Hemen hemen herkes aynı şeyi söylüyor: Faşist iktidar sınır tanımıyor. Doğrusu, yaşananlar böyle bir ifadeyi de çok hafif kılıyor, karşılamıyor. İşte! son yapılan saldırıda gazeteci arkadaşlarımız Gülistan Tara ve Hêro Bahadîn şehit düştü. Onlarla birlikte hareket eden 6 özgür basın üyesi yaralandı. Açık ki, Gulistan ve Hêro sadece gazetecilik yaptıkları, Türk devletinin -günübirlik olarak- Başur Kürdistan’a dönük işlediği savaş suçlarını teşhir ettikleri, hakikatin sesi oldukları için hedef oldular. Jin, Jiyan, Azadî dedikleri, bu uğurda söz söyledikleri, eylemde bulundukları için hedef oldular. Bu net.
AKP-MHP faşist iktidarının bu saldırıları yeni değil. Daha bir ay olmadı, Şengal’de Çıra Tv üyelerinin saldırıya uğraması. Kuzey ve Doğu Suriye’den her gün benzer haberler geliyor. Yine Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de özgür basın üyelerine yönelik aralıksız saldırılar sürüyor. Gün geçmiyor ki, bir gazeteci baskı ve zorla yüz yüze gelmesin, gözaltına alınmasın, tutuklanmasın. Gazetecileri koruma örgütlerinin verilerine bakılırsa bir gazeteci hapishanesinden söz edildiği rahatlıkla anlaşılır. Hali hazırda, Türkiye’deki cezaevlerinde yüzlerce gazeteci bulunuyor. İktidara muhalefet etmek baskı ve işkenceyi göze almak, yaşamını sürdüremez hale gelmek ile eş anlamlı.
Hakeza, Avrupa’daki özgür basın kurumlarına dönük TC’nin teşviki- yönlendirmesiyle gerçekleşen baskılar, son dönemlerde oldukça artmış bulunuyor. Neredeyse ilgili ülke kolluk gücünün baskı uygulamadığı kurum kalmamış gibidir. Nerede bir özgür basın kurumu varsa, orası hedeflenmekte, fiziki, psikolojik, hukuki saldırılar ile bu kurumların iş yapamaz hale gelmesi sağlanmak isteniyor. Kendi hukukunu dahi ayaklar altına alan bir durum söz konusudur. Tam da Benjamin’in ‘Yasa kurucu güç, baştan itibaren hukuka şiddeti içkin kılar’ felsefesi yürürlüktedir. Devletler arasında çıkarlar esastır, diğerlerinin tümü lafıgüzaftır. Mesela! Sırf TC ile ilişkilerden dolayı, süreli yayıncılığın doğuşuna kaynaklık eden Hollanda’da bugün- Serdar Karakoç örneğinde olduğu gibi- gazeteciler saldırıya uğramakta, hukuk kılıf yapılarak hedef haline getirilmektedir.
Gerçekler ortaya çıkmasın, hakikat görülmesin diye mevcut TC yönetiminin bu saldırıları organize ettiği, bunun için tüm imkanlarını seferber ettiği aşikâr. Demek ki, onca çaba, 8 yıllık işkence ve soykırım rejimi, çöktürme eylem planı ve daha nicesi işe yaramadı. Ülke içinde yaratılan sıkıyönetim rejimine rağmen, basın ve medya araçlarını tümüyle kontrole alıp halkı tek yanlı enforme etme girişimlerine rağmen istenen sonuç alınamadı. Kürt halkı susturulamadı, çokça arzu edilmesine rağmen yedeklenemedi.
Halbuki, bu uğurda yapılmayan yapılmış, başvurulmayan yol yöntem kalmamıştı. Öyle ki, Hitler’in propaganda bakanının yaptıkları ile iktidarın yapıp ettikleri çok fazla kıyaslanmış ve ‘bunlar Goebbels’e rahmet okutur’ sözleri söylenir olmuştur.
Mevcut durumda, Türkiye’de bırakalım özgür basın faaliyeti yürütmeyi, sokakta iktidar aleyhine söz söylemek dahi tutuklanmak için kâfi. Güya, iktidar muhalifi olduğunu söyleyen sistem içi muhalefetin kontrolündeki basın yayın organları bile deyim yerindeyse ‘ayağını yorganına göre uzatır’ durumdadır. Bilmeyenler, son seçimlerden muhalefet değil de iktidar partileri galip gelmiş sanabilir. Sözün kısası, her haliyle zapturapt altına alınmış bir medya söz konusudur. Fakat görülüyor ki, bu vaziyet de iktidara yetmiyor. Bir türlü istenen sükûnet sağlanamıyor. Stefan Zweig’in o meşhur sözü adeta gerçek oluyor: “Ama gerçek ne zaman güç kullanarak bastırılmak istense kendisini savunmasını bilir. Gündüzün aydınlığında susturulursa, gecenin sessizliğinde konuşur.”
Neticede, gerçekler korkutmaya, özgür basın emekçileri iktidarın yalanlarını yüzüne vurmaya ve bu sayede ‘kral çıplak’ demeye devam ediyor. Bundandır ki, özgür basına dönük saldırılar sürüyor, adeta bir mezar sessizliği yaratmak istercesine baskı ve zor arttırılıyor. Muhalif tek ses çıkmasın diye büyük uğraş veriliyor. İşte, Bakur, Başur, Rojava ve Avrupa’da gelişen saldırılar bu minvalde gerçekleşiyor.
Hiç kuşku yok ki, faşist iktidar bu saldırılar ile özgür basına geri adım attırmak istiyor. Gülistan’ın, Hêro’nun ardılları, Rosida’nın, Seyid’in ardılları, Şarıstan’ın, Karwan’ın ardılları geri adım atsın istiyor. Fakat idrak etmiş değil ki, bu gelenek Mazlum Doğanlara, Gurbetelli Ersözlere dayanıyor, Musa Anterlerden güç alıyor, Kasımların, Dozdarların, Denizlerin, Nujiyanların silahını kuşanıyor. Dolayısıyla, bırakalım geri adım atmayı mücadelenin en önünde yürüyor, düşmana ilk darbeyi o vuruyor. Sadece gelişen saldırılar karşısında bir savunma seti olmuyor, aynı zamanda ve daha fazla yeni toplumsal inşaya öncülük ediyor. Özgür bir geleceği örgütlüyor. Mazlum gibi, Gurbet gibi.