Görüldüğü gibi Türkiye’nin sosyal güvenlik sisteminde aktif/pasif dengesinin bozuk olmasının temel sebebi ne nüfus artış oranlarının düşmesi ne de emekli sayısının fazla ya da emekli aylıklarının yüksek olmasıdır. Sorunun temel nedeni işgücüne katılımın ve istihdamın düşük, işsizliğin yüksek olmasıdır
Geçen hafta bu köşede, AKP’nin önümüzdeki yasama döneminde “sosyal güvenlik sistemini yeniden yapılandırılma” adı altında kamu emeklilik sistemini tasfiye etmeye hazırlandığını, buna gerekçe olarak da -emeklilik sistemine kaynak sağlayan çalışanlar (aktif) ile sistemden aylık alanlar (pasif) arasındaki dengeyi ifade eden- “aktüreyal denge”nin bozulmasını öne sürdüğünü belirtmiştik. Bunun yanı sıra AKP hükümetinin “denge”nin bozulmasını, nüfus artış hızının azalmasına ve yaşlanan nüfusta emekli sayısının artmasına bağladığına; çözüm önerisinin ise emeklilik yaşının yükseltilmesi ve sosyal güvenlik sisteminin özelleştirilerek “pasif” tarafı; çok çocuk yapılmasını telkin ederek de “aktif” tarafı düzenlemekten ibaret olduğuna değinmiştik.
Hükümetin bu yaklaşımı karşısında biz de yazımızda “aktüeryal denge”sorununun iddia edildiği gibi “pasif” tarafta yani emekli aylığı alanlardan değil, emeklilik sistemine kaynak sağlayan çalışanlardan yani “aktif” taraftan kaynaklandığını söylemiştik.
Bu hafta geçen haftaki yazıya devamla “aktüeryal denge”nin “aktif” kısmından kaynaklanan sorunları, TÜİK’in hafta içinde yayımladığı işgücü piyasasına ilişkin verileri de dikkate alarak, değerlendireceğiz. Ama önce Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Mayıs 2024 istatistiklerine dayanarak SGK’nın aktif/pasif durumuna ilişkin bilgileri paylaşalım:
SGK kapsamında “aktif” durumda olup, sisteme prim ödeyen sigortalı sayısı 25 milyon 570 bin’dir. Bunların 16 milyon 771 bin’i 4/a kapsamındaki işçiler; 2 milyon 916 bin’i 4/b kapsamındaki kendi hesabına çalışanlar (Bağ-Kur’lular); 3 milyon 641 bin’i 4/c kapsamındaki devlet memurları; geri kalanı ise çırak, stajyer, isteğe bağlı sigortalılar vs’dir. SGK kapsamında “pasif” durumda olup, sistemden aylık veya gelir alanlar ise 16 milyon 346 bin kişidir. Bunlardan 11 milyon 755 bin’i yaşlılık (emekli) aylığı alanlar iken geri kalanı ölüm, malüllük, iş göremezlik vb nedenlerle aylık ve gelir alanlardır.
Bu veriler doğrultusunda aktif/pasif oranı 1.65’dir. Sosyal güvenlik sisteminin Türkiye’de olduğu gibi liberal bir işleyişe sahip olduğu yani emekçilerin ödedikleri primlerle finanse edildiği ülkelerde bu oran 2.5’e kadar yükselmektedir (İdeal oranın 4 olduğunu savunanlar da vardır.). Liberal olan sosyal güvenlik modelimizin “daha sosyal” olup olamayacağı meselesini ayrıca tartışılması gereken bir konu olarak -şimdilik- kenara bırakırsak, mevcut sistemde bir “denge” sorunu olduğu söylenebilir. Bu sorunun nereden kaynaklandığını görebilmek için TÜİK’in geçtiğimiz Pazartesi günü yayımladığı Haziran 2024 verilerine bakmak yeterli olacaktır.
Buna göre Türkiye’de çalışma çağı nüfus (15-64 yaş) 65 milyon 906 bin kişidir. Bunların yüzde 54,4’ü yani 35 milyon 827 bin kişi bir işte çalışma iradesi görerek işgücüne katılırken; çalışma çağında olanların sadece yüzde 49,3’ünü oluşturan 32 milyon 522 bin kişi bir işte istihdam edilmektedir. İşgücüne katılanların yüzde 9,2’sine karşılık gelen 3 milyon 305 bin kişi aradığı halde iş bulamazken; “zamana bağlı eksik istihdam, çalışma potansiyeli olduğu halde işgücüne katılmayan ve işsizlerden oluşan” geniş tanımlı işsizlik oranı ise yüzde 29,2’dir.
Türkiye, 54,4’lük işgücüne katılma oranı ile OECD ülkeleri içinde en son sıralarda yer alırken (OECD ortalaması yüzde 61’dir.), yüzde 49,3’lük istihdam oranıyla sonuncu sıradadır (OECD ortalaması yüzde 70’in üzerindedir). İşsizlik oranı bakımından da yüzde 9,2 ile Türkiye, OECD ülkeleri içinde en kötü durumda olan ülkeler arasındadır (OECD ortalaması yüzde 6 civarı iken ILO’nun 2024 için küresel işsizlik öngörüsü yüzde 4,9’dur.).
Görüldüğü gibi Türkiye’nin sosyal güvenlik sisteminde aktif/pasif dengesinin bozuk olmasının temel sebebi ne nüfus artış oranlarının düşmesi ne de emekli sayısının fazla ya da emekli aylıklarının yüksek olmasıdır. Sorunun temel nedeni işgücüne katılımın ve istihdamın düşük, işsizliğin yüksek olmasıdır. İşgücüne katılım, istihdam ve işsizlik oranları OECD ortalamasında olması ve yanı sıra yüzde 25’leri bulan kayıtdışı istihdamdakilerin sosyal güvenlik sistemi içine dahil edilmesi halinde denge, “ideal” seviyeye gelecektir.
Kaldı ki ücretli çalışanların yarıya yakının ücretini ve sigorta primini belirleyen asgari ücretin açlık sınırının altından -hiç olmazsa- yoksulluk sınırına kadar yükseltilmesi; işverenlerin işçiden kestiği ama devletin işverenden toplamadığı sigorta primlerinin sosyal güvenlik sistemine aktarılması ve sosyal güvenlik havuzunda toplanan paraların rasyonel değerlendirilmesi gibi emekçilerin haklarını ihlal eden tercihlere son verilmesi sistemi ihya etmeye yetecek, emeklilik sistemi nesiller boyunca emeklilerin refahını koruyarak sürdürülebilecektir.
Sosyal güvenlik sisteminde dengeyi sağlamak için bir üst paragrafta yaptığımız öneriler, Türkiye’deki mevcut yasaların ihlal edilerek emekçilerin varolan haklarının verilmemesinden ibarettir. İşgücüne katılımın, istihdamın ve işsizliğin OECD ortalamalarına nasıl getirilebileceği konusu ise iktidarın benimsediği ekonomik program çerçevesinde uygulayacağı politikalara bağlıdır. Bu politikaların neler olabileceğinin ayrıntılarını bir başka yazıya bırakıp, şimdilik şu kadarını söyleyelim: Yatırım iklimini sağlamak için ülkeyi emeğin, doğanın sınırsız sömürüsüne açan, sömürünün üzerini örtmek için halkları birbirine düşmanlaştıran, eğitimde “dindar ve kindar nesiller” yetiştirmeyi amaç edinmiş bir anlayışa son verildiği; üretimin insanın, doğanın ve toplumun varlığı gözetilerek yapıldığı koşullarda bunu sağlamak mümkün olacaktır.
“Aktüeryal denge” masalı, ülkeyi bilimden, akıldan, gerçeklerden uzaklaştıran, çoraklaştıran hurafelerden biridir. 22 yıldır toplumun genel çıkarlarını sermayenin ve kendi siyasi varlığının bekâsı için çiğnemiş bir iktidarın böylesi hurafelerle egemenliğini sürdürmeye çalışmasını anlamak mümkündür. Ancak böyle bir iktidar karşısında bu hurafeleri çürütecek, alternatif politikalar ortaya koyacak bir muhalefetin olmayışını anlamak mümkün değildir!