Sakındığımız ne varsa, aramaya gerek kalmadan gelip kapımıza dayandı. Günler birbirine karıştı ve bulamadığımız ne varsa yanı başımızdan akıp geçti. Hüzne boğulduk önce, hüznümüzü boğacak bir neden aradık. Velhasıl birbirini arayan birbirine körmüş, onu da anladık ve yaşadık.
Birileri zaten birbirine benziyor, yetmiyor bir de taklit ediyor; cezadır bu. Kaldığımız yerlere dönüyoruz; kalmamışız. Bir yenilgiye daha çukur kazıp el sallıyoruz dünyaya, dünyanın içindeki bu yaşama ve onun dışına da. Çölde kum, evrende yıldız, denizde damla, dağda taş, ormanda yaprak olmaya yelteniyoruz. Çünkü benzemek yetmiyor, eylemek de gerekiyor.
Olmazların olmazı, olurların oluru, her şeyin bir adım ötesi ve berisi var. Bazısına hasret, bazısına hayret yakışıyor. Issız diyarlara ve arsız zamanlara yetiştik. Dedik ki burası dünyanın gözyaşı yeri, çapaklanmış kahırdan, bize benzedi gökyüzü de. Sayıldığımızı sanıyoruz, sanmakla avunuyoruz ve sayıldıkça ölüyoruz. Övünüyoruz da. Oysa sayılar elbette değişir ve yer değiştirir.
Gitmek diyoruz, dönmekten bahsediyoruz ve birbirimize bakıp uslanmış bir utançla kendimizi ehlileştiriyoruz. İhmal edilen yok, itaat eden çok diye bir imha, tarihi de coğrafyayı da inkâr ediyor. Müstahak ilan edilmiş bir çağın yangını herkese yetişiyor. Aynı cehennemde ayrı odunlarla hem dövülüyor hem de yanıyoruz. Kabus gibi her şey, korkunç masallar değil, efsaneler hiç değil; hayat asimile edildi ve artık kimseler sağ kurtulamıyor.
Herkesin ve her şeyin sonu var çünkü gelecek gelmeyecek. Bir efkar söylencesi anılır, ahlar vahlar birbirini kovalar durur. Zaten biz inanmayı da isyan etmeyi de yanlış öğrendik, öğretmemeyi asla aklımızdan geçirmeden yaşadık ve yaş aldık hem de ıskalamadan. Serzenişler karnaval sanılır, sözler sarkaç çınlaması ve herkes kendinden kaçmayı maharet sanır.
Azap çeken ruhlarımızın gazabı yerkürede yer bulamıyor ve her yer harap birer manzara. Hederden sayılan yıllar, kedere yazılan hayatlar, peşinden gelen hüsranlar, ölümler ve ayrılıklar. Paramparça olmuş günlerin ne gidecek bir yeri ne de anımsanacak bir hali kaldı. Yara kimden ve nereden olursa olsun, insan kaldıkça kanıyormuş.
Haberlerin cinneti, çarelerin bıkkınlığı her tarafı sarıp sarmalamış. Bir yön, bir pusula olsa da kaybolan yine kaybolmaya mecbur. Histeriler, kahkahalar peşi sıra sürüklüyor zedelenmeyi ve serzenişleri. Alışmak bir veba gibi yayıldı ve kaçan olmadı. Herkes her yerde suçlu ve cezalı yapamadıkları için. İnsan kendini bir vahada sanırken, aldandığı seraptır, dünya gibi ve hayat misali.
Bize teselliler, avuntular, aldanmalar arasında bir hapishane kurmuşlar, voltamızda pişmanlık dolu ıslıklar ve şarkılar. Nereden ve kimden geçtiysek aslında geçemedik ve gittiğimiz her yere de götürdük. Sırra kadem basmış hakikatler, bu yaşama sırtını dönmüş gerçekler artık yok. Nereye dönsek, kime baksak herkesin aynası bomboş.
Enkazımız ayan beyan ortadayken depremimizi gören yok. Yaralarımız gösterirken ne silah var ne de bıçak. Denilir ki düşlerinden düşenlerin gidecek bir yeri yok, dermanı da yok. Her yerden kovulan insan varıp kendi serencamına mezar arıyor, bir de afili destanlar.
Şükür ki serüven de var, serüvenciler de gerçek. Dönüyorsa dünya, dinemiyorsa öfke, onların hatırınadır. Bizim büsbüyük hikâyelerimiz var daha, henüz yazılmadı ama elbet onlar da yazılacak ve dünya yeniden bir alfabe ve bir sesle okuyup tembihleyecek: Dağlar ve ovalar birleşince nehirler ve göller de denizlere kavuşacak.
Haftanın kitap önerisi: Aslı Ilgın Kopuz, Zaman Zaman Güneşli / Can Yayınları