KONGRA-GEL Eşbaşkanı Remzi Kartal son gelişmeleri ve Kurdistan’a etkilerini değerlendirdi:
‘Türk devleti artık Güney’de KDP’nin hâkim olduğu bütün alanlarda onu kendisi için bir güç olarak kullanıyor. Türk devletine teslim olmuşlar. Dört parça Kürdistan halkının bunun karşısında duruşunu ortaya koyması gerek. Çözüm sadece Güney Kurdistan’da değil, dört parça Kürdistan’da’
Hamas’ın en üst düzey liderlerinden İsmail Haniye’nin İran’ın başkenti Tahran’da İsrail’in hava saldırısıyla öldürmesi sonrası Ortadoğu’daki tansiyon daha da yükseldi. İran’dan “misilleme” açıklamaları yapılırken, İsrail ise saldırılarını Lübnan’a kadar genişletti.
Gerilimin tırmandığı Ortadoğu’daki gelişmeler bununla sınırlı değil. Türkiye de yaşanan gerilimden faydalanarak Kürt kazanımlarına karşı girişimlerini arttırdı. Türkiye, bir yandan uluslararası ve bölgesel güçlerin desteğiyle Temmuz ayı başında Federe Kurdistan Bölgesi’ndeki saldırılarını genişletirken, diğer yandan Kuzey ve Doğu Suriye’deki statünün ortadan kaldırılması amacıyla Beşar Esad ile barışma çabası içerisinde.
KONGRA-GEL Eşbaşkanı Remzi Kartal, Ortadoğu’daki gelişmeleri ve Kurdistan coğrafyasına etkilerine dair soruları yanıtladı.
- Haniye’nin öldürülmesi sonrası gerilim tırmandı. İran’dan ‘misilleme’ açıklamaları geldi, İsrail de yeni saldırılara başladı. Tüm bu yaşananları nasıl yorumluyorsunuz? Yaşanan karışıklık nereye evrilir?
Ortadoğu’da yaşanan bu yoğun savaş süreci dünyadaki kapitalist sistemin yaşadığı krizle bağlantılı. Yani sistemin karakteridir; krizi savaşla aşmak. Uluslararası güçler dünyanın her tarafındaki bu savaşlarla hakimiyetlerini sağlamlaştırmak, savaş sanayini geliştirmek ve bu temelde hakimiyet sürdürmeyi esas alıyorlar. Netanyahu ve ittifak ettiği dinci ve radikal gruplar, tam da bu süreci fırsat bilerek kendi politikalarını savaş eksenli olarak geliştirmek istiyor. İran da bölgesel hakimiyetini farklı bir biçimde kendi stratejisi içerisinde sürekli geliştirmeyi esas alıyor. Hem halka hem de siyasi liderlere yönelik yürütülen bu saldırı politikaları bu süreçte daha da gelişecek gibi görünüyor.
- İran’ın nasıl bir tepki vereceğine dair öngörünüz nedir?
İran nasıl bir yanıt verir, bunu net olarak bilemeyiz. Ama İran’ın işi zor. Çünkü hem uluslararası bir baskı altında hem de doğrudan büyük bir savaşa katılmak istemiyor. Bu İran için de oldukça zorlayıcı. Haniye’nin öldürülmesinden sonra Ürdün Dışişleri Bakanı’nın İran’a gelişi aslında Amerika ve Amerika’ya bağlı başta İngiltere olmak üzere güçlerin mesajını götürmesidir. Savaşın tırmandırılmamasını esas alan bir ziyaretti. Daha önce de İsrail’e yönelik yapılan saldırıda da aynı şeyler yapılmıştı. Yapılan görüşmelerde adeta karşılıklı bir anlaşma çerçevesinde İran’ın İsrail’e yönelik saldırıları kontrol edilebilmişti. İsrail de bunu biliyor. Uluslararası güçler de bunu biliyor. Bu çerçevede önümüzdeki sürecin nasıl olacağını net söylemek zor ama savaş, kriz, istikrarsızlık daha da artarak devam edecek.
- Son gelişmelerin Hindistan’dan Avrupa’ya uzanan yeni enerji yolu ve Türkiye-Irak arasındaki ‘Kalkınma Yolu Projesi’ ile bir bağlantısı var mı?
Üçüncü Dünya Savaşı olarak adlandırılan bu süreçte temel hedeflerden birisi de enerji yollarına, enerji kaynaklarına hâkim olmaktır. Hindistan, Arap ülkeleri, Ürdün, İsrail, Kıbrıs, Yunanistan üzeri planlanan enerji hattı, Türkiye’yi devre dışı bırakmıştı. Bu Türkiye için çok zorlayıcı bir durumdu. Zaten en üst düzeyde Erdoğan tarafından da dile getirilmişti. Şimdi Erdoğan alternatif bir projeyle özellikle Irak’ı kendi projesine katma temelinde Kalkınma Yolu Projesi’yle bir hamle yapıyor. Fakat asıl net olan şey, bu hamlenin asıl amacının büyüyen, gelişen ve önü alınamayan Kürdistan özgürlük mücadelesini sınırlandırmak ve süreç içerisinde tasfiye etmek. Bunun için de Irak’la ortak bir proje geliştirip, Irak’a adeta bir zarf atıyor. Irak’ı da, gelişmesinin önünü açacak bir projeyle bu sürece katmak istiyor.
- Başarılı olur mu?
Türkiye’nin ne kadar zorda olduğu biliniyor. Çünkü geçen 10 yıllık süreçte askeri olarak yeni bir konsept geliştirdiler ancak başarısız kaldılar, sonuç alamadılar. Ekonomileri çöktü, siyasi olarak bu son seçimlerde de kaybettiler. Onun için de tek başlarına PKK’ye karşı girdikleri çıkmazı aşamayacaklarını kabul ettiler ve bu temelde de dışarıya yönelik bir hamle yaptılar.
Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, İran, Avrupa, Amerika… herkesi bu sürece katmak istediler. Hem ekonomik olarak Türkiye’nin önünü açacak hem de askeri olarak yardım alacak bir konseptle bir seferberlik içine girdiler. Ama eli boş döndüler. Sadece Irak ve KDP’yle bir ilişki kurdular. Bir tehlike riski söz konusu ama fırsat var. Türk devlet faşizminin çökertilmesi, ihanetin çökertilmesi ve dört parça Kürdistan’da sorunun demokratik çözümü ve halkların eşit birlikteliğine dayalı yeni bir konsept çerçevesinde yeni bir sürecin başlamasının zemini var.
- Irak ve KDP ile kurulan ilişki gündemde; son saldırılarda bu ilişki üzerinden Federe Kurdistan Bölgesi ile Kuzey ve Doğu Suriye arasında bir tampon bölge oluşturulmak istendiği belirtiliyor. Bu değerlendirmeleri nasıl okuyorsunuz?
Hem Türk devleti hem KDP hem de DAEŞ cepheleri açısından ortak bir amaç. Nasıl? Türk devletinin Misak-ı Milli çerçevesinde Musul ve Kerkük kapsamında bir programı var. Oradan Halep’e yönelik. KDP’nin iktidarına karşı alternatif bütün Kürt siyasi hareketlerini silecek. İktidarının önünü açacak. Rojava’da da kendi önünü açacak. Rusya ve Şam üzerinde yaptıkları ittifakla Kuzey ve Doğu Suriye ve sistemini hedef alacak. Diğer taraftan Suriye’ye ‘Biz sizin toprağınıza karşı saygılıyız. Sadece buradaki ülkemize yönelik tehditleri ortadan kaldırmak istiyoruz’ diyerek, bir ilişki sürdürmeyi isteyecek. Aslında Musul, Kerkük ve Halep çerçevesinde bir Osmanlı hayalini bölgede canlandırmak istiyor. Fakat şunu diyebiliriz; ‘Aç tavuk kendisini darı ambarında sanır.’ Erdoğan bu konseptle aslında Amerika’nın Vietnam’da yaşadığı yenilgiyi Türk rejimine yaşatacak. Hem Erdoğan’ın çöküşü hem de yüz yıllık faşizmin çöküşünü getirecek bir konsepttir.
- Türkiye’nin KDP işbirliğiyle Temmuz ayı başında genişlettiği saldırıları, sonrasında yeni üs bölgeleri ve kontrol noktaları kurmasını da bu ‘hedef’ bağlamında ele alabilir miyiz?
Türkiye çok açık ve net bir şekilde ciddi bir kriz ve sıkışma hali yaşıyor. Türkiye, bu ülkelere yönelik gidişleri ve gelişleri, yardım alma ihtiyacı içerisinde olan bir ülke tablosunu çok net bir şekilde ortaya koyuyor. Diyebiliriz ki bu son on yılda özgürlük mücadelesinin önünü kesmek için çok şey yaptılar. Bütün ekonomik, siyasi, askeri, istihbaratı ülke imkanlarını seferber ettiler. Bu son hamle diyebiliriz.
- KDP neden böylesi bir işbirliğinin içerisinde yer alıyor?
Çünkü KDP, hiçbir zaman Kürt ulusal birliğini hedefleyen, bu temelde Kürt demokrasisini geliştirmeyi, Kürt toplumunun gücü ve yaşamını geliştirmeyi hedefleyen bir konseptin sahibi olmadı. Başından itibaren hep kendi iktidarlarının gelişmesini, büyümesini esas alan bir strateji esas aldı. Günümüze kadar Türkiye, Irak ve Şam ile olan ilişkilerinin hepsi bu temeldeydi. Mesela 1968’de Şah rejimi ile böyle bir şey yaptılar. 1961-1966 arasında Güney Kürtleri ve Talabani ile yaşanan sorunların merkezinde de yine bu anlayış vardı. Aile iktidarına dayalı siyasetin yarattığı krizle Kurdistan’da siyaset parçalandı. KDP diye bir ikili siyaset ortaya çıktı. Sonra 1968’de Şah rejiminin talebi çerçevesinde Doğu Kürdistan’da devrimcileri katlederek, teslim ettiler. Aynı zihniyet daha sonra Dr. Şivan ve arkadaşlarını Türk devletinin isteği çerçevesinde katlettiler. Günümüzde de Türk devletinin hizmetinde bir pozisyonda. Bu aslında KDP açısından ihaneti aşan bir tablo.
Dünkü süreçte bir ihanet tablosu netti. Aile iktidarını uzatmak ve onu sağlama almak için düşmana hizmet eden bir siyasetti. Ama artık günümüzde Türk devletine tamamen köle. Yani Türk devleti artık Güney’de KDP’nin hâkim olduğu bütün alanlarda onu kendisi için bir güç olarak kullanıyor. Türk devletine teslim olmuşlar. Dört parça Kürdistan halkının bunun karşısında duruşunu ortaya koyması gerek. Çözüm sadece Güney Kurdistan’da değil, dört parça Kürdistan’da. Bütün siyasi partiler, kadınlar, şahsiyetler, toplumsal bileşenlerin ihanete ve sömürgeciliğe, Türk sömürgesine karşı harekete geçmesi ve mücadeleyi büyütmesi gerekir.
- Federe Kurdistan Bölgesi’ndeki gelişmelerle devam edecek olursak; Kerkük’te seçimlerin üzerinden 8 ay geçmesine rağmen yeni vali seçilmedi. KDP de Kürt karşıtı cephe ile anlaştı. YNK saf dışı bırakılmak isteniyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şunu tekrar etmem gerekiyor; artık Türk devletinin emrinde olan bir yapı var. KDP’nin Kerkük’teki ittifaklarını, siyasetini anlayabilmemiz için bu gerçeği görmemiz gerekiyor. Çünkü daha dün yeni açıklama yapıldı. Yaptıkları ittifak çerçevesinde valiliğin Araplara verilmesi konusunda anlaşmışlar. İşte söylediğim zihniyet bu, yani aile zihniyeti. Burada Kürtlük yok. Burada Kurdistan yok. Burada toplumsal ulusal bir strateji, bir konsept yok. Kerkük Valiliği seçimleriyle ilgili tablo, Barzani ailesinin ihanette geldiği son durumu izah ediyor. Barzani ailesi eğer kendisi olamıyorsa, kendisi dışında bir Kürt’ün de alternatif olarak ortaya çıkmasını istemiyor. Bir Türk olabilir, bir Türkmen olabilir, bir Arap olabilir, bir Fars olabilir. Bunda hiçbir sorun yok. Onları kendisine rakip görmüyor. Kürt olmasın, kim oluyorsa o olsun. Onun için Barzani ailesi artık bir Kürt partisi olarak değerlendirilmemeli. Tamamen sömürgeci sisteme teslim olmuş bir güçtür, bir zihniyettir, bir aile politikasıdır.
- Dışta bunlar yaşanırken içte de Kürtlere dönük saldırılar bir başka boyuta ulaştı. Halay çekenler tutuklanıyor, ‘Pêşî Peya’ yazıları siliniyor… Tüm bunlar neye işaret ediyor?
AKP-MHP, son 10 yıllık süreçte büyük bir başarısızlık yaşıyor. Ürettikleri savaş doktrini başarısız kaldı ve çok büyük bir ekonomik yük altında girdiler. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile uluslararası serbest piyasa ekonomisinden koparıldı ve Türkiye’nin kaynaklarını ‘tekniğe’ dayalı savaş sürecinde çökerttiler. Yasama, yürütme, yargı sisteminin ortadan kalktığı, basının olmadığı, adaletin olmadığı, ekonomisinin savaş ekonomisine endeksli olduğu bu süreçte Türkiye’ye yatırım gelmiyor. Bunun için de tamamen uluslararası mafyaya sermayesini açtılar. Bu da Türkiye’de büyük bir çöküşü yarattı. Diyebiliriz ki hem ahlaki hem siyasi hem ekonomik hem psikolojik moral olarak büyük bir çöküş içerisinde.
Bu son seçimlerde de siyaset büyük bir darbe yedi. Bir önceki seçimde muhalefet büyük bir darbe yedi. Kılıçdaroğlu ve yönetimi silindi. Akşener silindi. Bu son seçimde de AKP ve MHP silindi. Bu neydi? Tekçi devlet sistemini savunan siyasi partilerin çöküşüdür. Neden? Çünkü yürüttükleri politikalar başarısız. Türkiye mafya ve çetelere teslim edilmiştir. AKP-MHP iktidarı, bu tablo karşısında son bir hamleyle bu son operasyonlarla bazı sonuçlar elde etmek ve kendi iktidarlarını kurtarmak istiyor. Ama bir taraftan da Türkiye’de topluma yönelik saldırılar sürüyor. Düğünlere, halaylara yönelik düşmanlık düzeyine geldi.
Dengelerini kaybettiklerini, açıktan bir toplumun kimliği, varlığı, dili ve geleneğiyle çatışan bir düzeye geldiğini görüyoruz. Onun için Türkiye’de demokrasiden, özgürlükten, eşitlikten ve adaletten olan bütün demokrasi güçleriyle faşizmin çökertilmesi ve demokratik bir sürecin başlatılması için bu süreci fırsat bilmek gerek. Tekçi sistemin çökertileceği bir süreçtir. Kürt sorununun demokratik siyasal çözümü, bütün Kürtlerin yaşadığı bölge ülkelerinde demokrasinin, eşitliğin ve özgürlüğün önünü açacaktır. Bu temelde bu tarihi süreci doğru okumak, doğru anlamak ve buna yanıt olmak gerekiyor.
- Tüm bu yaşananları göz önünde bulundurduğumuzda nasıl bir süreç bizi bekliyor?
Türkiye’de bu süreci, olması gereken bir seçime kadar normal götüremezler. Ne ekonomik ne siyasi ne de psikolojik olarak bunun koşulları yok. Önümüzdeki süreç faşizmin çökertilmesinin ve demokrasi önündeki engellerin kaldırılması sürecidir. Bunun için de Türkiye bir erken seçim süreciyle karşı karşıyadır. Ya da yeni bir geniş ulusal mutabakat, ama demokrasi eksenli geniş bir ulusal mutabakat eşiğindedir. Onun için Türkiye’deki demokrasi güçleri bunu görmeli. Başta DEM Parti ve birlikte oluşturduğu ittifak, kendilerini bu sürecin motor gücü olarak görmeliler.
CHP sistemin partisidir. Sistemin tıkanmasından dolayı CHP’de de sorunlar yaşanıyor, arayışlar ortaya çıkıyor. Onun için DEM Parti ve demokratik güç birliği, Türkiye’nin bütün sorunlarına -Kürt sorunu başta olmak üzere- yönelik çözüm öneren, ana muhalefet partisi olarak rol oynayan bir mücadeleyi esas almalılar. Türkiye, yakın zamanda büyük değişimlerle yüz yüze gelecek bir süreç içerisindedir. Bu temelde herkes motivasyonunu yüksek tutmalı. Bu rejim kafayı yemiş.
Söyleşi: Fırat Can Arslan/MA