Vahşet görüntüleri sadece Altındağ’da hayvanlara yönelik katliamda ortaya çıkmıyor. Filistin’den her gün parçalanmış insan ve çocuk bedeni görüntüleri geliyor. Kürt halkının halayı yasaklanıyor, diline engel getiriliyor, kimliği yok sayılıyor, iradesi gasp ediliyor. Gözaltına alınanlar işkence edilip sokaklara bırakılıyor
Musa Piroğlu
Ülke sabaha vahşet görüntüleriyle uyandı. Katledilmiş, kesilmiş, parçalara bölünmüş köpeklerin görüntüleri vicdanları yaraladı ve öfkeyi kamçıladı. Tam bir vahşet, gözü dönmüş bir saldırganlık ve insanın tüm duyarlılıklarını harekete geçiren, içini parçalayan katliam.
Yasanın çıkmasından itibaren saldırganlığın başlayacağı, sokak hayvanlarının belediye marifetiyle toplatılacağı ve katledileceği bekleniyordu ama böylesi bir vahşet sergileneceği pek beklenmiyordu. Yasaya itirazın tüm sıcaklığıyla ayakta olduğu, herkesin daha hassaslaştığı bir süreçte peş peşe servis edilen görüntüler, büyük bir öfkenin oluşmasını tetikledi ve temel bir soruyu gündeme getirdi. Sebebi ne? Vahşetin, saldırganlığın, düşmanlığın sebebi ne?
Pek çok kişi bu vahşeti sınır tanımaz kötülük, insana, canlıya ve doğaya düşmanlık, vicdansızlık gibi açıklamalarla tanımladı. Yasa tasarısı gündeme geldiğinden bu yana da tepki aşağı yukarı bu sınırlarda kaldı. Belki sorulması gereken en önemli sorulardan birisi hiç sorulmadı. Ne yapmak istiyorlar? Yasayı çıkararak, vahşet görüntülerini servis ederek nereye varmayı umuyorlar?
Belki de temel sıkıntı hem iktidarın hem de olayların ele alınış şeklinde kendini ele veriyor. İlk olarak iktidarın hamleleri cehalet, vicdansızlık ve benzeri kavramlar ekseninde açıklanıp kaba bir narsizmle ele alınıyor, iktidarın hamleleri akıl dışı olarak damgalanıyor ve sözcüleri zeka yoksunu olarak gösteriliyor. İktidarın kendine ait bir rasyonalitesi olduğu, onun rasyonalitesi ile muhalefetin rasyonelliğinin aynı olmadığı görülmüyor. Onun bir stratejisi, varmak istediği bir yer olduğu gerçeği yok sayılıyor.
İkincisi meseleler ele alınırken tipik bir orta sınıf refleksinin ötesine, bir yaşam tarzı okumasının ötesine geçmiyor. Orta sınıf sıkışmışlığı hayatın okunmasında ve tepkinin dile getirilmesinde kendisini sürekli yeniden üretiyor. Toplum adına konuştuğunu iddia edenler toplumun ana gövdesinden habersiz yaşıyor ve kendi dilini, kendi kaygılarını toplumun dili, kaygısı gibi sunmaya devam ediyor. Ortaya çıkan olgular sınıfsal bir temelde ele alınmayıp kimlik ve yaşam tarzı eksenine sıkıştırılıyor. Tepkiler de bu okuma üzerinden veriliyor. Ne yazık ki geniş halk kitlelerini katacak duygusal ve eylemsel ortaklaşmayı yaratacak bir dil kurulamıyor. Oysa bütün toplum aynı anda pek çok yerden, pek çok sorunla boğuşuyor. Her biri birbirinden kopuk ve bağımsız görünse de tamamı iktidarın politikalarından kaynaklanıyor ve herkes bunun farkında bulunuyor. Ayrı kanallarda aynı öfke birikiyor.
Bunlar arasında bağlantı kurup meseleyi bir iktidar meselesi olarak ele almak yerine salt kimlik ve yaşam tarzı eksenine daraltmak iktidarın ekmeğine yağ sürüyor. Vahşet görüntüleri sadece Altındağ’da hayvanlara yönelik katliamda ortaya çıkmıyor. Filistin’den her gün parçalanmış insan ve çocuk bedeni görüntüleri geliyor. Kürt halkının halayı yasaklanıyor, diline engel getiriliyor, kimliği yok sayılıyor, iradesi gasp ediliyor. Gözaltına alınanlar işkence edilip sokaklara bırakılıyor. Bölgede doksanların rüzgârları estirilmek isteniyor. İşçiler kölece çalışma ve sefaletle yüz yüze, toplama kamplarına dönüşmüş fabrikalarda çalışmak zorunda kalıyor. Yoksulluk temel bir sorun, herkesi burgacına almış ezmeye devam ediyor. Bütün ülke ağır bir yoksulluk, adaletsizlik ve sosyal çürüme ile boğuşuyor. Neredeyse toptan bir çöküş yaşıyor. Ne yazık ki bütün bunları yan yana getirip toplumsal bir mücadeleye önderlik etmesi gereken sosyalist hareket ortada pek görünmüyor. Hafife alındığı sanılmasın ama hayvan hakları yasası için ortaya konan çabanın onda biri emeklilerin maaşları ve asgari ücrete zam için ortaya konulmadı.
Ortadaki gerçek şu; iktidar çöküyor. Kendi tabanındaki hegemonyasını kaybediyor. AKP yoksullardan en fazla oy alan partidir ve şimdi yoksulların öfkesiyle baş etmeye çalışıyor. Ülke tarihinin en travmatik yoksullaşmasını yaşıyor. Başlangıçta orta sınıfın yoksullaşması olarak ortaya çıkan durum şimdi yoksulların da yoksullaşması gibi bir sonuca varmış bulunuyor. İnsanlar aldıkları ücretle geçinemiyor ve bir avuç insan çok hızlı zenginleşmeye devam ediyor ve bu gizlenemiyor. Yoksulluk, adaletsizlik, sosyal çöküntü ve doğal olarak devletin çürümesini beraberinde getiriyor. Bütün olarak devlet aygıtı teorik olarak dağılıyor. İktidar belki de en zayıf dönemlerinden birini yaşıyor ve bu süreçten çıkabilmek için Mehmet Şimşek politikalarını fire vermeden uygulamak zorunda olduğunu hissediyor. Yıkımın tüm faturasını yoksullara ödeterek birkaç yıl içinde bu yıkımdan çıkmayı ve yeniden kendi tabanıyla buluşmayı arzuluyor.
Sıkıntı burada başlıyor. İktidarın zamana ihtiyacı var ancak sokak öfkeli. İktidarın en büyük korkusu kendi tabanında oluşan öfkenin solla ve Kürt özgürlük mücadelesi ile birleşmesi tehlikesidir.
Belki de bu süreci toplumsal bir kırılma olmadan geçirmenin en kolay yolu ekonomik ve siyasi olağanüstü hal ilan etmekten geçiyor. İktidar sanki 15 Temmuz hikâyesi yaratıp buradan toplumun baskı altına aldığı bir geçiş süreci ile çıkmayı arzuluyor gibi görünüyor. Sosyal medya yasakları da bu bağlamda değerlendirilmeyi hak ediyor. Toplumun sinir uçları ile oynuyor, kendisine karşı biriken öfkeyi yaşam tarzı ekseninde parçalamayı hedefliyor. Ama bu sefer yanılıyor. Öfke bu sefer yaşam tarzından beslenmiyor, yaşam koşullarından kaynaklanıyor.
Bu yorum sokağı boşaltalım anlamına gelmiyor ama muhalefetin parçalanmasına engel olmak gerektiğini söylüyor. Hayvan hakları mücadelesini yürütenlerin haykırışı, Kürt halkının kimliğine, diline sahip çıkışıyla, işçilerin fabrikadaki emek mücadelesiyle, yolları kesen köylülerin talebiyle birleşebilirse anlam kazanacaktır. Burada mesele örgütlenme meselesinde düğümleniyor.
Verili örgütsel yapılar süreci karşılamakta zorlanırken sözlerinin herhangi bir ağırlığı bulunmuyor. Sorunları bütünsel olarak ele alıp sınıfsal yaklaşan ve iktidara karşı mücadeleyi hedefleyen yeni bir harekete ihtiyaç hiç olmadığı kadar öne çıkıyor. Gelmekte olanı göğüsleyebilecek öfkeye adres olabilecek yeni bir dalga ve dalgaya adres yaratma görevi ülkeyi dert edinen herkesin önünde duruyor.