Geçtiğimiz haftalarda Mubi tarafından restore edilmiş yeni versiyonuyla yeniden izleme fırsatı bulduğumuz 1989 yapımı Uçurtmayı Vurmasınlar, cezaevi koğuşlarından başka bir dünya bilmeyen Barış adlı bir çocuğu ve aynı hapishanedeki siyasi mahkum İnci’yi odağına alır. Feride Çiçekoğlu’nun aynı adlı romanından uyarlanan ve Tunç Başaran tarafından yönetilen filmin Mubi tarafından restore edilmesi, filmi yeniden değerlendirme imkanı sundu.
Film, 12 Eylül sonrasında memleketi yıllarca etkisi altına alan baskı ortamında geçiyor. Etkileri, hala devletin işleyişinden sosyal hayata ve gündelik yaşama kadar sinen, bütün değerler sistemimizi etkileyen baskı ortamında… Siyasi bir tutsak olan İnci ile Barış’ın gözünden ve bir kadınlar hapishanesi üzerinden çizer bu baskı ortamını.
Uçurtmayı Vurmasınlar bir çocuk karakter üzerinden, radikal siyasal değişimlerden geçen ülkeleri ve toplumları ele alan Machuca (2004), Annemler Tatilde (2006), Min Dît (2009) ve Türkiye’de yakında vizyona girecek Karanlık Noktada gibi filmlerle hem uzak hem de yakın bir akrabalık taşıyor. Çocuklukla imlenen masumiyet ve iyiliğin kaybının altının çizildiği bu filmlerde, askeri darbeler, totaliter rejimler ve faşist hükümetlerle başı belada olan “büyükler”, yani devrimciler neredeyse dört başı mamur birer süper kahramandır.
Bu kahramanlar eli sopalı ve silahlı kötülere karşı kafa tutar, onların oyunlarını boşa düşürmeye çalışır. Gözü pek ve cevvaldir. Masal ve şiir sever, dış dünyanın aksine yumuşak ve ilgilidir. Daha sonra yeri geldiğinde süper kahramanlardan beklenildiği üzere, kötü güçlerden köşe bucak kaçmayı ve saklanmayı da bilirler ve elbette nihayetinde işkence görür ve öldürülürler.
Nur Sürer’in kusursuz bir biçimde hayat verdiği İnci, hapsedilmiş bir süper kahramandır. Hapishanede doğmuş dört yaşındaki Barış ise dışarıdaki dünyayı ve film boyunca karşımıza çıkan yeşil çayır imgesini, yıldızları veya uçurtmayı hiç görmemiştir. Barış’ın süper kahramanı olarak düşünülebilecek İnci, ona geniş yeşil çayırları tanıtır. Hayal gücünü tetikler. Barış ise ona umut etmeyi hatırlatır. Barış, İnci’nin uçurtması olur. İnci, Barış’ın dışarıya ve çocukluğa açılan kapısı.
Alt ve üst koğuş
Barışın annesi Fatma, kocasının uyuşturucuyla alakalı işlediği suçu üstlenir ve cezaevine böyle düşer. Film boyunca görüş günlerinde devamlı kocasının yolunu gözleyen Fatma, onu görmedikçe üzüntü ve öfkesi artar, hırçınlaşır. Barış bu öfkeden sıklıkla payına düşeni alır. Üst kattaki koğuşta kalan tutuklu kadınların çoğunun hikayesi benzerdir. Adam yaralama, cinayet, hırsızlık… Adli tutukluların kaldığı bu koğuş, bitmek bilmeyen ağız dalaşlarının ve kavgaların mekanı olur.
Alt koğuşta ise İnci ve onunla aynı yerden gelen süper kahramanlar vardır. İçi kitaplarla dolu olan rafların bulunduğu, herkesin sırayla konuştuğu, birbirini dinlediği ve küfürlü konuşmanın yasak olduğu bir köşe… Bu görece sakin ve dingin köşe, Barış için ruhunu dinlendirdiği, İnci’nin anlattıklarıyla dışarıyı hayal edebildiği, çocukluğu daha özgürce yaşadığı bir köşe olur.
Filmde görünen cezaevi ortamı bugünküne kıyasla daha geleneksel, daha az tecritli ve genellikle büyük koğuşlardan oluşan cezaevlerini yansıtıyor. Yani F tipi cezaevlerinin henüz Türkiye’de yürürlüğe girmediği zamandayız. Bilindiği üzere F tipi hapishaneler Türkiye’de özellikle 1990’ların sonları ve 2000’lerin başlarında yürürlüğe konan yüksek güvenlikli ve tecrit esasına dayalı olarak tasarlanmış ve genellikle İnci gibi, düşünce suçları nedeniyle hüküm giymiş kişiler için kullanılır.
‘Hayata Dönüş Operasyonu’ ile birlikte kamuoyunun gündemine oturan bu cezaevlerinde yürütülen bu operasyonlar, tecridi protesto eden tutsaklara yönelikti ve sonucunda onlarca tutsak öldürüldüğü gibi, F tipi cezaevleri hızla yaygınlaşmaya başladı. İnci ve Barış’ın yaşadığı hapishane evreninde ise adli ve siyasi tutukluların beraber yaşadığı, birbirlerine dokunabildikleri, birbirlerini duyabildikleri, hapisliği paylaşabildikleri bir evrende geçiyor. Artık bugünden bakınca uzaklaşmış olan bir evrende.
O uçurtma sığmaz bu dar avluya
Filmin açılış sahnesinde, görüntü bandında paralel kurguyla filmin sonunda artık dışarı çıkmış İnci’nin yoksul Ankara sokaklarında yürüdüğünü ve Barış’ın yalnız başına avluda oturduğunu görürüz. Yakın planlarla karakterlerin yüzlerindeki hüzünlü, ancak ümitvar ifadeye tanıtılırız.
“Bizimki alışılmadık bir sevda öyküsüydü” diye başlıyor İnci anlatmaya. “Kuş kanadına binip çayırlara gitmeyi öğretti Barış bana”. Takip eden sekans bizi İnci’nin de içeride olduğu zamana götürür. Barış, avluda gökyüzünde gördüğü ve ne olduğunu anlamadığı bir şeyi koğuşunda ranzasında oturan İnci’nin yanına koşarak anlatır. İnci onunla avluya çıkar, gökyüzündeki o şey çoktan ortadan kaybolmuştur. İnci, çok geçmeden Barış’ın sözünü ettiği şeyin bir uçurtma olduğunu anlar. Beyaz bir tebeşirle yere bir uçurtma çizen İnci, biraz sonra yere çizdiği uçurtmayı uçurmayı deneyecek kadar hayalperest; ama avlu çok küçük olduğu için uçurtmanın uçamayacağını bilecek ve bunu Barış’a öğretecek kadar da gerçeklerin farkında.
Süper kahraman İnci gücünü en çok buradan alıyor. Barış’la kendisini eşitliyor. Onunla beraber uçurtma uçurmanın olanaklarını düşünüyor. Onunla beraber bunun neredeyse imkansızlığıyla yüz yüze kalırken, üzülüyor ve hayal kırıklığını yaşıyor. Yine onunla beraber yeniden ve yeniden film boyunca umut ediyor. Dolayısıyla İnci ne kadar süper kahraman oluyorsa, Barış da o kadar süper kahraman oluyor.
Angela Davis’in “Cezaevleri Miadını Doldurdu Mu?” olarak Türçeye çevrilebilecek kitabında cezaevlerini sadece suçluları cezalandırma aracı olarak değil, aynı zamanda toplumsal kontrol ve baskı mekanizmaları olarak ele alır; toplumsal adaletsizliklerin bir yansıması olduğunu savunur. Davis, cezaevi sisteminin toplumsal eşitsizlikleri pekiştirdiğini ve marjinalize edilen grupları daha da dışladığını belirtir. Ezcümle cezaevlerinin toplumsal sorunları değil, insanları ortadan kaldırdığını ifade eder. Davis’in bahsini ettiği durum, filmde hapishanenin siyasi muhaliflere uygulanan baskının bir mikrokozmosu olarak işlev görmesiyle örtüşüyor. Filmde İnci ve diğer siyasi mahkumlar, (adli tutuklular da dahil) Davis’in tanımladığı gibi, toplumsal adaletsizliklerin mağdurlarıdır ve cezaevi, onların varlığını bastırmak için kullanılır.
Kameranın neredeyse hep takip ettiği İnci’yi, hapishaneden çıktıktan sonra artık görmeyiz. Kamera bu defa yalnızca Barış’ı takip eder. Yalnızlaşmış ve uçurtmasını kaybetmiş Barış’la baş başayızdır biz de.
Barış, İnci ve diğer mahkumlar için bir uçurtmayı ifade ediyorken, İnci ona önce uçurtmanın ne olduğunu öğretir. Sonra da filmin finalinde bunu ona fiziksel olarak gösterir. Filmin bir sahnesinde İnci tarafından yere beyaz bir tebeşirle çizilen uçurtma, filmin sonunda mavi gökyüzünde bir kuş gibi süzülür. İnci ona avlunun göğünden görülebilecek bir uçurtmayı, umudunu bağlayıp geri yollaması için yollamış gibidir.
Hepimizin hayatından bir İnci geçsin.
“adının anlamı dünyayı sarsa taşta büyümezdi Barış.”