Bir tarihçi, bir tarih profesörü, bir Türk tarihi profesörü şimdiki İran’ın Huzistan eyaleti sınırları içerisinde kalan Ahfaz bölgesinden ve bu bölgede yaşayan etnik gruplardan bahsediyor. Muhtemelen bir panelden ya da seminerden sosyal medyaya düşen bir videoda anlatıyor meseleyi profesör. Ve muhtemelen bu videonun çekildiğinden haberdar değil ya da sosyal medyada paylaşılacağını düşünmüyor. Çünkü söylediği şeyler, adamı işinden etmese bile bir tenzili rütbeye uğramasına, en azından okkalı bir fırça yemesine yol açacak şeyler. Adam ciddi bir pot kırıyor. Aslında pot kırmıyor, bilim adına yenen herzelerden söz ediyor, nasıl bir manipülasyon yapıldığını itiraf ediyor ki bu da resmi tarih açısından kabul edilebilir, yenilir yutulur bir şey değil. Bu işin şakası da olmaz. Zira resmi tarih şaka kaldırır bir şey değildir, çok ciddi bir iştir. Resmi tarih yazımı hassasiyetle, büyük bir özenle, ciddi bir emek sarf edilerek, masraf edilerek yapılan bir iştir. Resmi tarih çökerse, müesses nizam çöker.
Profesör latife olsun, kendisini dinleyenler biraz gülsün diye anlatıyor meseleyi ve belli ki itiraf ettiği şeyin böyle yayılabileceğini de hiç hesaba katmamış. Ahfaz bölgesinde yaşayan halklardan bahsederken bu bölgede Kürtlerin de yaşadığından söz ediyor. Abbasiler dönemi onuncu yüzyıl, söz edilen tarih. On dördüncü yüzyılın başlarında yaşamış Suriyeli Hadisçi, tefsirci ve tarihçi İbn-i Kesiri’nin kitabından okuduğu bilgileri paylaşıyor tarih profesörü. Ahfaz’ın doğusunda İran Safevi devletinin himayesinde özerk Kürt beyliklerinin bulunduğunu anlatıyor bu kitap. İşte tam da meselenin püf noktası burada başlıyor. Tarih profesörümüzü meseleyi anlatırken kahkahalara boğan şey de burada cereyan eden hadise. İbn-i Kesiri’nin Arapça yazılmış eserinin Türkçe tercümesinde Kürtlerin hiç adı geçmiyor. Profesörümüz bunu çok komik buluyor. Daha da komiği ve profesörü daha da güldüren husus ise Arapça orijinalindeki Kürt sözcüklerinin yerine Türk sözcüklerinin geçirilivermiş olması. Yani buradaki özerk Kürt beylikleri özerk Türk beylikleri oluvermiş. Peki bu gerçekten komik bir şey mi? Kendisinin de dahil olduğu akademiyanın hırsızlığına ve yalancılığına itiraz edeceğine, bundan utanç duyacağına, bunu gülünesi, eğlenilesi bir muziplik gibi anlatıyor. İfşa ettiğinin adi bir hırsızlık, derin bir arsızlık, hayasızlık, edepsizlik, yağmacılık olduğunun farkında değil mi dersiniz? Hayır Türk akademiyasında hırsızlık, yalancılık, sahtekarlık o kadar vaka-i adiyeden ki bu ağır utanç duyulacak suçu gülerek, eğlenerek, komşu bahçesinden erik çalmış masum çocuk derekesine indirerek anlatıyor.
Bu yüzdendir ki uluslararası bilim çevreleri Türk bilim insanlarının tezlerine kıymet vermezler, dikkate almazlar, referans göstermezler. Geldiklerinde kendilerine ev sahipliği yapan ve binlerce yıldır burada yaşayan bir halkın, Kürt halkınınım adını tarih kitaplarından silerek bu halkı yok sayarak tarihten silebilecekleri gafletine düşmekten bir an için olsun vazgeçmiyorlar. Oysa dünya artık çok küçük. Bilgi çok kolay erişilebilir. Ufak bir araştırmayla İbn-i Kesiri’nin orijinal eserine ulaşmak ve Türkçeye çevrilirken yapılan sahtekarlığı tespit etmek çok kolay. Bütün dünya Kürtleri, Kürtlerin tarihini, Kürtlerin kültürünü, sanatını, folklorunu biliyor. Bunlarla ilgili ciltler dolusu kaynak dünya kütüphanelerinde var. Bu kütüphanelere ulaşıp, bu kitaplardan da Kürtlerin ismini cismini sildirebilecekleri bir kudretleri yok, olsa büyük bedeller ödeme pahasına bunu yaparlardı. Ama herkes onlar gibi değil elbette, bilimin namusunu savunacak çokça bilim insanı var şükürler olsun ki. Bu yapılan, insanın aklına her seferinde George Orwell’in 1984 romanında geçmişi silme dairesinin yaptıklarını getirtiyor. Bu dairenin görevi, geçmişi değiştirmek, egemen sistemin var olmasını istemediği bir gerçeği, bir olayı, bir kişiyi tarihten silmek ve hiç olmamış olmasını sağlamak. Müesses nizam en az bir yüzyıldır Kürtleri, Kürt oldukları için bir yandan katlederken bir yandan da onların geçmişini silmeye onları hiç yaşamamış, hiç var olmamış kılmaya çalışıyor. Peki gece yarıları yaya geçitlerinden devletin kaçak göçek elleriyle yaya geçitlerinden Kürtçe yazıları silmeye ne demeli. Kafa ırkçı olununca düşülen trajikomiklik hep aynı oluyor. Peki mümkün mü böylesi direnen bir halkı tarihten silmek? Gerçek tarih yazıcıları direnenlerdir, direnenler bunu çok iyi bilir. Direnenlerin tarihi canlı tarihtir, silinmek istenen geçmişi alır bugüne taşır, bugünde yaşatır. Resmi tarih yazıcılarının da payına hırsızlığın ve sahtekarlığın utancı kalır.