topraklarına katmamışsa da fiili olarak burada kurduğu kurumlar aracılığı ile ilhak politikasını devreye koymuş durumda. Kürtlerin yaşadığı yerlerde Kürtçeyi yasaklıyor, kendine göre yöneticiler atıyor. Buradaki yönetimler Türk yasalarına göre hareket ediyorlar. Buralardaki yöneticilere her türlü insanlık dışı uygulama, hak ihlali, çetevari pratiklere izin veriliyor. Çok bilinçli olarak insan kaçırma, işkence pratikleri açıkça yapılıyor. Böylece sorun daha da derinleştirilmiş bulunuyor.
Elbette bu yazıyı yazmamın amacı Kürt sorununu ve Filistin sorununu genişçe değerlendirmek değildir. Bugünlerde Gazze’nin durumu dünya gündeminde. Popüler olma ve gündem olmak gayet elverişli bir konu. Elverişli olduğu gibi temel sorunların perdelenmesi gibi bir işlev de görüyor. Özgür Özel’in son açıklaması da bu anlama gelen bir gelişmeydi. Onun için bu yazının amacı Türkiye’de iktidar olma ve demokrasiyi tesis etme iddiasında olan ana muhalefet partisi CHP’nin genel başkanı Özgür Özel’in yaptığı bir açıklamaya vurgu yapmaktı. Diyor ki kendisi “izin verilirse Gazze’ye gideceğim”. Filistin sorununun çözümü sanki Gazze’ye gidilince çözülecekmiş gibi. Peki Gazze’ye gittiğinde orada birisi Türkiye’de Kürt sorununun çözümünü sorarsa ne diyecek Özgür Özel? Filistin sorunu da dahil, Ortadoğu’nun demokrasi yolu nereden geçiyor diye sorulursa Özel ne cevap verecek acaba? Sorunların çözümünde bir muhatap var ve o muhatap da şimdi tecritte. Tecridin nedeni sorulursa Özel ne diyecek acaba?
Muhtemelen Özel’in de kendine göre vereceği cevaplar olabilir. Ancak gerçeği söylemeye, gerçeği savunmaya ne kadar hazır belli değil. Değişimi gerçekleştirme konusunda samimi mi yoksa o da diğerleri gibi hamaset mi yapacak? Daha önce birçok siyasetçi demokrasinin yolunun Amed’den geçtiğine dair vurgular yaptılar, ki tespit olarak doğru tespitlerdi. Ancak gereği yerine getirilmediği için sorun çözülmek yerine daha da derinleşti. Ne diyordu öncekiler:
“AB üyeliğimize giden yolun Diyarbakır’dan geçtiğine inanıyorum.”(Mesut Yılmaz)
“Şuna kesinlikle inanıyorum. Bu ülkeye demokrasi gelecekse, herkes kimliği ve inancından ötürü ötekileştirilmeyecekse bunun yolu Diyarbakır’dan geçer.” (Kemal Kılıçdaroğlu)
“Kürt sorunu benim sorunumdur.” (RT Erdoğan)
Peki Özgür Özel ne diyor? “Gazze’ye gideceğim” diyor. Yanı başında Ortadoğu’daki genel gelişmelere etki eden devasa bir sorun dururken yönünü Gazze’ye vermesi inandırıcılığını ve samimiyetini de sorguluyor. Elbette Filistin halkının haklı mücadelesinin yanında durmak gerek. Fakat demokrasi ve özgürlük deyip dibindeki bir halkın varlık sorununu görmeden hiçbir yere demokrasi götürülemez. Son bir aydır neredeyse günlük olarak Kürtler şarkı söyledikleri ve halay çektikleri için linç ediliyor ve cezaevine atılıyor. Bir trafik işaretinin bile Kürtçe yazılmasına tahammül edemeyen bir zihniyete karşı bir şey demeyip “Gazze’ye gidecem” demek hamasetten öteye hiçbir anlam ifade etmez. Özgür Özel Türkiye’nin Filistin-İsrail meselesinde neden artık kaale alınmadığından da sonuç çıkarmamış demek ki. Erdoğan’ın neden Saddam’a benzetildiğini, İsrailli yetkililerin neden “Erdoğan’dan ahlak dersi alacak değiliz” dediklerinden de ders çıkarmamış olacak ki aynı yoldan ilerliyor.
Birileri “demokrasinin yolu Diyarbakır’dan geçer” derken hamasi söylem olarak kullanmış olabilirler. Ancak bu söylem aynı zamanda bir hakikati ifade ediyor. Türkiye’nin ekonomisinin, sosyal yapısının, demokrasi ve özgürlüklerin gasp edilmesinin ilk mekanı Amed’dir. Eğer Türkiye’de gerçekten demokrasinin gelişmesi isteniyorsa önce Amed’in iradesinin tanınması gerekiyor. Dêrsim’in Dêrsim olarak, Amed’in Amed olarak kabul edilmesi gerekir. Gazze’ye gitmeden önce Amed’in yolunu öğrenmek gerekir. Şam’a (Beşar Esad’a) gitmeden önce Kobanê’yi bilmek gerekir. Gazze’nin yolu önce Amed sonra da Kobanê’den geçiyor. Bunlar gerçekten bilinmiyorsa, ayıp değil, sorup öğrenmek gerekir. Boşuna sora sora Bağdat bulunur dememişler. Tabii eğer gerçekten bilinmek isteniyorsa.
Sadece AB’nin yolu değil Ortadoğu’nun demokrasi yolu da Amed’den geçiyor, İmralı’dan geçiyor. Stratejik Derinlik’ten, neo-Osmanlıcılıktan, neo-Turancılıktan, Kızıl Elmacılıktan değil Demokratik Konfederalizmden geçiyor.