Geçen hafta halay çekerken slogan attıkları gerekçesiyle düğmeye basılmışçasına birçok Kürt yurttaş gözaltına alındı ve çoğu tutuklandı. Bu konuda birçok yazı yazıldığı gibi geniş bir cephede tepkiler de oluştu. Kimi yerde halaylarla kimi yerde açıklamalarla ciddi bir reaksiyon oluştuğunu gördük.
Tarihe “halay operasyonu” olarak geçecek olan bu baskı furyası hem ironik hem riskli. Hadisenin halay etrafında dönmesi Kürtleri derinden etkiledi. Hala aklı başında olan iktidar yetkilileri varsa -ki bunu gerçekten bilmiyoruz- şu hakikati görmeli: Kürt halayı pozitif suç ve ceza diyalektiği bağlamına sıkıştırılacak bir hadise değildir. Kürt halayına müdahale, her ne kadar atılan sloganlarla suçlulaştırılırsa suçlulaştırılsın, belli bir etnik yapının dilini, kültürünü ve kimliğini yasa yoluyla kırıma tabi tutmaktan başka bir anlama gelmez.
Aslında hepimiz bal gibi biliyoruz ki halay bahane. Temel mesele Kürt meselesidir. Kürt meselesi çözümsüz kaldığı sürece aklın, vicdanın ve ahlakın tüm sınırlarını zorlayan bu tip absürt pratikler karşımıza farklı zamanlarda, farklı formlarla çıkmaya devam edecektir. Bazen halaya, bazen dile, bazen suya ve ormana, bazen tarihe ve kültüre, bazen yaşlıya, bazen kadına ve çocuğa yapılan müdahalelerle bu tip can sıkıcı hadiseler Kürt meselesi çözümsüz kaldığı sürece varlığını sürdürecektir.
Olayın diğer boyutu ise Kürt meselesinde şiddet tekelinin keyfi bir araç haline getirilmesi, fiziksel-yasal kuvvetin kullanılma biçimidir. Ulus devlet düzeninde sürekli güncellenen şiddet tekelinin orantısız bir şekilde kullanılması tüm ilişkileri laçkalaştırıyor ve ortada ciddiyet bırakmıyor. Şiddet tekelinin çıplak gücüyle başkalarının dünyalarını eksiltmekten keyif alan bir enerjinin bereketinden medet umuluyor. Şayet mesele köpürtüldüğü gibi, büyük devlet olmaksa şöyle bir etrafa bakalım; hangi devlet bu tip müdahalelerle yurttaşı bezdiriyor? Büyük devletler insanların diliyle, kültürüyle, kimliğiyle uğraşmaktan çoktan vazgeçti; hatta bazıları hiçbir zaman dile, kültüre ve kimliğe bile dokunmadı. Rusya, ABD, AB ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkede bu tip müdahaleler çağın çok gerisinde görülen ilkel müdahaleler olarak görülüyor.
Yurttaşlara ırkçılığı ve milliyetçiliği aşılayan yeni bir devlet aklı ile karşı karşıyayız. Yeni devlet aklının ırkçılık ve milliyetçilik odaklı politikasının güncel araçları ise Kürtler ve mültecilerdir. Dönüşümlü olarak düğmeye basılıyor. Kürtler ve mülteciler üzerinden yürütülen ırkçılık ve milliyetçilik pratikleri, ideolojik ve kültürel olarak farklı mahallelerde olmalarına rağmen farklı kesimleri aynı linç seansları etrafında birleştirebiliyor. Böylece milliyetçilik ve ırkçılık aynı anda hem muhafazakar hem de seküler kitlelere aşılanıyor. Düğmeye basıldığı anda bu tür müdahaleler gündelik yaşama doğrudan etki ediyor; dünün misafirperver komşusu bugünün en tehlikeli düşmanı oluveriyor. Kendi varlığını ötekinin gözünün içine sokarak, ötekinin yokluğuyla mutlu olabilen ırkçı-milliyetçi yurttaşlık profili inşa ediliyor. Habil-Kabil kardeşliği farklı mahallelerde, benzer motivasyonlarla adım adım karşılık buluyor.
Yüzleşmeye ihtiyaç var. Kürdün varlığıyla, haysiyetiyle, dili ve kültürüyle oyun oynamak, bu oyunu gündelik siyasetin veya geçici iktidarların fantezilerinin bir parçası haline getirmek her iki halkın ortak geleceğine dinamit koymaktır. Dünyanın hiçbir yerinde halay çeken insanlar suçlu ilan edilmemiştir; hakeza dünyanın hiçbir yerinde yirmi milyon yurttaşın dili “bilinmeyen dil” olarak kayıtlara geçmemiştir. Bu neyin hazırlığıdır?
Tarihsel olarak hiçbir iktidarın ömrü Kürtlerin kadim dilini, kültürünü ve kimliğini yok etmeye yetmedi. Türkiye’deki motivasyon nevi şahsına münhasır bir motivasyondur. Yeni İran Cumhurbaşkanı daha dün “Bijî Kürdistan” dedi. Çok mu aptal acaba bu adam? Trollerle, çevrimiçi ırkçı-milliyetçi şovlarla Kürt meselesi çözülemez. Sanal bir oyundan bahsetmiyoruz. Ülkenin ekonomisi başta olmak üzere iç ve dış sorunlarını domine eden temel bir meselenin bu dar kafalılıkla yönetilmesine karşı sosyal ve siyasal bilimciler başta olmak üzere siyaset kurumu, sivil toplum ve akli-vicdani-ahlaki ilkelere sahip olan her yurttaş sorumluluk üstlenmelidir.
Kürtlerin siyasi ve kültürel varlığına olan tahammülsüzlük büyüyor, bu konuda sistematik bir kışkırtma olduğu çok açık. Kürtler üzerinden her gün tırmandırılan ırkçılık ve milliyetçilik ile ne planlanıyor? Kim, kime, neyi göstermeye çalışıyor? Küresel ve bölgesel siyasette ortalık toz duman iken Kürtler ve Türkler arasındaki fay hatlarıyla oynamanın maliyetini iyi hesaplamak gerekmez mi? Mesele Türk milliyetçiliğinin duygu dünyasının çok ötesindedir. Dolayısıyla Kürt meselesi, dahası ve de en önemlisi Kürt-Türk ilişkileri milliyetçilere teslim edilemez.
Fırsatların ve risklerin yeniden belirlendiği, dost-düşman ilişkilerinin yeniden kurulduğu bir denklemde Ankara Kürtlerle nasıl yaşamayı düşünüyor? Düşmanlığı derinleştirmenin sonuçları nereye doğru gider? Savaşın ve şiddetin tırmandırıldığı ve milliyetçiliğin dar aklına teslim edilen tüm ilişkiler sadece meselenin maliyetini yükseltir. Kürt halkının düşmanlaştırılması noktalanmadığı sürece siyasal ve toplumsal yaşamın normalleşmeyeceğini bilmeliyiz. Ulus devletin dar milliyetçi aklının ötesinde düşünmek zorundayız. Sınırların dışında kalan Kürtlerle dost, kendi Kürtleriyle barışık bir Türkiye, olası riskleri bertaraf etme kapasitesine sahip olabilir. Bu nedenle “ortak yaşamı” ilke edinen bir siyasal atmosfere ve siyasal akla ihtiyaç var. Mesele ortak yaşamı korumaktır; çünkü başka seçenek yok.