Gazetemizin yazarı Hüseyin Aykol’un kaleme aldığı ‘Özgür Basın Tarihi’ kitabı Aram Yayınları tarafından çıktı. Aykol kitabı için ‘Çok büyük bir yürüyüşün dile getirilişidir’ dedi
Gazetemizin yazarı Hüseyin Aykol’un “Özgür Basın Tarihi” adlı kitabı Aram Yayınevi’nden çıktı. Aykol’un Kürt basınının dünden bugüne geçirdiği aşamaları detaylarıyla anlattığı “Özgür Basın Tarihi” adlı kitabı tarihi belge niteliği de taşıyor. Aykol, sayısız kez kurumları kapatılan, sansürlenen, bombalanan, dağıtımcıları, muhabirleri ve yazarları öldürülen, birçok çalışanı cezaevine giren, sürgün yollarına düşen bir basın geleneğinin hikayesini yazdı.
Aykol kendisinin ve binlerce arkadaşının içinde yer aldığı hikâyeyi anlattı.
Aram Yayınevi’nden çıkan kitabınız, birçok kesim tarafından sanal medya platformlarında paylaşıldı. Kitap okunmadan bu kadar paylaşılması ve kitaptan övgü ile bahsedilmesini nasıl karşıladınız?
‘Hüseyin Aykol bir kitap yazmış’ diye değil bence. Kitabı paylaşanlar, Özgür Basın’ın tarihini bilen insanlardır. Bunun bir kitap haline gelmesi, belgelenmesi anlamında bence sevinçle karşıladılar. Yoksa o kitapta yazılanları neredeyse satır satır bilenler var, yaşayanlar var. Yine o kitabı yazanlar var. O bakımdan ben ona şaşırmadım. Ama bundan sonra, kitabı sahiplenme anlamında, birbirimizle paylaşma anlamında ve hatta kitabı büyütme anlamında buna iletişime devam etmemiz lazım. Hep birlikte.
Siz de kitabı, ‘Bu kitabı ben değil, üç bin gazeteci arkadaşım yazdı; hem de canları pahasına…’ notu ile paylaştınız. Bir kitabın nasıl üç bin yazarı olur ve kimdir bu üç bin kişi?
Geçenlerde iki imzalı bir roman çıkmıştı. Ve heyecan da yaratmıştı; iki kişi nasıl yazar diye. Bizim kitabımız ise üç bin yazarlı. Tabii ironik olarak böyle söylüyorum. Bu kitap, bir basın tarihi ve gerçekten çok büyük bir ‘roman’ adeta ve aynı zamanda çok büyük bir yürüyüşün dile getirilişi. Biz 1990’ların başında Özgür Basın’ı kurduk ve o günden bugüne 34 yılımız bitti. 3-4 aydır 35. yılımızdayız. 35 yıl önce biz Türkiye’de gazeteler çıkarmaya başladık. Sonra bunlar ajanslar oldu, televizyonlar oldu… Bu anlamda tam 35 yıldır hep birlikte yaptık. Birlikte teşkilatlandık, büyüttük. Bugüne kadar üç bin arkadaş ile çalıştık ve hâlâ da yüzlerce gazeteci arkadaşla birlikte çalışıyoruz.
En akılda kalan durum bana göre Özgür Ülke Gazetesi’nin bombalanmasından sonra gazetenin yayınına hiç ara vermemeniz ve attığınız ‘Bu ateş sizi de yakar’ manşeti, böylesi bir motivasyonunuzun kaynağı nedir, diye sormak istiyorum. Diğer bir sorum ise Özgür Basın çalışanları hiç korkmuyor mu?
Biz, Halk Gerçeği gazetesi ile 1990 yılında başladık. Halk Gerçeği; altı ayrı siyasetin bir araya gelip Türkiye’de legal bir gazete çıkarmak şeklinde ilk adımdı. İyi de yankı yaptı. Ancak hemen engellendik. Hakkımızda davalar açıldı, gazetemiz kapatıldı. Biz yine açtık. Matbaalar korktular ve basmaktan çekindiler. Ona rağmen devam ettik. Yeni Ülke’de tirajımız haftalık olarak 50 bine ulaştı. Ancak zorlanıyorduk. Haftalık gazete çıkartma yetersiz olunca, Özgür Gündem gazetesi ile günlük gazete çıkarmaya başladık. Bu anlamıyla aslında Kürt halkına ve birlikte mücadele ettiği halkların bir ortak mücadele alanı ve muazzam zorlu mücadelenin sesi olduk. Söz konusu siyasi örgütlenmelerin bir araya geldiği yer olduk. Devlet, Kürtlerin kendi ulusal ve toplumsal kimlik mücadelesini engellemek adına, tüm bu gelişmeleri doğru şekilde haber veren gazeteler olarak bizi engellemek istedi. Davalar açıldı, kapatıldık. Bunun yetmediğini düşünen devlet, bu sefer gazete binalarımızı bombaladı. Bunu da bir Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararı ile yaptılar. O gün gazetemizin merkez bürosu ile birlikte İstanbul ve Ankara büroları aynı anda bombalandı.
Tüm bu yaşananlar karşısında geri adım atmamanızın motivasyonu neydi?
Bizimle birlikte çalışan arkadaşların bir kısmı profesyonel gazeteci olarak geldiler. Ama ben en başında beri siyasetten geldim buraya. Burası benim mücadele biçimim, mücadele yerim ve yaşam biçimimdi. O bakımdan bu baskılar bana o anlamda etki etmedi. Yine birlikte mücadele ettiğim arkadaşım yanımda şehit düşüyor. Böylesi bir durumda iki tepki gelişir. Ya korkar kaçarsın cepheden ya da devam edersin. Devam ettiğinde, şehadetler sana hırs verir, mücadele azmi verir. Çünkü o arkadaşın yükü de sana kalmıştır artık. Arkadaşın ile birlikte yaptığın haberler, işler artık senindir. Daha fazla iş yapman lazım. Çünkü bayrağı düşürmemen gerekiyor. Bayrağı yere düşürmemek adına şimdiye kadar geldim. Herhalde sonuna kadar da böyle olacak. Dahası halklarımıza borçlu olarak ölmek istemiyorum!
Kitapta elbette Özgür Basın Tarihi’nin tüm boyutlarını ele aldınız; ancak dikkat çeken konulardan biri de, Özgür Basın çalışanları hakkında devam eden davalara yer vermeniz. Kitaptaki bilgilere göre şu anda yargılaması süren, dava dosyası İstinaf’ta ve Yargıtay’da olan gazeteci arkadaşlarınızın sayısı 160’ı geçiyor. Bu rakam, halen Türkiye’de faaliyet göstermekte olan Özgür Basın kurumlarında çalışmakta olan gazetecilerin sayısından bile fazla. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Kitapta çıkardığımız gazetelerin, kurduğumuz ajansların ve ondan sonra da başlattığımız televizyon yayınlarının ve buna benzer kurumlarımızın ayrıntılı tarihleri var. Bunların bir kısmını daha önce yaptığımız dosyalarda anlatmıştık ama en ayrıntılı hali bu kitapta var. Bu kitap, özellikle tarihe nakşetmek açısından önemlidir. Hangi davalar açılmış bize, hangi toplu davalar açılmış, davalara karşı hangi kampanyaları yapmışız… Hepsi var. Baya geniş bir bölüm oldu. Bu davaların bir kısmı halen devam ediyor. Bazıları İstinafa gitmiş, bazıları İstinaf’tan geçip Yargıtay’a gitmiş. Tüm davalar dizisi var kitapta. 160 kişinin halen davası devam ediyor. Bittiğinde de büyük ihtimalle ceza alacaklar ve işte yakalanırlarsa cezaevine girecekler.
Şimdi 160 rakamı çok büyük bir rakam. Bu rakam aynı zamanda şu anda fiilen Türkiye’de çalışan özgür basın çalışanlarının sayısından fazla. Kitapta bunları belgelemiş olduk. Gelecek nesillerde kim çalışmış değil, kim nasıl baskıya uğramış, hakkında davalar açılmış diye. Kitabın önemli bölümlerinden biri oldu.
Özgür Basın geleneği içerisinde binlerce çalışma arkadaşınız oldu? En çok kimleri örnek verirsiniz ve özellikle hangi kriterlere sahip gazetecileri başarılı buluyorsunuz?
Biraz önce anlattığımın dışına çıkmak istemiyorum. Dediğim gibi en vicdanlı, en fedakâr olanları başarılı buluyorum. Şimdi de mutlaka çok çalışkan, çok fedakâr, çok vicdanlı; ondan sonra buradaki çalışmayı bir mesai olarak görmeyen, bir yaşam biçimi olarak gören, işte çok güzel haberler çıkarmaya çalışıp, ondan sonra o haberlerinin yansımasını takip edenler var. Ben o insanları seviyorum. İsim söylemek gerekmiyor. Bir de önceden söylememek lazım galiba! Bu anlamda çok sevdiğim, çok güvendiğim, birlikte çalışmaktan gurur duyduğum çok arkadaşımız var. O arkadaşlar kendilerini bilir. Onların isimlerini verirsem, gölgede kalmış olan, benim fark edemediğim arkadaşlara haksızlık olur diyelim, en iyisi…
Sizin de duayenliğini yaptığınız Özgür Basın kurumları bir nevi bir okul görevi gördü. Siz bu okullarda üç bin civarında gazeteci yetiştiğini söylüyorsunuz. Ancak bu arkadaşlarımızın kimileri Avrupa’ya sürgüne gitmek zorunda kaldı. Sürgün yolları 1990’larda mı yoğundu, yoksa AKP döneminde mi?
Bence iki dönemde de aynı. Dedim ya 1990’lı yıllarda daha çok öldürerek bizi yolumuzdan döndürmeye çalışıyorlardı ama şimdi daha çok ekonomik olarak saldırıyorlar. İşte gazete kapanıyor işsiz kalıyorsun. Gazete kapandığında harçlık alamıyorsun. Aç kalıyorsun. Olmadık işlerde çalışmak zorunda kalıyorsun. Bu anlamda 1990’lı yıllarla bugünkü AKP dönemi arasında sürgüne gitmek arasında fark yok. İnsanlar bu dönemde 10 ya da 20 yıl cezaevinde kalmaktansa, sürgüne gidip oradaki kurumlarımızda gazetecilik yapmaya devam ediyorsa, ne mutlu bize! Orada da ihtiyaç var. Yani sürgüne gidenler bu kadar yoğun olmasaydı, belki biz buradan bilerek gönderecektik bazı gazeteci arkadaşlarımızı. Yoğunluk olarak iki dönem de aynıdır.
Ancak değişen burası değil, değişen Avrupa’dır. Şöyle ki, 1990’lı yıllarda bir arkadaşımız Avrupa’ya gitmek zorunda kaldığında; birkaç ayda hemen iltica veriliyordu. Avrupa ülkelerinin o zamanki iktidarları bizim gibi sürgüne gitmek zorunda kalan basın mensuplarını, devrimcileri bağrına basardı. Onlara iltica vermekten gurur duyardı. O zamanlar Avrupa öyleydi ama şimdi sürgüne giden bir gazeteci arkadaşımızın oraya ulaşması, müthiş bir zorluk. Bir sürü masraf ediliyor. İltica süreçleri çok uzun sürüyor ya da hiç olmuyor. Yani değişen bence Türkiye’deki baskıcı rejimler değil, Avrupa’daki siyasi iklimdir.
Yine 1990’lı yıllar ile bugünlerin kıyaslamasını yaparsak, hangi dönemde Özgür Basın kurumları ve gazetecileriyle dayanışma daha fazla oldu? Özgür Ülke gazetesinin bombalanması sonrasında yaşanan muazzam dayanışma ortamını daha sonraki yıllarda görebildiniz mi?
Eskiden dayanışma daha iyiydi. Peki, şimdilerde yok mu; var! Ama Özgür Ülke dönemindeki dayanışmayı pek gördüğümüzü söyleyemem. Ama atladığımız bir şeyler oluyor bazen. Biz tarih yaşıyoruz. Bu kitap, o anlamda da güzel bir çalışma oldu. Mesela, Nöbetçi Yayın Yönetmenliği kampanyası son dönemlerde, yapılmış en büyük sivil itaatsizlik eylemidir. Biz dedik ki, bize sürekli davalar açılıyor, yazı işleri müdürümüze, haberi yazan ve dahası gazetenin genel yayın yönetmenine her gün dava açılıyor. Bu böyle olmaz dedik. Bir kamu duyarlılığı olsun diye dedik ki, “Gelin siz bir günlüğüne bizim yerimize yayın yönetmeni olun!” Yazar, gazeteci, akademisyenlerden oluşan tam 100 kişi sırayla bir günlüğüne yayın yönetmenliği yaptı. Hemen hemen hepsine dava açıldı. Zaman içinde hüküm alıp, cezaevine atılan üç arkadaşımız oldu. Bir başka üç arkadaşımız aynı gün tutuklandı. Gerçekten çok büyük bir sivil inisiyatif eylemi oldu ve bizim beklentimiz olan kamu duyarlılığı oluştu. Dahası neredeyse tüm dünyada yankısını buldu. Düşünsenize dönemin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri bile bu konuda demeç verdi!!! Bu anlamda, ben Özgür Ülke’nin bombalanmasındaki dayanışma kadar, Nöbetçi Yayın Yönetmenliği sivil inisiyatif eylemini çok önemi buluyorum. Katılan arkadaşlara teşekkür edip, onları tekrar kutluyorum.
Günümüzde kendi çalışma arkadaşınız olan gazetecilerden ve dışımızda faaliyet gösteren ‘muhalif’ gazetecilerden beklentiniz nedir, onlara ne yapmaları gerektiği yönünde bir çağrınız olabilir mi?
Daha önce de söylediğim gibi bu kitap benim kitabım değil, üç bin arkadaşımızın yazdığı bir kitap. Bir destan! Bir bitmeyen romandır. Halen devam eden ve devam edecek bir mücadelenin sesidir. Bu anlamda; bundan sonra yapılacak her imza töreninde bu yürüyüşe katılmış her arkadaşımız kitaba imza atabilir ve atmalılar da…
Evet, tüm imza törenlerinde bu yürüyüşe katılmış her arkadaşın bu kitaba imza atma yetkisi vardır! Kitabı imzalayabilirler. Nitekim çeşitli yerlerde imza günleri olduğunda oraya gelen tüm arkadaşlarla beraber imza atacağız.
Dışımızdaki arkadaşlara gelince; gazetecilik aslında bir yaşam biçimidir. Bugünkü iktidarın havuz medyasından ayrılan ya da atılan kimi gazeteciler ilk genel seçimlerde iktidara gelmesi beklenen muhalefetin büyütmeye çalıştığı kendi havuz medyasına atlamaya çalışıyor. Gazetecilik zor bir meslektir ama onurlu bir şekilde yapılırsa, iktidarın kim olduğuna bakmadan vicdanlı bir şekilde yapılırsa, Özgür Basın mensubu olabilir ve çocuklarına güzel anılar biriktirirler. Böylesi arkadaşlarla “Özgür Basın” sıfatımızı paylaşmaya hazırız…
Biraz da ‘Özgür Basın’ kavramını konuşmak lazım. Bugün baktığınızda, Türkiye’nin temel sorunlarını görmezden gelen ve sadece bir partinin etkisinden hareket eden yayın organları da kendilerine Özgür Basın diyor. Özgür Basın’ın bir tanımı var mı? Türkiye’de Özgür Basın olgusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizim kapatılan gazetelerimizin isimlerinden geliyor bu. İşte Özgür Gündem, Özgür Ülke… Gazetelerimiz sürekli baskıya uğrayıp kapatıldığı için sürekli isim değiştirmek zorunda kaldık. Yani açtığımız her gazeteye insanlar biraz da bu yüzden “Özgür Gündem” der. Özgür sıfatlı birçok gazetemiz oldu. Tutan bir kavram. Temiz bir kavram. İnsanlar bu isme özendi. Onun için kimi basın organları da bu sıfatı kullanmaya başladı. Basın Türkiye’de çok kirlendi. Bu havuz basınından, medyasından kendisini ayırmak isteyenler ‘Biz özgür basınız” demeye çalışıyorlar. Özgür Basın, bizim temiz sıfatımızdır. Kim ne kadar özgür, kim ne kadar özgür değil, onu halklarımız görüyor.
Haber: Selman Güzelyüz – Mehmet Aslan / MA