Yerine kayyum atanan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Gültan Kışanak, “Önümüzdeki seçimde halkımızın en güçlü şekilde iradesini ortaya koyacağına ve büyük şehirle birlikle, Amed’in tüm ilçelerini de kayyım zihniyetini hezimete uğratacağına inanıyorum” dedi.
Görevden alınarak tutuklanan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Gültan Kışanak bulunduğu Kandıra Kadın Kapalı Cezaevi’nde JİN NEWS’in sorularını yanıtladı. Gültan, belediye eşbaşkanlığı sürecinde iktidarın çalışmalarına dönük yaptığı engellemeleri, kayyım atamalarının ardından yaşanan süreci, 31 Mart 2019’da gerçekleşecek olan “yerel seçimleri” ve cezaevinde yaşananları değerlendirdi.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı seçildiğiniz andan itibaren ve tutuklanma anınıza dek belediye çalışmalarınız noktasında hedefleriniz nelerdi? Hangi projeleri gerçekleştirdiniz, yarıda kalan ve yapmayı düşündüğünüz projeleriniz var mıydı?
Bu soruya biraz ayrıntılı yanıt vermek istiyorum. Çünkü yeni bir seçim dönemine girdiğimiz bu süreçte halka hesap vermeyi bir görev olarak görüyorum. Diyarbakır gibi önemli bir kentte belediye eşbaşkanlığı görevine halkımız bizi layık görmüşse, buna ancak büyük bir hizmet seferberliğiyle karşılık verilebilir diyerek, ilk günden kolları sıvadık. Açıkçası daha önce Bağlar Belediyesi’nde bir dönem sosyal projeler ve kadın çalışmaları yürütmüş olmamdan dolayı kısmen belediyelerin işleyişi hakkında bir deneyimim vardı. Ama Büyükşehrin yükü ve sorumluluğu çok ağırdı. Doğal olarak bir öğrenme, uyum sağlama süreci oldu. Öğrenme süreciyle birlikte, önümüzdeki 5 yılın stratejik planını hazırlama çalışmalarına başladık. Stratejik plan hazırlık sürecini, halkın planlamaya, kararlara katılım sürecine çevirdik. 17 ilçenin tamamında halk toplantıları yaparak, halkın talep ve önerilerini aldık. Halkla birlikte kararlaştırdığımız “kentli hakları ve demokratik öz yönetimin ilkelerini” stratejik planın girişine yazdık. Bu ilkeler ışığında çalışacağımızı taahhüt ettik.
Önceliklerimizi beş ana başlıkta ifade edebilirim. Birincisi belediye hizmetlerinin halkın katılımı, onayı, bilgisi ve gözetiminde yürütebilmek için gerekli demokratik öz yönetim mekanizmalarının oluşturulmasıydı. İkincisi ekoloji alanında yapılacaklar, üçüncüsü yerel ekonomiyi güçlendirmek, dördüncüsü de hem toplumsal cinsiyet hem de sosyal katman, inanç ve kimlik farklılıkları açısından, kent genelinde eşitsizlikleri azaltacak politikalar izlemekti. Beşincisi de kentin tarihi ve kültürel mirasını koruyacak, kent hafızasını canlı tutacak, Amed’i tüm dünyaya tanıtarak, insanlıkla paylaşarak büyütecek çalışmalar yürütmekti.
Birinci önceliğimiz olan demokratik ve katılımcı yerel yönetim mekanizmaları açısından belediye idari yapısında ve belediye meclisi komisyonlarında bazı değişikliklere gittik. Kadın politikaları, yerel ekonomiyi güçlendirme ve tarihi-kültürel miras daire başkanlıkları kurduk. Bu daire başkanlıkları sadece yeni çalışma alanlarına işaret etmiyordu. Aynı zamanda yeni çalışma yöntemine doğru da bir adım atmaktı. Kentteki tüm kadın kurumlarını kadın politikaları daire başkanlığının; köy meclisleri, muhtarlıklar, sulama birlikleri, kırsal kalkınma kooperatifleri, kentin sanayi ve ticaret örgütlerini yerel ekonomiyi güçlendirme daire başkanlığının; kentin tanıtımı, turizmin geliştirilmesi, tarihi ve kültürel dokusunun korunması, hafızasının canlı tutulmasıyla ilgili tüm kurum ve kişileri de tarihi-kültürel miras daire başkanlığının paydaşları olarak gördük. Belediye bürokrasisinde halkla, sivil toplum örgütleriyle birlikte çalışma kültürünü oturtmaya çalıştık. Belediye Meclis toplantıları halka ve basına açık olarak yapılıyordu. Ancak erişim kolaylığı sağlamak için Belediye Meclis toplantıları Internet üzerinden canlı olarak yayınlamaya başladık. Belediye meclisinde alınan tüm kararları belediyenin internet sitesinden yayınladık. Aylık bülten çıkartarak tüm çalışmaları, bütçeleriyle birlikte halkın denetimine sunduk. Her ay mahalle meclisleriyle toplantılar yaparak, öneri ve eleştirilerini aldık.
Belediye meclis üyelerinden oluşan Halkla İlişkiler Komisyonunu daha etkin ve aktif hale getirmeye çalıştık. Açıkçası bu konuda olması gereken noktaya geldiğimizi düşünmüyorum. Daha kat etmemiz gereken çok mesafe olduğunu biliyorum. İkinci önceliğimiz olan ekolojik yerel yönetim konusunda, kent dinamiklerinin de ciddi duyarlılık ve katkılarıyla çalışmaya başladık. Belediyenin sorumluluk alanında olan toplu taşıma hizmetlerinde hava kirliliğini azaltacak tedbirlere yöneldik. İlk etapta ‘yeşil ulaşım’ perspektifiyle toplu taşıma kapasitemizi arttırmak için doğal gazla çalışan yüz otobüs aldık. On üç ilçemizin tamamına toplu taşıma hizmeti sunmaya başladık. Kent iç trafik kısmen rahatladığı gibi, dış ilçelerde de büyük bir memnuniyet yarattı. Ancak iki milyona yaklaşan nüfusuyla Diyarbakır’ın ulaşım sorununu raylı sistem kullanmadan tamamen çözmek mümkün değildi. Bu nedenle ucuz, konforlu, hızlı, güvenli ve kirletmeyen ulaşım hedefimize ulaşmak için ‘hafif raylı sistem’ projemizi hayata geçirmemiz gerekiyordu. Bu projenin AKP tarafından nasıl engellendiğini ayrıca anlatacağım.
Yeşil alan miktarını arttırmak, halkın rahatlıkla ulaşabileceği, nefes alabileceği, bir kent ormanı oluşturmak da ilk hedeflerimiz arasındaydı. ‘Talaytepe ve Mastfıroş Tepe’ arasındaki geniş araziyi ağaçlandırarak, kent ormanı oluşturacaktık. Projenin ilk etabının ağaçlarını diktik, çevre düzenlemesini yaptık. Tahir Elçi’nin katledilmesi üzerine Belediye Meclisi’nin aldığı kararla bu alana ‘Tahir Elçi Kent Ormanı’ ismi verildi. Kent ormanı projesi kapsamında ağaçlandırma çalışmalarımız da devam ediyordu. Ama bu arada AKP iktidarı boş durmadı. Bakanlık kararıyla, kent ormanı alanının büyük bir kısmını askeriyeye devrettiler. Bu kararı protesto etmek ve geri alınmasını sağlamak için kentteki STK’larla birlikte, askeriyeye devredilen alana ağaç diktiğimiz için hakkımda soruşturma açmaya bile kalkıştılar. Kent ormanı arazisinin bir kısmını da Emniyet Müdürlüğü ve Valilik için yeni binalar yapılmak üzere, imar değişikliği yapılması konusunda belediyeye baskı kurmaya başladılar. ‘Eğer yapmazsanız, bakanlık üzerinden bu plan tadilatını yaparız’ diyerek her gün haber gönderiyorlardı. Şimdi kayyım kent ormanı arazisini ne yaptı bilemiyorum. Halkın kent ormanına sahip çıkması ve bu bölgenin mutlaka ağaçlandırma çalışmalarının tamamlanması gerekir. Bir milyonu aşkın nüfusu olan kent merkezinin nefes alabilmesi için bu orman projesinin mutlaka tamamlanmanı, imara açılmasına asla izin verilmemeli.
Diyarbakır düz arazisiyle, bisikleti sadece spor değil, ulaşım aracı olarak da kullanmak için çok uygun bir kent. Hava kirliliğini önleyici etkisini de göz önünde bulundurarak, bisiklet yolu yapımına başladık. Mahabat Bulvarı ve Elazığ Caddesi’nde 20 km’ye yakın bisiklet yolu yaptık. Kayapınar’ın tamamı, Bağlar’ın yeni gelişim bölgesi ve Yenişehir’in caddeleri ya da kaldırımları bisiklet yoluna uygun tüm alanlarını kapsayacak şekilde, bisiklet yolu güzergâhlarını belirledik. Ben tutuklandığımda çalışma başlamak üzereydi. Bu projede de bisiklet yolu vardı. Sanırım kayyım bu çalışmaların bir kısmını kendine mal etmeye çalıştığı yetmiyormuş gibi, projelerdeki bisiklet yollarını da iptal ettirmiş. Belediye hizmetleri için tüketilen enerjinin hiç değilse bir kısmını, güneş enerjisinden elde etmek üzere projeler hazırladık. Sümer Park’ta, Otogarın önünde, DİSK’nin su havzalarındaki boş alanlar da güneş enerjisi üreten tesisler kurduk. Hazırlanmış birkaç proje daha vardı, bunların da akıbetini bilmiyorum. 2016 yılında Paris’te yapılan ‘Dünya İklim Değişikliği Zirvesi’ne katılarak, yerel yönetimler düzeyinde yapılan protokolü, Diyarbakır adına imzaladım. Bu protokolü imzalayan kentlerin, ‘iklim değişikliğini önleme yerel eylem planı’ hazırlayarak zirveye sunması gerekiyordu. Biz de kentimizin yenilenebilir enerji kapasitesini arttırma, karbon salınımını azaltacak önlemleri alma, kent mimarisinde enerji tasarrufu sağlayacak planlamalar yapma gibi birçok başlık taşıyan, hedefi havanın, suyun ve toprağın kirlenmesini önlemek olan, yerel eylem planı hazırlıklarımıza başlamıştık. Sanırım kayyımla başlayan süreçte böyle bir vizyon ve böyle bir eylem planı da yok artık. Sulama göletleri, kent bahçeleri yerel ekonomiyi güçlendirme hedefimiz ekolojiyle doğrudan bağlantılı bir çalışma alanıydı.
Kırsal kesimde küçük sulama göletleri oluşturma, ekoloji tarım için destek sunma, kooperatifçiliği destekleme, belediyeye alt arazileri yoksul köylünün kullanımına açma, kentteki bazı yeşil alanlarını kent bahçesi ve bostan olarak düzenleme, Dicle Vadisindeki atıl arazide Sur’dan göç etmek zorunda kalan ailelerle birlikte sebze yetiştirme gibi, irili ufaklı birçok projeyi hayata geçirdik. Belediye olarak yeni bir çalışma alanıydı. Karacadağ köylerinde üretilen sütün değerIendirileceği bir kooperatif kurmak, kadın kooperatiflerine doğal reçel üretebilecekleri bir meyve bahçesi (30 dönümlük bir alana meyve ağaçlan dikmiştik) ve atölye kurma, birçok köyde sulama göletleri ve küçük sulama kanalları oluşturma gibi planlanmış birçok çalışma vardı. Bunların akıbeti hakkında da hiçbir bilgim yok.
Sanırım kayyım sürecinden en olumsuz etkilenen alan, başta toplumsal cinsiyet olmak üzere hayatın tüm alanlarına dair yürütülen eşitlik politikaları oldu. Seçimden hemen sonra, kadınlara yönelik çalışmaların yürütüldüğü kendi bütçesi olan tüm idari kadrosu kadınlardan oluşan bir yerel yönetim birimi olarak Kadın Politikaları Daire Başkanlığı’nı kurduk. Sanırım bu Türkiye’de bir ilkti. Hem bakanlıklar hem belediyelerdeki idari birimler açısından hem de sosyal hizmetleri yardımlar kapsamında tutularak, kadın çalışmaları eşitlik perspektifinden kopartılıyor. Oysa kadınlar muhtaç değil, hak sahibidir. Bu nedenle belediyede sadece kadın çalışmaları planlayıp, yürütmekten sorumlu bir idari birimin kurulması çok önemliydi. Merkezi hükümet buna da müdahale ederek isminin değiştirilmesini istedi. Hatta ismi değiştirmezsek, bütçesini kabul etmeyeceğini bildirdi.
Kayyımla birlikte Kadın Daire Başkanlığı kapatıldı. Kadınlara dair yaptığımız her şey tasfiye edildi. Kadın yaşam evi/sığınak, ilk adım istasyonu, alo şiddeti önleme hattı, ilçelerde açtığımız kadın merkezleri, desteklediğimiz kadın ekonomisi çalışmaları ne oldu? Yoksulluğu önleme, dayanışma ve paylaşımı örgütleme kapsamında kurduğumuz giysi bankası ne oldu? Sarmaşık Yoksullukla Mücadele Derneği’ni bile kapattılar belediyenin de katkılarıyla, bu dernek aracılığıyla hiç bir gelir kaynağı olmayan beş bine yakın aileye gıda ve acil ihtiyaç yardımı yapılıyordu. Şimdi o aileler ne durumda? Yoksul ve göç mağduru çocuklara yaz tatili sunduğumuz Hazar Gölü kıyısındaki çocuk yaz kampına şimdi kimler götürülüyor? Hevsel’deki Sosyal Tesisler ne oldu? Yapımını tamamladığımız ve açılışını yapmak için hazırlık yaptığımız Kız Öğrenci Yurdu neden kapatıldı?
Açtığımız Zarokistanlar, çocuklarımızın hem kreş/bakım ihtiyacım karşılaması, hem okul öncesi öğrenme süreçlerine katkı sunması, hem de eşitlik duygusunu geliştirecek karma bir model olması nedeniyle çok önemliydi. Çocukları anadillerinden koparmamak da bu kreşlerin temel hedefiydi. Kayyımla birlikte anadilde hizmet sunan kreşlerin kapatılması sadece anadil hakkı açısından bir sorun değildir. Bu kreşler, halkı sosyal katmanlara bölen ve birbirine yabancılaştıran kentleşmeye bir itiraz olarak kurulmuştu. Öğrencilerin en az yarının geliri olmayan ailelerin çocuklarından olması şartı vardı ve farklı sosyal katmanlardan gelen çocukların, aynı sınıflarda, aynı imkanlardan yararlanarak, eşitlik duygusu edinmelerini hedeflemiştik. Sanırım iktidarı rahatsız eden en temel şeylerden biri de buydu.
Bir diğer öncelik alanımız olan kentin tarihi ve kültürel mirası korumak, kent hafızasını canlı tutacak çalışmalar yapmaktı. Surların ve Hevsel Bahçeleri’nin UNESCO dünya kültür mirası alınması için yürüttüğümüz, çalışıma sonuç verdiğinde tüm kentle birlikte büyük bir heyecan yaşadık. 2015 yılı Haziran ayında verilen bu karar hem Amed’i tüm dünyaya tanıtmanın hem de tarihi ve kültürel değerlerimizin korunmasına, restore edilmesine fırsat yaratacaktı. Ancak sonrasında yaşananlar karşısında UNESCO’nun takındığı tutum, hepimizde hayal kırıklığı yarattı. Gözümüzün önünde yıkılırken, yazılı olmayan kültürel mirasın taşıyıcısı olan insanlar yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalırken, ölüm her gün kan kusarken bir şey yapamamanın çaresizliği yüreğimizi kavuruyordu. Hayatımın en zor yıllarıydı. Ne 12 Eylül darbe döneminde Diyarbakır Cezaevi’nde yaşadıklarım, ne doksanlı yıllarda yaşadıklarım hiçbir şey beni bu kadar derinden etkilemedi. Oysa ne hayallerimiz vardı. Hevsel Bahçelerinin temiz suyla sulanabileceği su kanalları yapmak. Eski değirmenleri restore ederek işlevlendirmek, Sur’un burçlarının her birine bir işlev vererek halka açmak. Savaş kendi gerçeğini dayattığında ortada hoyrat bir yıkımdan başka bir şey kalmadı. Bu satırları yazarken bile yüreğim sızlıyor. Sekiz bin yıllık tarihi katledenler, acele kamulaştırma kararı ile Suriçi’nin tamamını AKP’nin insafına terk ettiler. Kayyım sanırım en çok da bu alanda işlerine yaradı. Dünyanın tarihi, kültürü, yaşam alanlarını, halkın mülkiyetini koruyacak hukuki mücadeleyi vermesi böylece engellemiş oldular.
Kayyımlarla birlikte 95 DBP’li belediye eşbaşkanı görevden alındı. Cumhurbaşkanı geçtiğimiz günlerde bir açıklama yaparak ‘Yine kayyım atarız’ dedi. Bu söylemi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Seçimlerden sonra bir kez daha kayyım atamayı göze alacaklarını hiç sanmıyorum. Bu söylemin nedeni çok açık. Halkın iradesinin sandığa yansımasını istemiyorlar. İnsanlar kaygılanıp aday olmayacaklar. Halk nasılsa oyum boşa gidecek deyip sandığa gitmeyecek. Parti adaylarını belirlerken iktidarın müdahale etmeyeceği aday profili arayışına düşecek. Kent dinamikleri HDP adayı ile kaygılı bir ilişki kuracak. Bu söylemin amacı budur. Hiçbir şekilde itibar etmemek, gündemde tutmak gerekir. Demokrasi adına utanç verici bir sözdür ama boşuna söylenmiş bir sözdür. Buna kafa yormaya hiç gerek yok. Biz önümüze bakalım, halkın iradesinin en güçlü şekilde sandığa yansıması ve o sandığa yansıyan iradenin çalınmaması için tüm gücümüzle çalışalım. Sandıktan öylesine güçlü bir sonuç çıkmalı ki bu sözü söyleyenlere, halkın iradesini kabullenmek dışında bir seçenek kalmamalı. Kayyım tüm kişilik haklarını toplumsal yapıyı yok sayan, otoriter zihniyetin en açık göstergesidir. Ama unutmamak gerek; Her şeyin başı emektir. Çalışmadan gerekli tedbirleri almadan bu kadar pervazsız otoriter bir zihniyete karşı sonuç almak da kolay değildir.
* Cezaevinde karşılaştığınız hak ihlalleri ve cezaevi yönetiminin size karşı yaklaşımlarını anlatabilir misiniz?
Cezaevlerinde hak ihlallerinin giderek tırmandığı bir süreci yaşıyoruz. Kısmen basına da yansıyor. Tek tek yaşanan hak ihlallerinden ziyade genel durumdan biraz bahsetmek İstiyorum. Cezaevlerinin genel durumu hukuk sistemindeki değişikliklerden ve demokratik kitle örgütlerine yönelik baskılardan bağımsız değil. Örneğin ‘uzaktan yargılama’ diyeceğimiz, yüz yüzelik ilkesini ortadan kaldıran düzenleme yaptılar. Tüm cezaevlerine ve adliyelere, ses ve görüntü aktaran kamera sistemleri (SEGBIS) kurdular. Artık kimseyi mahkemeye götürme zahmetine katlanmıyorlar. Bu da iktidara, tutukluları Türkiye’nin dört bir yanma dağıtma imkânı sundu. Mahkemeye getirip götürme külfeti de ortadan kalktığı için gayet keyfi bir şeklide sevk ve sürgünler yaşanıyor. Tutuklu ve hükümlülerin çok büyük bir kısmı ailesinden, avukatından çok uzak yerlerdeki cezaevlerinde tutuluyor. Aileler ve avukatlar, ziyarete gelemiyor.
Hasta tutsakların yaşadığı ise tam bir işkence. Bir insanın son nefesini verirken bile ellerinin ayaklarının kelepçeli olması, vicdanlara dokunmuyorsa söylenecek fazlaca bir söz kalmamış demektir. Cezaevinde ciddi bir sağlık sorunun varsa tedavi olman imkansız. Koşullar ve zihniyet asla buna müsait değil. En acil durumlarda bile doktora erişmek hiç kolay olmadığı gibi doktor hastaneye kaldırılması gerektiğini söylese bile jandarmanın ring ve askeri personel ayarlaması saatleri buluyor. Aylarca hastane sevkleri bekleyen hastalar var.
Bir de sanırım annesiyle birlikte zorunlu hapislik yaşayan çocukların yaşadığı sorunlar var ki tam bir travma. Birlikte kaldığımız Muş Milletvekili Burcu Çelik’in dört yaşındaki kızı Asmin de bu çocuklardan biri. Asmin ilk geldiği dönemlerde ‘çizgi film’ diye tutturuyordu haklı olarak. Küçücük bir odanın içinde, demir kapı, demir parmaklıklar ve beton duvarlarla baş başa kalmak bir çocuk için kolay olmasa gerek. Annesinin yanına geldiğinde TRT çocuk kanalının açılması için epeyce uğraşıyoruz. Bir gün yine ‘çocuk kanalı niye açılmadı, ne zaman açılacak’ diye görevlilerle konuşurken Asmin annesine dönüp ‘Boş ver anne açmazlarsa açmasınlar biz de müzik dinleriz’ dedi. Hepimiz şok olduk. Çocuklarımız daha bu yaşta ‘bedel ödemeyi’ öğreniyor. Annesiyle birlikte olmak istiyorsa bunun bir bedeli var; oyundan, arkadaşlarından, sevdiği diğer kişilerden, çizgi filimden yoksun kalmayı göze alacak. Bir halkın çocuklarına daha bu yaşta bedel ödemeyi öğretiyorlarsa o halkı, bedel ödeterek teslim alamayacaklarını da bilmeleri gerekir.
Hakkınızda yüzlerce yılı bulan hapis istemiyle davalar açıldı. Bu davaların neden ve gerekçelerini nasıl değerIendiriyorsunuz?
2011 yılından itibaren yürüttüğüm ve katıldığım tüm siyasi faaliyetler, sanki siyaset yapmak bir suçmuş gibi dava dosyasına konulmuş. Bu davanın gerekçeleri gayet açıktır. Demokrasiye özgürlükleri, barışı savunmak sorunları çözecek alternatif bir siyasal programla halkın karşısına çıkmak, genel siyasette ve yerel yönetimlerde halkın iradesini temsil etmek, bu siyası iktidar için bir suçtur. Açılan davanın hukuki hiçbir yanı yoktur. Seçim sandığında yapamadıklarını, yargı eliyle yapmaya çalışıyorlar. Bir mitingde, bir basın açıklamasında, sadece basının değil aynı zamanda polis kameraları önünde yapılan konuşmalar hakkında beş yıl sonra dava açılması, o konuşma yapılırken suç olmayan şeylerin, siyasi konjonktür değiştiğinde, iktidarın talimatıyla ‘suçmuş gibi gösterilmeye çalışıldığının kanıtıdır.
İki yıl önce gözaltından sonra çıkartıldığım savcılıkta savcı, ‘dosya çok kapsamlı, istersen ayrıntılara girmeyelim. Ben önemli şeyleri sorayım, sız yanıtlayın’ dedi. Konuşmalarımda ‘Kürdistan. Sayın Öcalan ve serhildan’ kelimelerinin geçtiği yerlerin altını çizmişti. Bu kelimelerle neyi kastettiğimi sordu. Ben de kısaca izah ettim. Bu davanın özü bu üç kelimededir. Gerisi dolgu malzemesidir. Bunların hiçbiri suç olamaz olmamalı. Bugün büyük acılar yaşamamıza neden olan sorunların çözümünde anahtar rolü oynayacak kelimelerdir bunlar. Bunun tartışılacağı yer de mahkeme değil, siyasettir, sandıktır, kamuoyudur, TBMM’dir. Bu davaların startı dönemin meşhur sözüyle ‘AKP’nin diyalog sürecini buzdolabına kaldırmasıyla’ verildi. Ardından 7 Haziran 2015 seçimlerinde ortaya çıkan demokratik siyaset gücünü tasfiye etmek için harekete geçtiler. O tarihten itibaren AKP başkanı ve tüm parti yöneticilerinin ağzından DBP’Ii belediyeler düşmedi. Belediyeler hakkında inanılmaz bir olumsuz algı yarattılar. O gün iktidar medyasının sayfalarını süsleyen yalan haberlere dair bugün dava dosyasında tek bir iddia yoktur. Ayrıca 2015 yılından itibaren belediyeye, abartısız bir şekilde yüzü aşkın müfettiş gönderildi. Bir tek yolsuzluk, usulsüzlük bile tespit edilemedi. Resmen zoraki ‘suç uydurulmaya’ çalışıyorlar. Demokratik muhalefeti mahkeme salonlarında ve cezaevi hücrelerinde susturmaya çalışıyorlar. Halka bizim üzerimizden gözdağı vermeye çalışıyorlar. Ama bunun hiçbir işe yaramadığı yakın tarihimizdeki uygulamalarla ortaya çıkmıştır. DEP’lileri cezaevine koydular, o dönem 23 milletvekili vardı. Şimdi 58 milletvekili var.
Belediye başkanlığı döneminde yapmak isteyip de yapamadığınız bir şey var mı?
Birincisi kentin ulaşım sorununu büyük ölçüde çözebilecek hafif raylı sistem projesiydi. Proje bir önceki dönemde hazırlanmış ama finansman sorunu çözülememişti. Belediyenin öz gelirleriyle hafif raylı sistem projesini yapıp yapamayacağımıza dair çok tartıştık. Bütün fizibiliteler, diğer hizmetleri aksatma pahasına bunu yapabileceğimizi gösteriyordu. Bunun bütünlüklü yerel yönetim hizmetleri açısından sorunlu olduğunu düşündüğümüz için dışarıdan kaynak arayışına yöneldik. Avrupa Kalkınma Bankası ve Dünya Bankası dahil, uluslara arası finans kurumlarına kredi talebimizi ilettik. Bazen espriyle de olsa ‘bu benim solculuğuma helal getirir ama halkım için yapacağım’ dediğim de oldu. Dünya Bankası kendi fizibilite ekibini göndererek bir ay boyunca kentin toplu taşıma kapasitesine dair ölçümler yaptı. Projemizi inceledi ve projemize kredi vermeyi kabul etti. Konuyu Belediye Meclisi’ne taşıdık. Meclis’te yapılan görüşmeler sonucunda bu krediyi kullanmak istediğimize dair karar alındı. Bu kararı Dünya Bankasına ilettik. Projenin yüzde 20’si de belediye bütçesinden karşılanacaktı. Bunun için aylık harcamalarımızdan tasarruf yaparak para biriktirdik. Bütün prosedür tamamlanmıştı. Geriye bir tek projenin merkezi kalkınma programına alınması kalmıştı.
Yasal olarak yerel yönetimlerin dış kredi kullanabilmesi için söz konusu projenin kalkınma Bakanlığı’nın yıllık kalkınma programında yer alması gerekiyor. Defalarca Kalkınma Bakanlığına müracaat ettik. Hatta iş insanlarını devreye koyduk o dönem bakan olan Cevdet Yılmaz’la bizzat görüşerek ya da kendisine yakın kişilerden aracı göndererek projeyi kalkınma programına almasını istedik. Ama yapmadı. Eğer kalkınma programına alınmış olsaydı, 2016 yılının Ocak ayında Dünya bankası krediyi verecek, baharla birlikte hafif raylı sistemi döşemeye başlayacaktık. Açık ve net olarak söylüyorum bu hizmetin Diyarbakır’a gelmesini AKP engelledi. Bunu AKP’li belediye meclis üyeleri de iş çevreleri de biliyor. Birçok kentte hafif raylı sistem, metro gibi büyük maliyetler isteyen projeler, Ulaştırma Bakanlığı bütçesinden merkezi hükümet tarafından yapılırken Diyarbakır’a böyle bir hizmeti çok gördükleri gibi, belediyenin yapmasını da engellediler.
Ergani’de Neolitik Köy ve Tarım Müzesi kurma projemiz vardı. Buğday tanelerinin ilk kez insan eliyle toprakla buluştuğu, ilk hasadın aldığı zaman şenliklerin düzenlendiği, ilk köyün kurulduğu bu topraklar, on bin yıllık tarihiyle Çayönü bize bu sorumluluğu yüklüyor. Böyle bir müze kurmak, bu toprakların kadim tarihine verilecek bir cevap olacaktır. Yine insanlık tarihinin ilk yıllarında kadın etrafından eşitlikçi bir yaşamın örgütlendiği sömürü, baskı, egemenlik ve hiyerarşinin olmadığı bu topraklarda, kadın müzesi kurmak da önemli projelerimizden biriydi. Mezopotamya Kadın Müzesi hepimize demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü bir gelecek inşa etmenin mümkün olduğunu her gün yeniden hatırlatacak bir mekan olacaktı. Müze ekibini oluşturarak, mekan, içerik, yöntem tartışmaya başlamıştık. Kadınların bu projeye sahip çıkacağına ve Amed’de bir gün bu projenin mutlaka hayat bulacağına inanıyorum.
Sizi belediye eş başkanlığına getiren Diyarbakır halkına bir mesajınız var mı?
Diyarbakır gibi siyasi, kültürel ve toplumsal açıdan son derece önemli bir kentte göreve gelen ilk kadın olarak tüm halka öncelikle beni bu göreve layık gördükleri için teşekkür ediyorum. Sorumluluğun büyüklüğünün yanı sıra yaşadığımız süreçte de son derece ağırdı. Yaşadığımız dönem, sanırım tarihe ‘fırtınalı yıllar’ olarak geçecek. Halkımızın bir tek kuruşunu heba etmeden, hiçbir değerine helal getirmeden, büyük bir özveriyle gece gündüz demeden çalışmış olmanın huzuruyla, alnım ak, başım dik, bayrağı yeni arkadaşlarımıza devredeceğim. İktidarın beni görevden almasının, cezaevine koymasının benim nezdimde hiçbir kıymeti yok. Ama halkın benden razı olmasının, son derece kıymetli olduğunun altını çizmek istiyorum. Kendi adıma yapabildiğim hizmetler için duyduğum iç huzurun yanı sıra, eksik kalanlar için halkıma özeleştirimi verdiğimi belirtmek istiyorum. Halkımız tüm hizmetlerin en iyisine layıktır. Keşke daha fazlasını ve daha iyisi yapabilmiş olsaydım. Önümüzdeki seçimde halkımızın en güçlü şekilde iradesini ortaya koyacağına ve büyük şehirle birlikle, Amed’in tüm ilçelerini de kayyım zihniyetini hezimete uğratacağına inanıyor, başarılar diliyorum.