Bazıları “Üçüncü Dünya Savaşı olur mu, olmaz mı, ne zaman olur, sonucu ne olur” diye tartışıp durmakta. Farslı şair Hayali’nin olduğu söylenen söz aklıma geliyor: “Ol mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler”… Şöyle de diyebilirdi, “deniz içindeki balık, ne zaman boğulacağım acaba diye kuyruğunu titretir”.
Uyduruk strateji uzmanları sazan balığı gibiler. Üçüncü Dünya Savaşı’nın ortasındalar, Olur mu olmaz mı diye papatya falına bakıyorlar. Biz de onların falına bakalım.
20’nci yüzyılın başından bu yana yaşanan dünya savaşları emperyalist dünya savaşlarıdır. Sebebi ne şudur, ne budur; dünya ekonomik pazarlarını yeniden ve yeniden paylaşmak, bu savaşların birinci ve yegane sebebidir. İlk iki dünya savaşı bu sebeple topyekun dünya savaşları olarak yaşanmıştır.
Bugünkü dünya savaşının topyekun, dünyanın ilk iki savaşta olduğu gibi her bir ülkesine yayılmamasının biricik sebebi “nükler dehşet dengesidir.” Teorik olarak nükleer dünya savaşı elbette mümkündür. Ama pratik bakımdan iki düşman kampın tüm iktidar güçleri akıllarını oynatmadıkça mümkün olamaz. Patlayacak tüm nükleer cephaneler, milyarları yok etmenin yanında, güneş ışınlarını örten bir bulut yaratacağı için, gıda kaynaklarının yok olmasına sebep olur ve hala yaşayanlar da açlıktan ölür.
Bugünkü dünya savaşının dünyanın bütün ülkelerinde değil de, “seçilmiş bölgelerde” olması işte bu sebepledir. Tıpkı Ortaçağ savaşları gibi. Savaşan taraflar o vakitlerde genellikle düz bir ovada karşılıklı mevzilenir ve savaş orada başladığı gibi orada biterdi. O nedenle bu gibi savaşlara “meydan savaşları” denirdi. “Dünya savaşları” 20’nci ve 21’inci yüzyılların marifetidir.
Şu anda dünya savaşı, ilk bakışta Suriye, Irak, Lübnan, Yemen, Türkiye, Ukrayna ve Rusya topraklarında yaşanmakta. Bu görünüşte böyledir. Bu savaşlara dünyanın hemen hemen bütün devletleri şu ya da bu şekilde burunlarını sokmuştur. Çünkü silahlar belli bölgelerde konuşmakta iken, bu savaşların sebebi olan “dünya ekonomik pazarlarını paylaşma kavgası” tüm dünya çapındadır. Bölgesel gibi görünen savaşları dünya savaşı yapan da işte budur. Üçüncü Dünya Savaşı’nı ilk ikisinden farklı kılanın da, söylediğimiz gibi, “nükleer dehşet dengesi”nin topyakün savaşı pratikte imkansız kılmasıdır.
Bu savaşlara “vekalet savaşları” demek, somut durumu anlamaya yardım etmez. Savaşlara doğrudan ya da dolaylı katılan bütün devletler hem küresel emperyalist devletlerdir, hem de bölgesel emperyalist devletlerdir. “Vekalet” verildiği için savaştığı söylenen bütün bölge devletleri ve o devletlere bağlı kuvvetler, tıpkı küresel emperyalist devletlerin dünya pazarlarını yeniden paylaşma kavgaları gibi, bölge pazarlarını yeniden paylaşmak için, yani hem küresellerin hem de kendilerinin hesabına savaşmaktadır. “Vekalet verenleri” emperyalist, “vekalet alan” bölgeselleri mağdur saymak, yaşanan savaşlardan hiçbir şey anlamamaktır.
Buradan çıkan sonuç savaşa dahil olan devletlerin, bunlar ister büyük, ister küçük, ister küresel, ister bölgesel, ister savunmada ister saldırıda olsun, savaşı başlatan kim olursa olsun hiçbiri “haklı” savaş vermemektedir. Görünüşte ABD ve NATO’nun saldırıda, Rusya, Çin ve müttefikleri İran’ın savunmada olduğu, askeri ve ekonomik bakımdan birinin daha güçlü, diğerinin daha zayıf olduğu şimdilik nisbeten doğru olsa bile, gerçekte bütün bu güçler ve onların müttefikleri olan bölgesel devletler “nükleer dehşet dengesi” yüzünden birbiriyle eşit güçtedir. Bu nükleer eşitlik Üçüncü Dünya Savaşı’nı “sürünen karakterde bir savaş” haline getirmiştir. Mesela Rusya birkaç haftada Ukrayna’yı baştan sona işgal edebilecekken savaş hala devam etmektedir. Türk ordusu birkaç ay içinde Suriye’yi işgal edebilecekken, bölgede biricik emperyalist olmayan Rojava’ya saldırmanın ötesine geçememektedir. Yemen’de de durum öyledir, Lübnan’da da öyle.
Bu sürünen dünya savaşı, dünya ekonomik pazarlarının yeniden paylaşılmasında bir uzlaşma gerçekleşene kadar sürecektir. Ancak böyle bir uzlaşma ister NATO’ya isterse Çin ve Rusya’ya, bölgesel açıdan ister Türkiye’ye, ister İran’a daha fazla avantaj sağlasa da, ya da nisbeten eşitlik temelinde bir uzlaşma olsa da, biz buna insanlık adına “barış” demeyeceğiz. Böyle bir barış savaşan devletlerin dünya halklarına karşı barışı olmaktan başka bir şey değildir. Kârlı çıkacak olanlar şu ya da bu oranda savaşı çıkaran, milyonların ölümüne, doğanın tahribine sebep olan emperyalist ve bölgesel emperyalist devletler olacak, savaşın ağır sonuçları ezilen emekçi halkların sırtına yüklenecektir. Sonuçta dünya pazarlarını sömürme kavgası geçici olarak, yeniden paylaşım gündeme gelene kadar sona erecek, bütün devletler bir yandan kendi paylarına düşen pazarlarda azami kâr elde ederken, diğer yandan birbirleriyle rekabeti sürdüreceklerdir. Yani “emperyalist barış” yeni bir emperyalist savaşa doğduğu gün gebe kalacaktır.
Buradan çıkan sonuç şudur: PKK Lideri Abdullah Öcalan kapitalist moderniteye karşı demokratik modernite derken, bunu gerçekleştirmenin yolunu da göstermiştir: Kapitalizme son verecek olan Konfederal devrim. Dünya savaşları bugün artık nasıl “dünya çapında” değil de “bölgesel çapta” gerçekleşiyorsa, Konfederal devrim de bölgesel savaşları ya önleyecek ya da bu savaşların şafağında “bölgesel konfederal devrimler” gerçekleşecektir. Gerçekleşmeye de başlamıştır. Rojava devrimi bölgesel konfederal devrimin zafere ulaşan ilk adımıdır.
O halde devrimci güçler emperyalistlerin kendi arasında yapacağı barışı bekleyemezler. Düşman her bir devletin içindedir. Ya bu devletlerin savaş suçlusu güçleri konfederal devrimle saf dışı edilecek ya da konfederal devrimin güçleri kendi devletlerini barışa mecbur edecektir.
Bekleyemezler dedim. Şundan dolayı: Bölgesel savaşlar yıkıcıdır. Hatta bölgesel taktik nükleer savaşlara gebedir. Savaş nasıl dünyanın her yerine yayılamazsa, nükleer savaş da bölgesel çapta mümkün ve muhtemeldir. Tehlikenin büyüğü budur. ABD nükleer silaha sahip olduğu gün bunu “komünizmi yok etmek için” kullanmak yerine, tarihteki ilk nükleer bombayı zaten Mançurya’da Sovyet ordusu ve Pasifik’te Amerikan ordusu tarafından yenik düşmüş japonya’ya karşı kullandı ise, şimdi de bu silah Ortadoğu’da kullanılabilir. Ortadoğu’da patlayan nükleer bombalar, moda tabirle küresellerin birbirlerine insanlık dışı “mesajı” olur. Mesela bir İran-İsrail savaşında, nükleer silaha sahip İsrail ve her an nükleer silaha sahip olacak olan İran bu silahları kullanabilir. Ortadoğu ve özellikle dört parça Kürdistan nükleer mezarlığa dönebilir. Barışın zakkum çiçekleri bu mezarlıkta yeşerir. Yani emperyalist barış beklenemez.
Hele “dünya savaşı olur mu olmaz mı” gülünç tartışmaları ölümcül zaman kaybından başka hiçbir sonuç doğurmaz.
Balıklar suyun içinde olduklarını anlamalıdırlar.