Aslında hiçbir şey yeni değil. On yıllardır sürekliliği olan bir saldırı silsilesinin belki de son etaplarındayız. Gerçi her konuda olduğu gibi işçi ve emekçilere saldırıda da son nokta diye bir şey yoktur. Olmadığı gibi her şey saldırı planlarını yapan egemenlerin hesapladığı gibi gitmez. O çok korktukları toplumsal patlama dinamikleri hiç beklemedikleri anda, beklemedikleri biçimde karşılarına çıkarak tüm hesapları altüst edebilir. Ama son bir haftada basına yansıyan iki konu, onlarca yıllık devamlılığı olan bir saldırı silsilesinin son etaplarından birinde olduğumuzun ifadesi gibi. Bunlardan biri doğrudan emek rejimine ilişkin, diğeri de tarımsal üretime…
Emek rejimine yönelik olarak neyi planladıklarını basına epey bir süslenerek parça bölük yansıtılan bilgilerden anlıyoruz. O plan, geçtiğimiz günlerde Beştepe’de Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın başkanlığında yapılan Yatırım Ortamını İyileştirme Kurulu’nun (YOİKK) toplantısında temel çizgileriyle oluştu. YOİKK deyip geçmeyin… Bu kurul, patronların iktidara “beklentilerini” doğrudan ilettikleri yani devletin temsil ettiği sınıfın çıkar ve “beklentilerinin” bekçisi-uygulayıcısı olması işlevinin billurlaştığı bir kurul. İçinde TOBB, TİM, TÜSİAD, YASED, MÜSİAD, DEİK’e kadar tüm patron örgütleri var. Yılmaz başkanlığındaki toplantıda onlar “beklentilerini” dikte ettiler bir kez daha. Dikte edilen o “beklentiler” Ahlat Sarayı’nda yapılan son kabine toplantısının da temel gündemiydi.
Aslında patronlar, Yılmaz başkanlığındaki toplantıdan aylar önce de aynı “beklentilerini” ifade etmişlerdi. Ama belli ki zamanın harcanmasına tahammülleri yok, hızlanmasını istiyorlar. Çünkü yıllardır zaten uygulanan ama bazı kritik boyutlarıyla yasal bir kimlik kazanmaları zamana bırakılan emeğin tamamen esnekleştirilmesi, güvencesizleştirilip kuralsızlaştırılması saldırısında son etapların tamamlanmasının hızlanmasını istiyorlar.
Ama bunu kitlelere nasıl anlatacaklar? O işin mıntıka temizliğini üstlenen havuz medyası toplantının bilerek sızdırıldığı anlaşılan bazı gündemlerini allayıp pullayarak sayfalarına taşıdı. Yıllardır dillerinden eksik etmedikleri “güvenceli esneklik” denilen o model yepyeni bir şeymiş gibi sunuldu. “İş saatleri kısalıyor”, “Haftada 40 saatlik çalışma geliyor” yaygarası eşliğinde dizginsiz sömürü “yeni nesil çalışma”, “Bilgisayar başındaki gençlik çalışma hayatına kazandırılacak”, “iş-yaşam dengesi” gibi ambalajlarla propaganda edilmeye devam ediyor.
Hoş, Yılmaz toplantıya dair verdiği “Uzaktan, kısmi ve geçici süreli çalışma ile platform çalışması gibi yeni nesil esnek çalışma modellerine dair mevzuat değişikliği ihtiyaçlarının iş dünyası gerçekleri ve iş yaşam dengesi gözetilerek belirlenmesi kararı alındı” mesajıyla işin özünü ifşa etmiş oldu. “İş dünyası gerçekleri” ve “iş yaşam dengesi” burada kilit kavramlardı. Son derece sınıfsal, son derece “esnek”, son derece cinsiyet temelli!..
Bunların hiçbiri yeni değil, yeni olan yıllardır fiilen uygulanan ama yasal bir çerçeve kazanmamış olan sömürü biçimlerine yasal bir çerçeve kazandırmak. Murat da belli: Uluslararası sermayenin yasal çerçeveye bakarak buralara hücum etmesi! Çünkü bunların tam bir yasal güvenceye kazandırılması demek kıdem tazminatından sosyal güvenlik sistemine kadar alışılmış tüm tarihsel kazanımların kökünü kazımakta daha büyük bir hamle yapmak demek. Emeğin pula dönmesi, emek gücünün hücrelerine kadar en güvencesiz biçimlerle kapitalist üretimin hizmetine sokulması demek.
Kadınlar, “ev iş dengesi” kurularak o çarkın parçası edilecek. MESEM’ler üzerinden liseliler ya da “zanaat kursları” üzerinden orta öğrenim öğrencilerinin kapitalist sömürü çarkının parçası haline getirilmesine; “Bilgisayar başındaki gençlik iş yaşamına kazandırılacak” denilerek atıl görülen ya da üniversiteye devam eden gençler de kitlesel biçimde eklenecek. 1 ay burada, 5 ay başka yerde çalışmak anlamına gelen “geçici süreli anlaşma” ama geleceğe dair hiçbir güvencenin olmadığı, çalışmanın “belirli süreli” hale getirildiği, o “belirli sürenin” de patronların keyfine bırakıldığı bir sömürü cehennemi yaratılmasının son etapları tamamlanmak isteniyor kısaca.
Geçen haftanın diğer önemli başlığı da artan girdi maliyetleriyle üretemez hale getirilen küçük köylülüğün tamamen çökertilmesi anlamına gelen yönetmelik oldu. Biliyoruz ki küçük toprak sahipliğinin baskın olduğu bir coğrafya burası. Tarım ve gıda tekelleri toprağın merkezileştirilmesi sorununu yıllar önce sözleşmeli çiftçilik uygulamasıyla aşmaya çalışmıştı. Tohumundan gübresine, ilacına kadar köylüler bu tekellerin ipoteklisi haline gelmişti. Toprağı olan ama fiilen bu tekeller için üreten işçiler… Bu modele Dünya Bankası ve IMF’nin “gelir desteği” modeliyle üretim yapılmasını fiilen ortadan kaldıran uygulamaları eşlik etti. Bu uygulamalarla 30 milyon dönüm arazi tarımsal üretimin dışına çıkarıldı, 3 buçuk milyon köylü tarımdan koptu.
Çiftçilerin hemen tüm tarımsal üretim bölgelerinde yüksek maliyetleri, adil olmayan taban fiyat uygulamalarını, şirketlerin insafına bırakılmış olmalarını protesto ettikleri bir dönemde Tarım Bakanlığı, nispet edercesine “Üretemiyorsan çekil, devlet toprağını kiraya versin” anlamına gelen bir yönetmelik çıkardı. Bu yönetmeliğin yaklaşık 2 milyon hektarlık bir tarımsal araziyi kapsadığı belirtiliyor. 2 yıl üst üste ekilemeyen tarlayı devlet büyük olasılıkla tekellere ya da parası-pulu olan kişilere-adreslere kiralayacak. Belli ki toprağını işleyemez hale gelen köylüler de onların işçisi olacak!
Birçok konunun muğlak olduğu anlaşılan yönetmeliğin, tarımsal üretimin ve toprağın merkezileşmesinde atılan yeni bir stratejik adım olduğu anlaşılıyor.
Tüm bunlar olurken çiftçiler, işçiler, TOKİ mağdurları, doğa talanına karşı köylüler ayakta. Karadeniz’den Eskişehir’e, Şırnak’taki Cehennem Deresi’nden Dersim’deki Tağar Çayı’na kadar hemen her yerde yağma ve talan planları hayata geçiriliyor. Toplumsal nabız yükseldikçe onun aklını-ruhunu çelecek, bu saldırı dalgasına karşı rotasını şaşırtacak karşı hamleler, özellikle de ırkçı gericilik kaşındıkça kaşınıyor. Sosyal medya çukurundan başlayan bu hazırlığın nerede hangi biçimlerle karşımıza çıkacağını bilemiyoruz ama korkunç biçimlerle çıkacağı kesin.
Her şeye hazırlıklı olunması gereken günlerden geçiyoruz kısacası… Dünyada da burada da…