Uzun süredir Türkiye’deki insan hakları ihlallerine seyirci kalan ve hatta yer yer verdiği kararlarla bu ihlallerin ortağı haline gelen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 4 Kasım siyasi darbesiyle tutuklanan HDP önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş hakkında çok önemli bir karar aldı.
AİHM’in Demirtaş kararı tartışmaya yer bırakmayacak kadar açık ve son 3 yıl içinde yapılan siyasi operasyonların hepsine yönelik emsal niteliği taşıyor. AİHM, Demirtaş kararında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) uzun tutukluluk ihlalini içeren 5. maddesi ile “seçme seçilme hakkının çiğnenmesi” gibi siyasi nedenlerle hapsedilmeyi içeren 18. maddesinin ihlal edildiğine hükmetti. AİHM önceki tutumlarının aksine Demirtaş’ın derhal serbest bırakılmasına karar vererek Türkiye’nin ne yapması gerektiğini de belirlemiş oldu.
Bu karar birden fazla anlam içermektedir. 4 Kasım operasyonun bir siyasi darbe olduğu ve siyasi nedenlerle yapıldığı AİHM tarafından tescillenmiştir. Karar, aynı zamanda 2015 yılından beri yapılan operasyonların neredeyse tamamının aynı saiklerle yapıldığını ve siyasi operasyonlar olduğunu teyit etti. AİHM kararı, Türkiye’deki ihlallerin Avrupa hukuku açısından “görmezden gelinebilir, tolere edilebilir sınırları aştığı” anlamını da taşımaktadır. Demirtaş kararı Avrupa’nın şimdiye kadar AKP ile uzlaşma politikasından tümüyle vazgeçtiği anlamına gelmese de Türkiye’ye yönelik güçlü bir uyarı niteliği taşımaktadır. Ancak karar, sadece Türkiye hükümetini cezalandırma kararı olarak değerlendirilemez. Çünkü karar Türkiye’ye mevcut siyasi krizden çıkmanın imkanlarını da sunuyor. Yeni rejimi inşa etmek adına siyasete yapılan müdahalelerin yarattığı siyasi kriz ve türbülansın derinleştiği bir dönemde kararın uygulanması ve gereğinin yerine getirilmesi siyasette normalleşme fırsatı tanıyor.
Buna rağmen Türkiye’nin karara ilişkin nasıl bir tutum takınacağına ilişkin muhtelif senaryolar var. Bunlardan birincisi, Erdoğan’ın karardan hemen sonra üst üste yaptığı açıklamalarla beyan ettiği gibi kararın uygulanmayacağı ve siyaseten AİHM’e ve uluslararası hukuka rest çekeceğidir. AKP kararı seçim öncesi yeni bir gerginlik siyaseti oluşturmak için kendisine sunulan bir fırsat olarak değerlendirme eğilimindedir. Zira Erdoğan, son yıllarda yapılan hemen hemen bütün seçimlere bir gerginlik siyasetiyle girdi ve “iç ve dış düşman” söylemleriyle kitlesini konsolide etti. AKP ekonomik krizin kendi kitlesinde bile yarattığı kırılmayı, farklı siyasi arayışlara yönelme arayışını engellenmenin bir yolu olarak AİHM kararı üzerinden krizi derinleştirme yoluna gidebilir. Ki bu durum, yıllar içerisinde AKP’nin İsrail’den Rusya’ya, Almanya’dan Avrupa’ya zaman zaman Amerika’ya kadar bütün bağımlı ilişkilerine rağmen söylem düzeyinde cephe alma tutumu ile uyumlu bir politikadır.
AKP’nin AİHM kararına rest çekmesinin muhatabı Avrupa’dır, uluslararası hukuktur. Böylesine bir tutum, AKP’nin içeride yarattığı “yasasızlık, kanun tanımama” pratiğini uluslararası hukuka dayatması anlamına gelir. İlgili muhatapları AKP’nin uluslararası hukuka yönelik bu meydan okumayı kabul eder mi, bu belirsizdir çünkü böyle bir dayatmaya “eyvallah” denilmesi herkes açısından öngörülemez bir kanunsuzluğu dünyaya hakim kılma tehlikesi barındırmaktadır. Bu da yeni ve daha büyük krizlerin tetiklenmesini beraberinde getirecektir. Türkiye açısından da böyle bir eğilimin yaratacağı handikaplar, çıkmazlar ve siyaseten onarılmayacak hasarlar vardır.
İkinci eğilim Erdoğan’ın bir yandan AİHM’e üst perdeden rest çekerken Brunson kararında olduğu gibi el altından yargıya alan açma ve kararın gereğini yerine getirmesini sağlama eğilimidir. Böyle bir senaryo ile “yargı bize rağmen karar alabiliyor” algısı yaratılmak istenmektedir. Böyle bir senaryo hem AKP’nin siyaseten geri adım atmasını engellemiş olacak hem de olası büyük bir krizin önünü almış olacaktır.
Kararın bir şekliyle uygulanması Türkiye siyasetine yeniden nefes aldırabilir ve ekonomik krizin çözümü de dahil pek çok sorunun çözüm yoluna girmesini beraberinde getirebilir.
Sonuç itibariyle kararın gereğini yerine getirmek de karara karşı ayak diremek de çok yönlü sonuçlara yol açacaktır. Bu konu AKP’nin siyasi hesapları için üzerinde tasarrufta bulunacağı, üzerinde tepineceği bir mesele değildir. Doğrudan Türkiye’nin geleceği ile ilgilidir. 90’lı yıllarda DEP davasında bile AİHM kararının gereği yerine getirilmişken günümüzde bunun gerisine düşen bir tutumun faturası bütün Türkiye halkları açısından ağır olacaktır.